Aşk, her bireyin hayatını gerek olumlu gerek olumsuz şekillerde etkileyebilme gücüne sahip önemli bir olgudur. Herkesin bazen zorlayıcı bazense geliştirici aşk deneyimleri vardır. Kimi için bir yaşam alanıyken kimi için savaş alanıdır aşk. Her bir birey ise bu olguyu yetiştiği ortama, aile ilişkilerine, bakım veren tutumlarına, toplumsal değerlere, sosyal ortamlara göre farklı deneyimleme kapasitesine sahiptir. Bizler dünyaya geldiğimiz ve yetiştiğimiz çevre bağlamında ilişkileri yaşamayı, yönetmeyi ya da yönetememeyi, sürdürememeyi öğreniriz. Bu öğrenimlerimiz ise hayatımızın büyük bir alanını kaplayan aşk deneyimlerimizi ciddi anlamda etkilemekte, partner tercihlerimizi ve ilişki kalıplarımızı belirlemektedir.
Bazılarımız ilişkilerde fedakar bir rol üstleniriz. Bazılarımız kaçıngan, bazılarımız bağımlı, bazılarımız otoriter, cezalandırıcı ya da affedici olabiliriz. Bazılarımız anlayışlıyızdır, bazılarımız saldırgan, bazılarımızsa şüpheci.
Peki bu farklılıkları doğuran temel faktörler neler olabilir? Nasıl oluyor da benzer ya da aynı olaylara farklı tepkiler verebiliyoruz? Nasıl birimiz aynı olaya affedici yaklaşabilirken bazılarımız bu yaşanandan dolayı cezalandırıcı bir rol üstlenebiliyor?
Burada biraz önce de bahsettiğim gibi yetiştiğimiz ortam ve yetiştiren kişilerin etkisi en önemli yeri kaplamakta, ilişkilere ve olaylara bakışımızı belirlemektedir. Buna eşlik eden farklı kişilik özelliklerimiz de olayları farklı yorumlayabilme konusunda katkı sağlayabiliyor. Bu kısımda ilişkilerde “affedebilme” üzerinde durmaya çalışacağım ve hangi kişilik özelliklerine ya da hangi kişilik örgütlenmelerine sahip kişilerin affedebilme konusunda zorluklar yaşayabildiği, hangilerininse daha esnek olabildiği üzerinde duracağım.
İlk olarak affetmeyi beceremeyen, hatta hata karşısında saldırmaktan ve cezalandırmaktan çekinmeyen kişilerden bahsedelim. Affedememe, ceza ve saldırganlık deyince akla ilk antisosyal kişilik özelliklerine sahip kişiler gelmektedir. Nasıldır antisosyal özelliklere sahip kişiler? Bu bireyler dürtüsellikleriyle bilinirler. Öngörülemeyen davranışları, hatayı kabul etmeyen bakış açıları ve yaptıkları hatalardan ders çıkaramayan yanlarıyla partnerlerinde korku duygusu yaratmaya ya da onlara zarar vermeye eğilimli kişilerdir. Öfkeli tarafları oldukça dikkat çekmekte olan bu kişiler, insanları kandırabilir, aldatabilir, yalan söyleyebilir. Ancak kendilerine yöneltilecek olan bu davranışları kabul etmezler ve bedel ödetirler. Onlar sevmekten çok sevilmeyi ön plana aldıkları için ilişki ona hizmet eden bir nitelik taşımalıdır. Aksini kabul etmeyen antisosyal kişi, yapılanı affetmeyeceği gibi bir de intikamını alır.
Buna eşlik eden paranoid özellikler taşıyan kişiler var tabii. Bu bireyler şüpheci yanlarıyla, kuşku duygularıyla bilinirler. Herhangi bir kanıt olmamasına rağmen sürekli aldatılma, kandırılma beklentisinde olan bu kişiler, yapılan hataların yanlışlıkla olabileceğine de inanmazlar. Zaten kötülük beklentisi içinde olmaları, yaşanan olayla birlikte kanıt niteliği taşımaktadır ve neden partnere güvenilmeyeceğinin bir göstergesidir. Bu nedenle kanıtsız bile şüphe duyan bu bireyler, af konusunda da güçlük çekerler ve kindar olmak en belirgin özelliklerindendir. Yapılanı unutmayan, aylar ya da yıllar sonra bile aynı olayı konuşan, devamlı partnerinin yüzüne vuran bu kişiler, affetmeyi beceremeyen, affetmiş gibi gözükseler bile içlerinde bunun hesabını soracakları günü bekleyen diğer bir gruptur.
