Önce adı çekiciydi. Ardıçadası adında bir kıyı ilçesiydi.
Ardıç mütevazi bir ağaçtır. Ama marifet sahibidir. Güzel kokar. ERENLER’in sazında ses olur. Çünkü erenler, SOFTA’ya sazını tanıtırken şöyle diyordu:
(…) Ardıç ağacından kolu
Be Allah’ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde (…)
Bazen insan garip haller yaşıyor. Örneğin, istemesine karşın, elini uzatsa alabileceği bir şeyi bir türlü alamıyor…
Ben de böyle bir durum yaşadım:
Devlet aylıklısı bir arkadaşım, epeyden beri, Ardıçadası’ndaydı. Beni çağırır dururdu. Ama, kısa bir zaman öncesine kadar, gidemedim. Ve gittim.
Tabii, söyleyeceklerim olacaktı…
İzzet ikram harikaydı… Ama ada; adına hiç yakışmıyordu. Hayalsiz ve imgesiz bir insan bile; bu yeri “şirin” olarak düşünürdü. Hayır!.. İnadına çirkindi…İlçe, tepeler çanağında boğulmuş gibiydi. Çünkü, çok sıkışık bir yapılanma vardı. Örneğin yamaçlardan birindeki yerleşim bir “kitle” görünümündeydi. Gece bir büyük kayalık sanılabilirdi…
Çanağın “ tabanı”; site ve kooperatif evleriyle nefessiz bırakılmış haldeydi. Yani ne bir meydan, ne de bir park vardı. Oysa buraları bir kentin “ruhunu” oluştururdu… İnsanlar; birlikteliği ve hemşeriliği buralarda yaşarlardı… Bereket versin; o yoksunlukları, yörenin doğal zenginlikleri gideriyordu. Ayrıca, Deniz de bazılarının o kuytu yere yerleşmiş olmalarının nedeni olmuştu…
DENİZ TESELLİN OLSUN SEVGİLİ ARKADAŞIM…
RIZA CAN