Gerek doğaya olan hasretimizden gerekse heyecan arayışımızdan dolayı yeniden göçlerimiz başladı, toprağa. Artık net bildiğimiz bir gerçek var, yukarılara doğru yükseldikçe özümüzde bir şeyler eksilmeye, doyamamaya, daha çok tüketmeye başladık. Fark edişlerimiz azaldı ve hatta bunu da fark edememeye başladık fakat aramızda mutluluğu, sağlığı ve hazzı toprakta, ağaçta, gökyüzünde bulanlar var. Kentten köye geçiş ile ilgili öğrenmek istediklerim vardı. Bu ihtiyacıma yönelik ‘İnsan ne diyo?’ vizyonumu elime alarak Ege’nin Muğla’sına misler gibi olan Ortaca’sına gittim. Bu sefer ses kaydımız gürültülü bir kafe ortamında değil, yeni açan tomurcuklarının, Dalyan kanalının güzel yeşilinde kaydedildi.
Eğer siz de niyetlerinizde bir değişiklik hayali kuruyor, asfalttan toprağa geçiş yapmak istiyorsanız bu röportajı okumanızı çok isterim.
Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?
Kendimi arıyordum, şehirde ölmek istemedim.
Ben Murat Cesurdura. 39 yaşındayım, iki çocuk babasıyım. Matbaa sektöründe hizmet veriyorum. Grafikerim. Şehir telaşesindeki çalışma hayatı beni çok yorduğu için, hayatımda kökten bir değişiklik yaşamak istedim. Biraz da keyfine düşkün biri olduğum için hayatımı değiştirmek konusunda yeni kararlar almak, bu kararlarla yeni başlangıçlar yapmayı arzu ettim. Ailemde aslına bakarsanız bu düşüncelerle beni takip etti. Şehir kalabalığında yaşamamak ihtiyacım doğrultusunda ve 'Başka bir hayat yaşamak mümkün mü?’’ diye düşünerek göç etmek ile ilgili çalışmalar yapmaya başladım. İkinci bir yaşam hayali kurarak yaşamımızı ailecek değiştirmeye karar verdik.
Sözünü ettiğiniz göç hikâyesi ile ilgili olarak yaşam tarzı göçü bağlamında kentten kırsala geçiş yapma duygusunun ilk sanıcısı nasıl oldu?
Yer değiştireni yetmiş yel alırmış.
Şehirde ölmek istemedim. Yanı sıra en büyük dinamiğim; bana dayatılan, zorunda olduğum, içinde çalıştığım veya tam ortasında yürüdüğüm caddelerde ve işim dahil bu sistemlerin içinde olmak istemedim. Özgürlüğümü ve kendimi arıyordum. Kendime ait yaşayamamam beni üzüyordu ama bunun tedavisini bilmiyordum. Yaşayacak bir günümün kaldığını bilsem bile o günü ait hissettiğim yerlerde, daha orijinal insanlarla geçirmek istedim ve göç hareketimin çalışmalarına başladım. Bir hazırlık, plan olmazsa olmazdı. A4 kağıtlarına yazdım. Ege’nin fotoğraflarından tabela yapıp dükkanımın önünde ona bakarak hayaller kurdum. Muğla’ya onlarca defa gittim geldim. ‘Belki birini tanırım ve bana bir yol açar’ diye. Yollarda mola verdiğim zaman kırk sekiz plakalı araçların sahipleri ile iletişim kurmaya çalıştım. Umut işte!
İnsan ‘Ne kadar da biliyorum.’ dediği bir bölgeye gitse de yabancı bir ortamda yabancı bir kültüre ve bilmediği insanların içine gitmiş oluyor. Tatile defalarca gitmiş olsanız da her şeyi biliyor olmuyorsunuz. Ziyaret veya tatil düşüncesinde yaşadıklarımızla, yerleşik bir yaşama geçtikten sonra yaşanılanlar aynı tatta ve tecrübede değil. İnsanlar o tadın sarhoşluğunu yaşıyor olabilirler. O sarhoşluk yanlış yönlendirebiliyor insanları. O yüzden göç etmek konusunda sıkıntı çıkarsa bu konu özelinde çıkıyor.
