"Uzun" bir katil var 1100 odalı sarayında huzursuz ve alçak! Avurtları çökmüş korkudan, katliam ordularının arkasında gizlenen pudralı suratı ile. Taranta Babu’ya mektubunda, “Mussolini çok konuşuyor Taranta Babu, çok korktuğu için çok konuşuyor” diyor düş; düşüyor Ankara’nın göbeğine özgürlük korkak, karanlık düşlü bir saldırıyla. Saray huzursuz, hırsızlar tedirgin, reisler birbirinden şüpheleniyor! Üst dudaklarda satılacak “badem” aranıyor pazar mezat! Katledilecek barış, koparılacak özgürlük aranıyor oluk oluk akıtılmak için!
İşte Ankara ve düşen yoldaşlarım! İşte saray ve korkuların! Koy üst üste sayısını ölülerimizin, sayabildin mi Sultan! Bir mi, yüz mü, bin mi? Kaç milyonuz! Makineler kâğıt sayar, saymaz ölüleri ki onlar bin “can”dırlar denmez ölü! İşte tenimde ve kalbimde her birinin kalbi ve zihni çarpıyor, daha bir özgür ve daha bir diri kenetlenmiş düş ile!
Saltanatın çöküyor “Sultan”, kaçakçılar bul kurtarmak için üç beş kuruşluk canını. Vaktin daralıyor Sultan, bir daha nerede bulursun 1100 odalı saray, çal vaktin varken. Sarayın kan revan Sultan, sarayın çocukların ölüleriyle dolu, sarayın kâbus, sarayın intihar, sarayın kefen bezleriyle bezeli!
Ağzından damlayan sözcük değil, kan ve yalan! Yalanın bini bir para! Cinayet mahalline herkesten önce gelmenden tanıyoruz seni. Kaç emir verdin “destan yazan kahraman, katliam ordularına” ve hala vermektesin sabah akşam elinde taş değil de sanki ışık tutan yiğit kolların ölüm emirlerini? Ama buradayız işte. Daha bir çoğalıyoruz, yüzer yüzer… Artarak, katlanarak geliyoruz saltanatını yerle yeksan etmeye! Sıra hepimizde! İşte hepimiz! Sıra hepimizde ve hepimiz varacağız üstüne korkudan titreyen diz bağlarının cidarına. Korkak soluklu odaların perdeleri kaskatı durur camında katilin. Bir damla ışık sızdırmaz karanlığını korusun diye kanlı ellerinin.
Yasta değiliz, ayaktayız. Ölülerimizle yürüyoruz omuzlarımızın üstünde, başımız dimdik. Bin yıllardan kalan direnişin iliklerimizdeki şarkısıdır dilimizden dökülen. Biz ayakta vurulanlardanız, sinerek, pusarak bekleyenimiz yok! Çelikten örülen kalelerini kuma çevirecek cüretin ustalarıyız, çocuklarımız ve kalanlarımızla ağıdımızı yakacağız kurumuş gözler ve şakıyan dillerimizle. İşte yine buradayız dilimizde şiiri direnişin ve aşkın! Neredesin ey karanlığın kaçkın bekçisi Sultan!
Girdiğin kuytuluktan çık ve şahin bakışlı yiğitlerimizle çakıştır gözlerini. Titrediğini görüyorum telaşın bundan. Bundandır doymazlığın kana ve karanlığa.
Dilin kuruyacak, nefessizlikten ve ışıksızlıktan boğulacaksın Sultan!