Aşkın her şeyi affedemediği kişilik özelliklerinden bahsederken borderline kişiliklere yer vermeden olmaz.
Borderline kişiler, hayata siyah ve beyaz olarak bakan, bakış açılarında diğer renkleri barındırmayan kişilerdir. Onlara göre bir ilişki ya da bir partner ya iyidir ya da kötü. Üçüncü bir seçenek yoktur. İyi olmayan her şey ise kötüdür. Duygularını uçlarda yaşayan ve bir kişiyi iyi ve kötü özellikleriyle birlikte birleştirmekte güçlük çeken bu kişiler, bazen partnerlerini yüceltir yere göğe sığdıramazken bazen yerin dibine sokar, en büyük düşmanı haline gelir. Partner beyaza yakınken ondan iyisi yoktur, ancak borderline için siyaha yaklaşmak tüm saldırı oklarına maruz kalmak demektir. Bu nedenle borderline kişilerin yaşadığı aşkta affa yer olmaz diyememekle birlikte, afları güçlü bir saldırı, intikam ya da öfke patlamasının ardından olabilir.
Madem “Aşk her şeyi affeder mi?” diye sorduk, o zaman hangi âşıklar her şeyi affeder biraz da bundan bahsedelim. Öncelikle mazoşistik özelliklere sahip bireyler ilk akla gelenlerdendir. Mazoşist bireyler, hayatlarında acıyı çokça barındıran hatta acı çekmekten haz duyan bireylerdir diyebiliriz. Mazoşist kavramı daha çok cinsel ilişki esnasında zarar görmeyi isteme şeklinde düşünülse de tam olarak bununla sınırlı değildir. Yalnızca fiziksel değil, duygusal acı çekmek de hayatlarının geneline yayılmıştır. Bu sebeple özellikle zorlayıcı duygu ve durumlara maruz kalmak mazoşistik birey için ilişkiyi sürdürme eğilimi arttıran bir niteliktir diyebiliriz.
Akla gelen bir diğer kişilik türü ise bağımlılardır. Bağımlı özellikleri olan bireyler ilişkide yaşadıkları tüm zorlu deneyimlere rağmen ilişkiden uzaklaşabilme ve kopabilme konusunda problem yaşarlar. Mazoşistlerde olduğu gibi bundan haz duyan yanları yoktur. Oldukça acı çeker ve bu acıdan da şikayet ederler. Ancak ayrışma, kopuş oldukça zorludur. Bu nedenle partnerlerinin tüm olumsuz tutum ve tavırlarını kabul etmek durumunda kalırlar. İsteksiz de olsa affedici tutum sergilerler. Taa ki hayatlarına yeni biri girene kadar. Yeni partnerin varlığı, eski partnerden kopuşunu sağlayabilir ve affedici tutum artık eski partnerden yeni partnere yönelir. Bağımlı kişiler için önce her şeyi affetme, sonra yeni kişinin varlığıyla bir anda ilişkiyi bitirme sıklıkla rastlanan bir tablodur.
İlişkiler hayatımızın büyük bir kısmını kaplayan, en başta da bahsettiğim gibi gerek olumlu gerekse olumsuz anılar yaşatan önemli olgulardır. Yaşadığımız zorlu deneyimlerin ardından çoğu zaman kabullenici ve boyun eğici tutumlar sergilesek de ve bir şeylerin değişmeyeceğine inansak da hayatımızı bir senaryoya benzettiğimizde, bu senaryonun içerisinde yaşam boyu yüzlerce oyun olduğu ve bu oyunlarda başrolde olduğumuz, her bir oyunda üstlendiğimiz rolün, oyunların birleşimiyle senaryoyu değiştirebileceği bir gerçektir. Bu nedenle başroldeki ben, oyunların değişimiyle senaryonun değişimini sağlayabilirim.