Aile bireyleri bu fikrin karşısında nasıl tepki verdi veya nasıl destek oldular?
İkna süreci varmış, bilmiyordum.
Çocuklarım küçüktü. Şu anki tecrübelerime dayanarak söylemem gerekirse, çekirdek ailenin hayat değiştirme ile ilgili olarak ya çocukların kendini bilmediği zamanlarda göç hareketini başlatması gerektiğini ya da artık üniversite- evlilik çağında olması gerektiğini düşünüyorum.
Zorlanılmayacak iki dönem bu belirttiğim dönemler, arası çok zor.
Göç ettiğim zaman çocuklarımın fikir belirtme zamanları olmadığından dolayı büyük bir avantaja sahiptim. Burada da çocuklu ailelerin eğitime bakış seviyesi söz konusu oluyor. Hemen arkasından eşimle aramızda bir ikna süreci yaşamadığımızı fark ettim. Zaten ilk zamanlarda istediği zaman İstanbul'a gittik. 'Çayı koyun geliyoruz.' deyip, uçakla bir saat sonra oradaydık. Ama böyle bir zorlu ikna süreci varmış, biz yaşamadık. YouTube takipçilerimizden sonradan gelen sorulardan öğrendik. Kafamı kurcalayan şeyler elbette vardı. Ben trafikten, işteki aksaklıklardan, insanların düzensizliğinden dürüst olmayışından sıkılmıştım, eşim değil. Bunların hepsini eşim yaşadı mı, hayır. Çocuklar farkında mıydı, hayır. Bu bencillik olabilirdi ve riskti. Acaba bir tek ben mi istiyordum, yoksa eşim ben istediğim için mi istiyordu bu yaşam değişikliğini? Bunların hepsinin cevabını ‘’Sen neredeysen ben oradayım.’’ diyerek verdi eşim ve biz göç hareketimizi başlatmış olduk. Hayat bir yarış değildi, kendimize vakit ayırmalıydık.
Çocukların eğitimleri konusunda bize neler söylemek istersiniz?
Doğanın içinde yetişmeleri bizim için yeterli.
Her ailenin çocuklarının eğitime bakış açısı, algısı, beklentisi farklıdır. Biz özgürlüğüne çok düşkün anne-baba olarak çocuklara kapasitesinden fazla bir dayatma yoluna hiç gitmedik. Anlamıyorsa matematikten, başından aşağı sürahi ile matematik boşaltsak yine anlamayacaktır. Dolaysıyla ben çocuğumu hem tanıyorum hem de sürecin bir bekçisi olmayı seçtik. Bakacaktık zaten gelişimlerine. Yolda izleyecektik. Çünkü bu işin yarısının gerçekliği de göçtüğümüz yerin çevre ve arkadaş ortamı. Gelişim sürecini etkileyecek durumlar olacağını bildiğimiz için de izlememiz gerekecekti ve o karakter o zaman süreci içinde de oluşacaktı. Bu sebeple “Çocuklarımızın eğitimi etkilenir mi?” diye düşünmeden hareket ettik. Eğitimde ileriye dönük sıkıntı yaşayacağımızı hiç bir zaman düşünmedik. Dünya ne kadar büyükse dünya o kadar küçük. Ayrıca çocuklarımın doğacı zekâlarının oluştuğunu, doğa ile uyumlu hareket ettiklerini gördükçe ne kadar doğru karar aldığımızı da hep hissediyoruz. Doğanın kendisinin bir okul olduğunu söylememiz zaten mümkün.
Kırsala geçiş için önceden bir prova yaptınız mı, nasıldı?
Sadece konfor alanımdan çıkmak istedim ve planladım.
