Ailenin Avukatı Barış Yıldırım, davanın AİHM’de harekatla ilgili açılan ilk dava olduğunu söyledi.
1938 yılında Türkiye’nin, iç karışıklıklara müdahale etmek amacıyla, Dersim bölgesine düzenlediği askeri harekat sırasında sekiz yaşında olan Ali Doğan, annesi ve iki kardeşinin de aralarında bulunduğu 20 akraba ve köylüsünü kaybetti. Köylüler yeni adı Buzlupınar, eski adı Kırnık olan bölgede öldürüldü. Ali Doğan ise olaydan yaralı kurtuldu.
Olayın üzerinden geçen onlarca yıllra rağmen, hiçbir yönetici harekata ilişkin konuşmadı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011 tarihinde grup toplantısında yaptığı konuşmada, Dersim Harekatına değindi. Erdoğan, harekatla ilgili belgeleri göstererek, olaylarda toplam 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünü söyledi. Erdoğan ayrıca "Dersim olayları ile ilgili Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben dilerim" dedi.
Erdoğan’ın bu açıklamasının ardından, olaylarda yakınlarını kaybedenler harekete geçti. Bunlardan biri de Ali Doğan’dı. Bakanlar kuruluna başvuran Doğan’ın avukatı Barış Yıldırım, şu taleplerde bulunduğunu söyledi; “Bakanlar kurulundan taleplerimiz şunlar oldu. Ali Doğan’dan özür dilenmesine ve kamuoyuyla paylaşılmasına, Dersim 1937-38 sürecine dair hakikatin tamamının kamuoyuyla paylaşılmasına, başvurucu ve başvurucunun öldürülen yakınlarının onurlarını itibarlarını ve haklarını iade eden resmi bir açıklama yapılmasına, Dersim 1937-38 süreci ve sonrasında meydana gelen hadiselerle ilgili olarak sorumlulukların kabulünü ve gerçeklerin tanınmasını içerecek şekilde kamuoyundan özür dilenmesine, başvurucunun öldürülen yakınları için anma törenleri düzenlenmesine, Dersim 1937-38 süreci ve sonrasında meydana gelen ihlallerinin doğru bir anlatımın uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası insancıl hukuk eğitim çalışmalarına yönelik dokümanlara dahil edilmesine, söz konusu ihlallerin bir daha tekrar edilmeyeceğine dair garanti verilmesine karar verilmesini bakanlar kurulundan talep ettik”
Taleplere Bakanlar Kurulu tarafından yasal süre olan 60 gün içerisinde cevap verilmemesi üzerine Yıldırım, Danıştay’a dava açtı. Danıştay ise davanın kendi görev alanı içinde olmadığını belirterek, dosyayı Ankara İdare Mahkemesi’ne gönderdi. Ancak İdare Mahkemesi de özür ve sair taleplerin davaya konu edilemeyeceğini gerekçe göstererek incelemeksizin ret etti. Bunun üzerine Yıldırım Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi ise kendisinin kuruluş ve bireysel başvuru aldığı tarih olan 23 Eylül 2012’den önce meydana gelen bir hadise olduğu için kendini zaman bakımından yetkisiz buldu.
Avukat Yıldırım, iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduklarını söyledi. Davanın Dersim Harekatı’na ilişkin ilk dava olduğunu ifade ederek, “Dava dilekçemizde adil yargılama, etkili başvuru ile aile ve özel yaşamın korunması hakkının ihlal edildiğini ifade ettik. Müvekkil BMGK’nun almış olduğu 60/147 sayılı ağır uluslararası insan hakları hukuku ihlalleri ve ciddi uluslararası insancıl hukuk mağdurlarının çözüm ve tazminat hakkına dair temel prensipler ve kurallar çerçevesinde bakanlar kurulundan kardeşlerinin öldürülmesi, annesinin öldürülmesi, yakınlarının öldürülmesi ve kendisinin de süngülenmesi hadisesinden kaynaklı bu ağır insan hakları ihlallerinden kaynaklı taleplerde bulundu. Bu talepler zamanaşımına uğrayabilecek talepler değil. Bizim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığımız başvuru, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 60/147 kararına istinaden yapılmış bir başvuru aynı zamanda. Bizim formüle ettiğimiz talepler BM’nin bu tip devletler tarafından gerçekleştirilen ağır insan hakları mağdurları için öngördüğü çözüm hakkını işaret ediyor. Biz talepleri oradan esinlenerek oluşturduk. Dolayısıyla bu taleplerle AİHM’e açılmış ilk dava” diye konuştu.
Ali Doğan ise yaşadıklarını şu cümlelerle anlattı: “ Üç gün üç gece ben orada kaldım aç susuz. Birkaç sefer birkaç kişi geldi. Bakıyorum ki ses geliyor sesimi kesiyorum. Geliyorlar geçiyorlar. Buradan ses geliyordu kesildi neyin nesi deyip geçiyorlar. O, üçüncü gün ben yine baktım ki birkaç kişi geldi. Geldiler konuşuyorlar. Onlar geldi çağırdı. Ben, onları tanıyınca buradayım dedim. Onlar geldiler beni sırtlayıp köye götürdüler. Köyde çeşmenin başında elimi yüzümü yıkadılar su attılar yüzüme. Bir de birisinde biraz gömbe vardı bir parça gömbe ufalayarak ağzıma verdi. Ben onu nasıl ağzıma aldım öyle bir acıktım ki aynı bugün ki gibi hatırlıyorum. Hemen ev de yakın. Eve gittiler. Orada bir yağlı ekmek yaptılar; yemek yaptılar yedim. Orada bir hafta kaldım. Babamın sağ kalışı da bizim nahiyede 1938 yılında kışla yapılıyor. Babam da orada idi. O gün müteahhit bırakmamış. İş varmış. Yarın gidersin demiş. Babam da öyle kurtulmuş.”