"Dağların Kayıp Anahtarı" kitabının da yazarı olan Taş, Dersim üzerine çalışan herkese arşivini açıyor ve "Bir yüzleşme sağlansın, unutulmasın diye arşivledim bunları" diyor.
Serkan Alan'ın Gazete Duvar'da yer alan haberine göre Taş, kendi deyimiyle ‘amatör’ olarak giriştiği arşivleme çalışmaları sırasında özellikle yaşlılara mikrofon uzattı.
Dersim’in kültürünü ve 1938 Dersim Katliamını yaşananları doğrudan tanıklardan dinleyen araştırmacı, Dersim’e ait kültürel ve tarihsel tüm anlatıları arşivledi.
Taş arşivleme çabasını şu sözlerle anlattı, “Çok bilinçli bir arşivleme ile başlamadım. Birilerinden bir hikâye, bir masal dinledim ve önceleri sesli kayda aldım. Teknik imkânlarımın gelişmesiyle görsel kayıtlara da başladım. Bunlar biriktikçe de elimde hatırı sayılır bir arşiv oluşmaya başladı. Elimdeki arşiv, resmi bir kurumun veya kuruluşun himayesinde oluşmadı. Tamamen karşılıklı görüşmelerle, anlatıcıların anlattıklarıyla şekillendi. Doğrudan döneme tanıklık edenlerin anlattıklarını derledim.”
KUTU DERESİ, ANNE VE ÇOCUK
Cemal Taş, oluşturduğu arşivden yararlanarak İletişim Yayınları aracılığıyla okurlarla buluşan “Dağların Kayıp Anahtarı” adlı kitabını kaleme aldı.
1938 Dersim Katliamı’nı yaşayanların hikâyelerini ve tanıklıklarını içeren çalışmasını Zazaca yazdı. Yaptığı sözlü tarih çalışmalarında en çok kadın ve çocukların yaşadıklarının kendisini etkilediğini söyleyen Taş, Dersim Katliamı’nda yaşanan acı bir olayı şu sözlerle aktardı, “Konuştuğum yaşlıların arasında beni en çok etkileyen, bir kadının kendi çocuğunu elleriyle boğmak zorunda kaldığı hikâyedir. 1938 yılında, askerlerin operasyonları devam ederken ‘Kutu Deresi’ diye adlandırılan bir bölgede birkaç aile saklanıyor. Ormandaki aile fertlerinin yeri askerlerce tespit edilince yetişkin erkekler, kadınları ve çocukları üstlerine odun, yaprak ve toprak örterek bir çukura saklıyor. Askerler, yanlarındaki köpeğin havlamasıyla saklananların olduğu yere yöneliyorlar. Bu sırada bir kadının çocuğu da ağlamaya başlıyor. Askerlerin, çocuğun ağladığı yere doğru yaklaşacağını düşünen kadınlar, çocuğun annesine baskı yapmaya başlıyorlar. ‘Çocuğu boğ. Çocuk yüzünden biz de ölmeyelim’ diyorlar. Kadın o sırada çocuğun ağzına meme veriyor. Daha sonra çocuğu memeye doğru bastırıp nefessiz kalmasını sağlıyor. Çocuk orada ölüyor. Bu yaşanan olayı çocuğunu boğmak zorunda kalan kadın anlattı.”
SUDAN ÇIKMAYA ÇALIŞAN ÇOCUK
Bugüne dek 800’e yakın kişiyle konuşan Taş’ı sarsan bir diğer tanıklık hikâyesi ise o dönem Dersim’de askerlik yapan birinin anlattıkları… “Dersim’de 1938 yılında askerlik yapan birisiyle de görüştüm. Bir grup insanı yakaladıklarını ve nehir kıyısında vurduklarını söyledi. Nehir kıyısında biraz daha yürümüşler ve suyun içinde oynayan 2-3 yaşında bir bebek görmüşler. Çocuk, suyun kenarında bulunan kaygan bir taşa çıkmaya çalışıyormuş fakat çıkamayıp suyun içine düşüyormuş. O arada bütün askerler durmadan o bebeğe ateş ediyorlarmış. Kurşunları bir türlü isabet ettirememişler. Başlarındaki komutan bu duruma çok sinirlenmiş ve ‘Ateş etmeyin’ demiş. Kendisi gidip çocuğu bacaklarından tutmuş, havaya doğru fırlatmış ve çocuğu taşa çarpmış.”