Aslına bakarsanız, videolarımda insanlara bunu anlattığımda bunun bir provası olması gerektiğini, ayakların toprağa basması gerektiğini, kültürel yapıya adaptasyon geliştirmek için bölge halkıyla haşır neşir olmak gerektiğini, gerekli gereksiz her yerde oturup her türlü insanla merhabalaştıktan sonra sohbetin açılması gerektiğini söylüyorum. Biz ne yaptık? Sadece kâğıt üzerinde yaşamak istediğimiz yere, bölgeye ve kültüre baktık. Bir top a4 kâğıdı bitirdim diyebilirim. İhtimalleri yazdım. Çünkü sadece askerlikle ilgili olarak ailemden ve bulunduğum bölgeden uzakta yaşamıştım. Acaba başka bir hayat mümkün müydü? Nefsim mümkün olduğunu söylüyordu ama büyük bir kandırmaca içinde de olabilirdim. Nefsimiz kandırabiliyor bizi. Şimdiki gibi video çeşitliliği, bilgiye ulaşma çeşitliliği olmadığından dolayı ben kendi hikâyemi, kendi reçetemi ve sadece bana ve aileme ait olan ilerleyişimizi yazmalıydım ve öyle de yaptım. Belki yüz depo benzin yaktım buralara. Belki onlarca yüzlerce saat zaman harcadım. En önce insan tanımalıydım. Karşıma çıkan her insan ben biliyordum ki beni bir yere taşıyacaktı ve bir şeyler öğretecekti. Bir çaba vardı ortada. O şekilde kurguladığım düşünce ve reçetem sonuçlandı.
Neden Ege’ye göç?
Ruhum EGE’nin kopyası.
Çok basit. Bir kopyalama ile bir taklit etme ile gerçekleştirmedim Ege’ye göç etmeyi. Evet, doğru insanlar haklı, yirmi yedi katlı, otuz sekiz katlı binaların arasında sıkışmışlığın içinde rahat etmek istediklerinde insanların aklına ilk olarak buralar geliyor fakat iş yerleşik düzene, genel yaşama, yaşam değişikliği konusuna geldiğinde olaylar tamamen değişiyor ve büyük bir aldatmacanın içinde olabiliyor insanlar. Tatile geldiğim ve çok hakim olduğum bir bölge olduğu için burayı tercih etmek istedik.
Bu söyleyeceğim şey çok önemli; yatırımı ben insana yaptım. ‘Burada nasılsa yabancıyım’ deyip elime ayağıma dolanacak hareketler yapmadım hiç. Hep kendimi tanıtacak görsel argümanlar koydum ortaya. İleriye yönelik olarak yaptığım bir yatırımım oldu bu. Özellikle Muğla- Ortaca bölgesine gelme sebebim ise; tatil yapma şeklimizin bir otele kapanmak yerine doğa keşfi amaçlı olmasından dolayı kendimize seçmek istediğimiz yaşam tarzımıza uygun olmasıydı. Aslında insan kendini nereye ait hissediyorsa orada olmalıdır. Göç ettiğimiz yer Karadeniz de olabilirdi Güneydoğu da olabilirdi. Esasen en önce insanın kendini tanıması, ailesinin ve kendisinin nerede en iyi hissettiğini bilmesi ve fark etmesidir.
‘’Yeni Köylü Turizmi’’ başlığında bir konu var gündemde. Nasıl yorumlarsınız?
Zaman yok, öğrenmek ve yaşamak için yola çıkmak lazım.
Önceden büyüklerimiz ekonomik nedenlerle köylerden kentlere göç etmişler. Aslına bakarsanız ortalama kırk- elli yıllık bir geçmişi var kendisini direkt hissettiğimiz bu kapitalist düzenin. Dolayısıyla çok fazla geriye gitmeye gerek yok. Bu süreç içerisinde binalar yükseldi, şehirler genişledi, para kazanma ahlakları değişti. Bu ahlakları da değiştirdi. Bunların dokümanı olarak da bir dolu toplumsal sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Dolayısıyla yorulmuş, sıkılmış, birbirine güvensiz bir toplum oluştu. Sonrasında insanlar sakinliği istedi ve aradı. Bunu tetikleyen toplumsal olaylar da yaşadık. Deprem, pandemi vs. Bunlar arka arkaya gelince, önceden elli yılda yüz yılda olan, çok sık, bir-iki yılda yaşanmaya başladı. Dolayısıyla kentten kırsala göç de hızlandı. Bu çok normal. İnsan nefes almak ister. Bunu ekonomik olarak gerçekleştirmeye gücü olmayanlar ‘’Deneyebilir miyiz, acaba beş sene sonra deneyebilir miyiz, bunu nasıl prova edebiliriz, böyle ortamlar var mı?’’ diye sorguladığında, gerek tatile geldiğinde gerekse tarım ile turizmin birleştiği (agro) noktalarda, tatuta çiftliklerinde yaptılar. Böylece köy stajı mantığında oluşan yerler büyük ilgi görmeye başladı.
