Kürt sinemasının Türkiye’deki önemli temsilcilerinden biri, Arin İnan Arslan. İzmir’de bilgisayar öğretmenliği okurken, sinemayla uğraşmaya başlayan Arin İnan Aslan’ın ilk filmi, 2004’te çektiği “Kırıntı”. İkinci kısa filmi “Sî û Ba” Tahran Uluslararası Kısa Film Festivali’nde “En iyi Asya kısa filmi” de dahil olmak üzere bir çok ödül aldı. Arin İnan Arslan 2010 yılında göç teması üstüne Pera Berbangê isimli kısa filmi çekti. Film Berlin Film Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali gibi pek çok uluslararası festivalin yarışma bölümlerinde yer aldı. Arin İnan Arslan lirik hikayeleri, kendine özgü diliyle, kısa filmin önemli isimlerinden biri haline geldi. Film Ekspres’in bu haftaki durağı Tunceli…
Sinemaya nasıl başladınız ?
Aslında tamamen tesadüfen oldu. Tabii şu koşullarda “başladım” diyebilirsem! Bir üniversitenin sinema bölüm öğrencilerinin çektikleri kısa filmleri internetten görmüştüm. “Bu ne biçim film, ben bunlardan daha iyi cekerim.” diyerek başladım. Ki hala başlayanların çoğu da izledikleri kısa filmlerin vahim olmasından cesaret alarak başlıyorlar film yapmaya. Kötü kısa filmin böyle güzel bir tarafı var.
Sizi film yapmaya iten sebepler neler ?
İlk kısa filmimin gösteriminde sorulmuştu bu soru: “Anlatmak istediğim şeyler, yani söyleyecek sözüm var” demiştim. Sonra baktım güneşin altında söylenmemiş söz yok, ve aslında yeni olan bir şey de yok. Eğer bu soruyu bu gün için cevaplayacaksam şöyle derim: İki ayrı fotoğrafı yeni bir anlam oluşturacak şekilde bir araya getirmenin tanıdığı sınırsız düzlem. Yani bir anlamda, olanla, olmayacağı yaratacak kurgu.
Türkiye’de film üretimi yapmak üzerine neler söyleyebilirsiniz ?
Dünyanın herhangi bir yerinden çok da farkı yok bence. Hem olumlu hem de olumsuz anlamda bu böyle. Acaba Fransa’da doğmuş ve sinema yapmaya çalışıyor olsaydım çok mu farklı olacaktı diye düşünüyorum da; gerçek bir iktidarla yönetilen bir ülke ile ona öykünerek taklit eden bir ülkenin rasyonalitesi kadar değişiyor sanırım.
Etkilendiğiniz sanatçılar, yapıtlar kimler, nelerdir ?
Bir zamanlar çok sevdiklerimi şimdi hiç sevmiyorum. Aklım ermiyormuş diyorum kendi kendime. Bu nedenle şimdi sevdiklerime karşı daha mesafeliyim. Başından beri sevdiğim ve beni kandırmayan bir sinemacı varsa o da Zeki Demirkubuz. Onu da sadece filmlerinden dolayı değil, düşünme biçiminden dolayı seviyor ve takip ediyorum.
Edebiyatta, Yaşar Kemal, Muzaffer Oruçoğlu, Murat Uyurkulak ve Ayhan Geçgin bugün hala yazan ve yerine kimseyi koyamadığım yazarlar. Öncesinde ise ikinci yeniciler geliyor.
Hikayelerinizi oluştururken beslenme kaynaklarınız nelerdir?
Gündelik olağanlığın evrensel gerçeklikle kısa devre yaptığı noktalar beni en çok çarpan şeydir. İnsanın çırıl çıplak insan olduğu anlar. Ama ne yazık ki trajik olan, komik ya da eğlenceli olandan daha çok etkiliyor beni. Bu nedenle eğlenceli filmler düşleyemiyorum bir türlü. Nereden başlarsam başlayayım elimdeki malzeme bir süre sonra trajik bir hal alıyor.
Gündelik hayatın dışında geniş bir yelpazede okumaya çalışıyorum. Şiirin filmlerime ruh üfleyen temel öğe olduğunu düşünüyorum. İçinden şiiri çekip alınca kupkuru bir konstrüksiyon kalıyor geriye.
Yeni filminiz üzerine sizin özellikle altını çizmek istediğiniz şeyler neler?
Belki bir uzun ama olmazsa bir kısa film çekerim. Ancak her halükarda yeni bir film ve anlatım olanakları açısından, daha önce denemediğim bir şeyler deneyeceğim. Dersim’de yaşıyorum ve burayı anlatacak bir şeyler üzerinde çalışıyorum. Özellikle altını çizmek istediğim nokta ise: bu, anlatmaya çalıştıklarımın için boşaltacak mı emin olamıyorum ama daha rahat bir izleme deneyimi yakalamaya çalışacağım.
Sinemaya başladığınız ilk günden bugüne sinemaya bakış açınızda ne gibi değişiklikler oldu ?
Başladığımda başladığımın farkında dahi değildim. Bam telime dokunan bir öykü vardı elimde ve bunu düşlediğim gibi çekmek istiyordum. Bir film olması, kayıtlı bir dosya, fotoğraf ne bileyim neye benzerse işte. Hiç öngörüm olmayan bir alana balıklama daldığımı anlamam uzun sürmedi. İkinci filmde iki yıllık yoğun çalışmalarımın sonucunu gördüm. Bu beni hızlandırmak yerine daha da yavaşlattı. Dört yıl daha ara verdim. Son filmimi kendim için bir atölye çalışmasına dönüştürdüm.
Aradan neredeyse on yıl geçti. Düşündükçe aklımda hala çok büyük laflar geçiyor. Ama bugün artık bize, tercihlerinden dolayı ya da tercih konusu dahi edilmemiş kimliklerimizden dolayı ezilen, horlanan, ötekileştirilen insana dair bir şeyler yapmak istiyorum. Başkasından söz etmiyorum, kendimden, kahvede oyun oynadığım arkadaşımdan, sevgilimden, ailemden yani…
Kaynak-Film Ekspres