‘İSYANCILIKLA ÖVÜNDÜĞÜM BİR DÖNEM OLMUŞTU’
Çocukluğu boyunca tanık olduklarını, 1938 yılında yaşananlara dair büyüklerin konuştuklarını yıllar sonra anlamlandırdığını belirten Taş, çalışmalarından elde ettikleri doğrultusunda şunları söyledi, “Küçüklükte annelerimizin kendi aralarında konuştukları hikâyelerin ne olduğunu yetişkinlikte sorguladık ve bazı şeyleri anlamaya başladık. Kentlere gittiğimizde, ‘Bunlar Dersimli. Bunlar isyan etmişlerdi. Bu yüzden de kırıldılar’ gibi cümleler duyuyorduk. Bu cümleler üzerinden kendi kendime bazı sorular soruyordum. Hatta bu isyancılıkla övündüğüm bir dönem de olmuştu. ‘Biz isyancıyız, boyun eğmeyiz, ötekileştirmeye itiraz ederiz’ derdim ama bu tanıklarla görüştükten sonra anladım ki ortada bir isyan yok. Konuşmaya başladığımız yaşlılar 1935 yılında çıkan bir kanundan bahsediyorlar. Bu kanun çıktıktan sonra Dersim’e köprüler, yollar, kışlalar yapılıyor. Bu kışlalarda, bu yollarda Dersimliler çalışıyor. Daha sonrasında bölgede yaşayanların silahları toplanıyor. Bu silahları da devlet adına çalışan bu insanlar topluyor. 1937’ye gelindiğinde aşiret liderleri ya da belli inanç ocaklarının temsilcileri tek tek çağrılıyor ve tutuklanıp yargılanıyor. Elazığ’da yargılananlar yaklaşık 70 kişi. Bunların içinden 7 kişi idam ediliyor. Diğerleri ağır cezalarla cezalandırılıyor ve kimse geri gelmiyor. Bu insanlara ne olduğuna dair hiçbir bilgi yok ortada.”
‘İSYAN OLSAYDI BU İNSANLAR SİLAHLARINI TESLİM ETMEZDİ’
“1937’de bu insanlar teslim olup idam ediliyor, 1938’de Dersim’de toptan temizlik hareketi yapılıyor. Yaşlılardan şunu öğrendim, madem bu insanlar isyan etmiş, nasıl devletin yaptırdığı köprülerde, askeri kışlalarda çalıştılar ya da silahlarını devlete teslim ettiler? Eğer böyle bir isyan olsaydı bu insanlar silahlarını teslim etmez, yol ve köprü yapmazlardı. Devletin kendi kurumlarında çalışanların söylediklerinden ve bazı belgelerden öğrendik ki devlet Dersim meselesini kurgulamış. Ulus devlet inşasında bu bir proje ve bilinçli olarak uygulanmış. Uluslaşma sürecinde diğer azınlıklara yaptığı ötekileştirme hareketlerinden sadece bir tanesidir bu da. Yaşlıları dinledikten sonra bunu öğrenmiş oldum.”
‘O ŞARKIDA BİR ÇIĞLIK VAR’
1990’lı yıllarda ikinci kez 1938’i yaşadıklarını söyleyen Taş, “Dersim’de yine köyler yakıldı, boşaltıldı ve insanlar göçe tabi tutuldu. Kentlere yerleşen farklı kimliklerden insanların çocukları hapse girdiler” dedi. Bu dönem yapılan haberlerden de etkilendiğini söyleyen Taş, Bajar grubunun seslendirdiği “Ogit” şarkısının sözlerini yazmasına ilişkin ise şunları söyledi, “Birçok anne babanın çocuklarıyla birlikte kentlerden doğdukları topraklara geri döndüğünü, buralarda yaşadıklarını ve endişe duyduklarını biliyordum. O şarkıda şöyle bir çığlık var aslında. Bir anne ya da baba çocuğuna seslenerek, ‘Ocağımıza ateş düşürmeyin’ diyor. İnsanlık tarihinin doğuşundan günümüze kadar bütün zulümler dünyanın dört bir tarafında yaşandı. O sözler de sürgünü, ölümü, zulmü ve bir anne babanın çocuklarının acısına tanıklığını anlatıyor.”
‘SANDIKLARA KONULSUN DİYE YAPMADIM’
Dersim üzerine çalışma yürüten çok sayıda akademisyenin arşivinden yararlandığını aktaran Taş, “Sadece memleketimde değil dünyanın dört bir tarafında buna benzer acılar yaşandı. Bir yüzleşme sağlansın, unutulmasın diye arşivledim bunları. Sandıklara konulsun diye yapmadım. İnsanlığa bir katkımız olursa bu benim için büyük bir kazançtır. Bu yüzden arşivimi çalışma yürüten herkesle paylaşıyorum” dedi.