Neden insanlar kendi köylerine dönmeyi seçmez?
Hadi gel köyümüze geri dönelim.
İçerik ürettiğim için, gerek video çektiğim, gerekse görüştüğüm, konuştuğum insanlardan gördüğüm kadarıyla kendi köyü Ege bölgesinde bir yerde değilse diğer yerlere dönen kişilerin sayısı az. Tabii ki bu çeşitli sebeplere bağlı. Kimisi yakın akraba ve çevresinden uzak olmak istiyor. Kimisi soğuk memlekette yaşamak istemiyor. Kimisinin köyünde artık anlaşabileceği kimse yok. Ayrıca çoğu insanın tatil alışkanlığı deniz ile bağlantılı olduğu için, bir gün orada yaşar mıyım düşüncesi oluşuyor. Sıcak yerin insanı rahat, güler yüzlü olur ve moral verir. İnsanların morale, gülmeye ihtiyacı var. Bu da bir sebep. Bir de yakın çevresi insanı çok sıkıyor. Olabildiğince uzak olmaya çalışıyorlar. Bunların hepsine, eğitim, anlaşılabilmek, inançların ve sempati duyulan şeylerin karşı tarafa dayatılmayan yerde olma isteği gibi gözlemlerim oldu.
Göç ettikten sonra adaptasyon zorluklarınız neler oldu?
Alışmak, sevmekten zor geliyor.
Yeni yaşam değişikliği yaşayan insanların gideceği yerlerde onları bekleyen sıkıntıları aslında eğer atlatabilirlerse güçlü kalabilirlerse sonrası daha kolay olabiliyor. İlk yedi-sekiz ay alıştığımız çevreden koptuktan ve arkadaş bolluğundan daha izole bir biçime geçtikten sonra elbette bir boşluğun içine düşüyor insan. O sürede dışarıda aktif olan birisi olarak ailemde, eşimin sosyalleşme ihtiyacının yeterince olgunlaşmadığı dönemde sıkıldığını, daraldığını hissettim ve bu hissini benimle paylaşmıyordu. Geriye, şehre dönüş yoktu ve tamamen bırakın gemileri yakmayı limanları yaktığımız bir tercihte bulunmuştuk. Dolayısıyla eşim de bunu bildiği için beni zorlayacak hiçbir şeyi benimle paylaşmayı bırakın ima dahi etmiyordu. Anne-babalarımızı, akrabalarımızı özlediğimiz zamanlar hemen ulaşmanın mümkün yollarını bulup özlemimizi gidermek için de çok fırsatlar yarattık. Bir de bizim sürecimiz tam yaz dönemine denk geldi ve fazlasıyla misafir ağırladık. Bu durumda ailemin adaptasyonuna destek vermiş oldu.
Ardından bir YouTube kanalı geldi. Bu girişimi hangi duygu ile başlattınız? İçeriğinde neler var? İzleyici bu YouTube kanalında neler izliyor?
Akla kapı açtım, iradeyi elden almadım.
Youtube kanalımı açmamın ilk nedeni yaşadığım buradaki zorluklar ve sıkıntılardı aslına bakarsanız. Benim için özel olan, anlatamayacağım problemler yaşadım burada. O kadar hazırlanmama rağmen karşıma çıkan olay ve insanlardan dolayı tahmin edemeyeceğim zorluklar yaşadım. Bunları atlattıktan ve biraz daha rahatladıktan sonra ‘’aman ve dikkat’’ başlığı altında ‘’İnsanlar bunları yaşamamalı, bu yaşadıklarımı insanlara anlatmalıyım.’’ dürtüsüyle, fayda vermeyi seven biri olarak açtığım bir kanal oldu. Bunu insanlara elime bir kamera alarak anlatmaya başladım.
