İnovasyon performansını besleyen en önemli parametre araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinin varlığı. Ülkemizde de birçok işletme bu doğrultuda Ar-Ge merkezleri kurmakta. T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı istatistiklerine göre 2020 senesi itibari ile ülkemizde 1239 Ar-Ge ve 371 tasarım merkezi faaliyet gösteriyor ve bu merkezlerde yaklaşık 73.000 kişi çalışıyor. Gayrisafi yurtiçi hasıladan Ar-Ge faaliyetlerine ayrılan oran yaklaşık %1 ve bu oran Türkiye’yi Global İnovasyon Endeksi’nde 39. sıraya yerleştiriyor. Yani Ar-Ge için çok da fena sayılmayacak bir para harcıyoruz. Ancaaaak, Ar-Ge’ye yaptığımız yatırımlar açısından 39. sırada yer alırken inovasyon başarısı açısından 51. sıradayız. Yani harcadığımıza oranla daha düşük çıktı yaratıyoruz. Hadi bunun potansiyel sebeplerine bakalım.
İşte Ar-Ge merkezlerinin attıkları taşın yeterince kurbağa ürkütememesinin 6 sebebi:
1- Orta düzey verimlilik: Bu durum aslında Türkiye’nin genel sorunu ve tüm çalışma hayatımızı etkiliyor. Uzun çalışma saatleri ile kendimizi çalışkan ilan edebiliyoruz. Ancak 1 saatlik çalışma sonrası neyi ne kadar ürettiğimiz ya da 1 senelik toplam çalışma saatlerimiz ile gayrisafi yurtiçi hasılaya olan katkımız OECD, ILO ve diğer kuruluşların raporlarına göre gelişmiş ülke çalışan rakamlarının oldukça altında.
2- Kaynakların etkin kullanılmaması: Ar-Ge yatırımlarına yapılan harcamaların ve dağıtılan teşviklerin “gitmesi gereken yerlerden” ziyade “gitmesi istenen yerlere” yönlendirilmesi.
3- Proje teşvik başvurularını değerlendirme süreç ve jürilerine olan güvensizlik: Parlak projelerin geri çevrildikten sonra aynı projenin birkaç ay sonra başkaları tarafından teşvik alabildiği öykülerinin ağızdan ağıza, kulaktan kulağa dolaşmaya başlaması.
4- İşgücünde farklılıklara yer verilmemesi ve yönetilememesi: Benzer İK stratejileri, benzer örgüt kültürleri ve benzer fonksiyonel yapılanmalar ile farklı sonuçlar beklenmesi. Merkezlerde çalışanların yaklaşık %75’i erkek, %25’i ise kadın, mezun oldukları alanlar mühendislik ve işletme üzerine odaklı. Tasarım merkezlerinde güzel sanatlar alanından mezunlara tek tük rastlanabiliyor. Farklı alan ve disiplinlerden çalışan sayısı yok denecek kadar az. Değişik bakış açıları sunabilecek antropoloji, felsefe vb. alan mezunlarının buralar için uygunsuz bulunması, kadın ve erkek harici cinsel kimliklere ise hiç girmiyorum (istisnalar varsa o merkezlerden özür dilerim).
5- Takım çalışması eksikliği: Takım çalışması etkinlik, hız ve yaratıcılığı olumlu etkiliyor. Ancak ülkemiz Ar-Ge merkezleri üzerine yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde bu merkezlerde takım çalışmasının bulunmadığı ya da çalışanların takım çalışmasına yatkınlıklarının düşük olduğu ortaya çıkıyor. Aslında kolektif yaşam biçimine sahip bir toplumda bireysel çalışma durumu kültürel olarak kolay açıklanabilecek bir bulgu değil. Bunun bir açıklaması çalışanların sahip oldukları bilgiyi iş ve gelecek korkusu ile kendileri için saklamaları olabilir.
6- Başarının yeni ürün, hizmet ya da alınmış patent sayısı ile ölçülmesi: Bu tür kriterler gerçekçi olmayan Ar-Ge performans ölçümlerine yol açabiliyor. Aslında bu tür ölçümler dünyanın birçok ülkesinde görülebiliyor. Alınan patent sayısı, Ar-Ge ve inovasyon performansı açısından bir gösterge olarak kabul edilse de her ürün ya da hizmete dönüşmüş patent pazarda başarıya ulaşamıyor. Doğal olarak yanlış ölçtüğünüzü doğru yönetemiyorsunuz. Alınan patent sayısından ziyade bu patentin piyasaya sürüldükten sonraki senelerde yarattığı finansal ve pazar performansını takip etmek gerekiyor. Son senelere ait bilimsel çalışmalarda bu kriterin göz önünde bulundurulduğuna şahit oluyoruz.
Ar-Ge ve tasarım merkezlerinin verimliliğinin sadece teknik ya da yönetimsel nedenlere değil, kültürel nedenlere de bağlı olduğunu görüyoruz.
Teknik ve yönetimsel sebeplerin nispeten kısa ve orta vadede çözülebilmesi ya da iyileştirilebilmesi mümkün olsa da toplumsal ahlak ve kültüre bağlı sorunların daha radikal ve uzun vadeli çözümler gerektirdiği yadsınamaz bir gerçek.
Sevgiyle kalın…