O sırada pandemi dönemine girdik. Pandemi patlayınca insanlar seksen m2’lik evlerinde güzelleştirmeye başladığımız hayatlarımızı izlemeye başladılar. Daha önce herhangi bir çekim tecrübem olmamasına rağmen içinde bulunduğum durumu kanıksamaya başlıyor ve gelişmeye devam ediyordum. Ailemin dışında birilerinin sevmesi ve birilerinin haz etmemesi durumu, hakaretlerin ve övgülerin gelişini aynı anda yaşıyordum. Ekranda olmanın tadı da damağıma çalınmıştı. Hepsi beraber giderken kendimi sorgulamalarım zaten hep devam ediyordu. İnsanlara faydalı olmak amacıyla açtığım kanal, üç bin km. uzaklardan gelen mesajlarla daha da anlam bulmaya başladı.
Gittikçe kalabalıklaşmaya başladık ve insanların ilgisinin bu konular özelinde giderek arttığını fark ettim. Bu hal beni yolumda daha da keyifli hale getirdi. Amacım, beni bu yeni yaşamımda destekleyen ve zorlayan konuları insanlara anlatmaktı, rol model olabilmek ve doğruyla yanlışın kardeş olabileceği durumunu anlatabilmekti. Yeni yaşamlar, yeni insanlar, yeni yaşanan tecrübeler… Çünkü birinin yaşadığı tecrübe televizyondan farklı olarak gerçek olduğu için ayıklanmayan doğrularla karşılaşmalarını sağlıyordu. Yaklaşık kırk-elli video kadar beni tam anlayamadılar ama ben gözyaşlarımı silip anlatmaya devam ettim. Bu sorumluluğun farkındaydım.
Videoların izleniyor olması ve yorumlar ufak da olsa, özgüven vermeye başladı. Özgüven içerik oluşturmamı sağladı. İçerikler istek yarattı, istekli olunca güzel videolar çıktı ortaya. Övgülerle ve yergilerle birlikte seçtiğim içerik ve konular daha da şekle girdi. İnsan hayatını kısıtlamasıyla birlikte pandemi dönemi, YouTube’da bu içerikte videoların motivasyon yarattığını gösterdi bana. Ormanda ağaçların arasında, tavuklarla kırsalda vakit geçiren birisi olarak seyredilmeye başlandım. Şehirdeki insanlar yukarıdan aşağı bakıp bekçi görürken, biz ailemizle bahçemizde hayvan ve bitkilerle atlattık o dönemi.
Yaşam hikâyeleri ve merak edilen konuları gerçek tecrübelerle sunmaya çalışıyorum. Bu yolda doğayı seven, yeşilin-oksijenin değerini anlayan, bu topraklarda doğayı sevip, tarım yapmak isteyen insanları konuk ediyorum ve birlikte doğa ile işbirliği yapmanın keyfini çıkartıyoruz diyebilirim.
Özellikle yurtdışı kaynaklı çok takipçiye sahipsiniz. Neden?
Hiç km’lerce uzaktaki evlere izinsiz girdiniz mi?
Yurt içinden kırsalda yaşamak isteyenler olduğu gibi yurt dışından da uzun yıllardır yaşayan gurbetçilerimiz özellikle pandeminin etkisiyle ülkelerine dönmek isteği oluştu. Bundan sonrası için de Ege bölgesinde yayın yapan biri olarak karşılarına çıktım. Dolayısıyla yurt dışı izleyicimiz çok.
Burada yaşarken en zor ve en güzel deneyimleriniz neler oldu?
Her sorunda buraya aşık oldum.
Şimdi bu bölge özelinde konuşmak gerekirse eve iş taşımak zorunda kalmanın içinden bahsedebilirim. Çünkü bu bölge genel itibariyle ekonomik olarak rahat olduğun zaman yaşanabilecek bir yer haline gelmiş. Burada iş yapıyorsan genel itibariyle yüzde seksene yakın bir oranda iş akış şekline göre iş yapan sektörlerde olan biri oluyorsun. Bu da altı ay para kazanıp altı ay kazanmaman gibi olabilir. Ödemelerini bile bu şekilde yapmanı istiyor sistem. Zorluklardan bir tanesi de şu olabilir, büyük kentlerde hızlı iş akışı, iş yaptırabilme akışı, insanlardan beklenilen hizmet aynı değil.
Güzel şeylerden bahsedeyim biraz da… Şehir hayatında yemediğim bir sürü sebzeyi ve yemeyi burada yemeye başladım. Bir de çok hızlıydım ve aceleciydim şimdi daha sakin ve yavaşım. Hayatın renklerini yaşayarak, günümü çok verimli kullanıyorum. Azdaki çoğu algılamaya başladım. İnsanları dinlemeyi öğrendim. Sakin yaşamayı öğrendiğim için hızlı ve koştura koştura yaşayan insanları taşıyamamaya başladım. Dünya vatandaşı olmak istiyorum. Herkesi kabul eden bir yapım olmaya başladı. Benim için siyah, beyaz, şu dinde bu dinde, tutulan takımlar, partilerin öneminin olmadığı bir yerde duruyorum yaşamın içinde. Böyle olunca insanların bütününü kabul etmiş oluyorsun. Herkesi kabul edince herkesin de beni kabul ettiğini gördüm. YouTube videolarımdaki ayrım yapmadan çektiğim hikâyelerin içerikleri de buradan yol alıyor. Benim yaşam gailemde bu olsun istediğim için videolarımda beni tamda buradan beslemeye devam ediyor. Dolayısıyla bunlara öncelik veren insanlar gelmeye başladı dünyama. İnsan ilişkilerimde zorlandığımda, bir negatiflik oluştuğunda küsmeyi bıraktım burada. Hiç kimseyle küs değilim. Bu dünyanın en özgür hissi sanıyorum. Manevi olarak sırtında yük kalmıyor.
Bütün bunlardan sonra göğsümün açıldığını hissettim. Ben okulda şiir, yazı okuyamayan biriydim. Özgüvenim yoktu. İnsan ilişkilerinde kısıtlı tutuyordum kendimi. Şimdi aylık üç milyon izlenme alan bir kanalım var ve içimde güzelleşen her şeyin farkındayım.
Youtube kanalı ‘’Muratca’’ da konu edindiğiniz içerikler genellikle göç eden aileler ve toprakla işbirliği yapan insanlar. Bu konuda neler anlatmak istersiniz?
Doğa, hayvan, eşya ve insanı seven herkesle ilgiliyim.
Bu bölge dediğim gibi göğsü açık insanların bölgesi. Uçlaştırmayı, ayrıştırmayı sevmeyen insanların bölgesi. Kimsenin kimseye karışmadığı yerler…
Genelde toprakla uğraşan köylü, şehirli herkes bir tarafa dursun; yaşamını bütün para akış sistemlerini elinin tersiyle iterek değiştirmiş, ikinci yaşamına geçmiş, doğada olmayı seçmiş bir kişiden hayatta zarar gelmez. Özgürlüğünü arayan kişi bir başkasına bilerek ve kasıtlı zarar vermez. Mutluluğunu ve kendini arayan insanın merkezinde kendini bulmak vardır çünkü. Dış uyaranlara karşı tetikte olmaz. Savunmaya geçmez böyle kişiler. Bu insanlar insana, doğaya, eşyaya, hayvana zarar vermez. Benim dört filtrem bu. Zarar vermedikleri için ben de bu felsefede bir insan olduğum için çok çok mutlu hissediyorum. İnsanların da arayışı bu olduğu için yaşamlarının derinliklerine iniyorum, onların izin verdiği alanlar dahilinde. Haliyle YouTube kanalımın çizgileri böyle oluştu. Toprağa ve insana değer veren herkesi kanalımda misafir etmeye hazırım. Bu zenginlikte olan kim olursa olsun benim kanalımda yer alacaktır.
Kanalımın genel olarak felsefesini söylemek gerekirse; akla kapı açıp, iradeyi insanlara bırakacak bir yol göstermeye çalışmak.
Kentten kırsala göç etmek isteyen insanlar, ekonomik olarak geçimlerini nasıl sağlayabiliyor?
Az’daki çoğu görün.
Bu bölgeye üç şekilde geliniyor. İlki emekliler, ikincisi ekonomik olarak sorunu olmayanlar, üçüncüsü işini taşıyanlar ki en zoru o. Şehirde iş yaparken yaşam değişikliğine gitmek isteyen kişiler için büyük bir handikap oluyor. Büyük şehirdeki gibi olacağını varsayıyor. Bunun altyapısını tahmin ederek bir hazırlık sürecine gidilmeli. Şuan dijital çağda teknolojinin bu seviyesinde artık kırsalla teknolojiyi harmanlayıp bilinçli hale gelmek daha kolay hale geldi. Kırsalda ürün geliştirip bir şeyler yapmak isteyen insanların emeği, teknolojiyi ve dijitali bir araya getirmesi gerekiyor. Ama şu da unutulmamalıdır ki; köy ve kırsal yerlerde paylaşım imkanı daha fazla olduğu için, geçimi olumlu olarak etkileyen faktörler daha fazla öne çıkıyor.
‘Egeday’ adında bir sosyal platformunuz var. Kuruluş amacı nedir ve ne iş yapar?
Dayanışmanın hazzını yaşıyoruz.
Bu derneğimizi bir gün ulusal basına duyurabilmeyi hayal ediyordum, sanırım yavaş yavaş gerçekleştiğini görmek ayrıca mutlu ediyor beni. Egeday, ailecek göçümüzü gerçekleştirdikten sonra özellikle pandemide kanalımın izlenme oranının artışıyla birlikte, buralarda yaşam değişikliği ile ilgili olarak ve aklında çokça fazla soruları olanların derneği…
Kanalımdan dolayı yurt içi ve yurt dışından birçok soru ve mailler almaya başladım. Kamera arkasındaki insanlar hayatıma girmeye başladı. Çok büyük bir afallama dönemi geçirdim ve insanlarla hayır diyemediğim, kurumsal bir terbiye aldığımdan dolayı hiçbir soruyu yanıtsız bırakmama gibi bir tarzım vardı ve bu zaman zaman beni zorlamaya başladı. Bundan dolayı insanların sorularına çeşitlilikle cevap bulabileceği, burada yaşayan ve hayatını değiştiren insanların da bundan sonraki kalan yaşamını eğlenceli ve kolay yaşayabilmesi açısından, tamamen bu temele oturmuş bir grup hayalim vardı ve bunu gerçekleştirmiş oldum. Bunun da ismi ‘Egeday’ oldu yani Ege Dayanışma Grubu. Şuan on iki bin kişi olduk.
Ara ara toplanarak organizasyonlar yapıyoruz. İnsanların ekranlarda izledikleri bir kişi olarak insanlara en yüksek saygımla vakit ayırmaya çalışıyorum. Naçizane kendi branşımla ilgili olarak tanınan biri olarak kucaklaşmayı da seven birisi olarak ara ara Türkiye’nin çeşitli illerinde kucaklaşma organizasyonları düzenliyoruz. Yaptığım işler ve hayat düzenim buna müsait. Müsait olmayabilirdi. Yani geçimini tarımla veya hayvancılık ile yapan ve gün boyu çalışarak video yapan biri de olabilirdim O zaman bu belki imkan vermezdi. İlgilileri için Facebook’tan sayfamızı takip edebileceklerini söyleyebilirim.
Malum ülkemiz tarihin en büyük acılarından birini yaşadı. On bir şehrimiz nerdeyse yok oldu. Gördük ki güvenlik ve yaşadığımız yuvamız her şeyimiz. Bunu yaşadıktan ve olası bir depremden sonrası bu acıyı yaşamamak için insanlar göç etmeye başladı. Bize bu konu hakkında tavsiyeniz ne olur?
Anıların kaybolması kalanlar için hepsinden acı.
Her şeyden öncen hepimize hem baş sağlığı diliyorum hem de geçmiş olsun. Umarım benzer bir acıyı hem ülkemiz olarak hem de toplumsal olarak yaşamayız. Elbette bu tür bir sebepten ötürü göç etmek yıkıcı oluyor. Çünkü kimse, zorla anılarının olduğu yeri istemeden terk etmeyi tercih etmez. Bunu buraya gelen depremde zarar görmüş, evlerini kaybetmiş takipçilerimizi dinleyince anladım. Ben yetkili, inşaat mühendisi veya söz sahibi biri değilim fakat düz mantığımla konuştuğumda, dünyamızda depremler olacak, bu gerçek. O zaman gerekli tedbirler ve dikkat edilmesi gerekenler düşünülürse daha az zararla bu sorunları atlatacağız.
YouTube kanalında en çok izlenen videonuz Abla-Kardeş’in hikâyesi oldu? Sizce neden?
Tatlı, gerçek ve meraklı bir müstakil yaşam.
Bir abla kardeşin Muğla-Milas’taki göç etme hikâyesini içeriyor. Fakat abla videoda gözükmeyi tercih etmedi. Genelde çekirdek bir aile göç etmeye karar verir. Burada anne baba değil, iki kız kardeş göç kararı alıyor. Sanıyorum izleyicilerimize ilginç gelen bu oldu. Bir köy evinin basitliğini, sıradanlığını, küçüklüğünü ve işlevselliğini gördü izleyicilerimiz. Belki tüm sebebi budur. Benimde videolarını çektiğim insanlara çok büyük bir saygım olan ‘ne istiyorlarsa, onu yapma’ başlığı altında, köylerinin tam olarak nerede olduklarını paylaşmak istemediler. Ben de bu tarz isteklere büyük bir hassasiyetle yaklaştığım için kanalımdaki tüm videolar özel hayatlara, misafirlerimizin izin verdiği içerikte kalmaya özen gösteriyorum.
Aslında genel bir yorum yapmam gerekirse ben videolarıma hazırlanıyorum ama hazırlanmıyorum. Kanalımda bana çıkış yaptıran video ve benim de artık kendimi tanıdığım ‘evet bu yoldan gitmeliyim’ dediğim video havada kara bulutların olduğu bir andı. Çekim için gittiğim bir evde ‘’Acaba çeksek mi çekmesek m?’’ diye düşündüğümüz bulutların bir on dakika dağıldığı ve o ara güneşin çıktığı ortamda çektiğimiz video milyon izlenme aldı. Nedenini bilmiyorum. Sorularım hazırdı ama aslında hazır değildim.
Yaşam değişikliği yapmak aşamasında olan insanlara son olarak neler söylersiniz?
Tecrübeler sizi doğru yönlendirir.
Yapılan en büyük hatalardan bir tanesinin de şu olduğunu gözlemledim; insanların şehirlerde yaşadığı o sıkıntı atmosferinden, telaştan, zorunlu ve agresif insan ilişkilerinden dolayı artık bu yerlerden ve bu duygulardan kaçmak istedikten sonra yeni gittikleri yerde tamamen insanlardan izole olarak, yaşamak isteği oluşuyor. Çünkü bu sebeplerden dolayı insanın gözüne bir perde iniyor ve insan görmek istemiyorlar ama söyleyebilirim ki bu en fazla altı ay sürebilir. İnsan sosyal bir varlık. En büyük özelliği bence bu insan olmanın. Evet insanlar bu hislerden kaçma eğiliminde olabilirler ve hatta haklı bile olabilirler. Ama insansız olmaz. Çok extrem durumlar var, onlar ayrı. İnsan sevmediği yerden kaçıp gidip, sevdiğini ve mutlu olduğunu düşündüğü yerdeyken bunu tek başınayken sürdürebilir bir şekilde yaşaması mümkün değil. Paylaşmak insan için en güzel duygulardan biri. Anlayış çerçevesini çok geniş tutmak lazım.