Hikayem masal gibi. Ama yaşanmış iki gerçeği içeriyor. Önce kısaca, bir yazardan söz edeceğim. Çünkü, o yazar da Dersim’de yaşanmış “anlık” bir durumu yaşamıştır. O iki anlık durum, birbirlerini hatırlatır. Yazarınki Dersim’dekini, Dersim’deki yazarınkini hatırlatır…
Yazar, “Dostoyevski”. Rus biri. Yirminci yüzyılın başlarında ölüyor, yani 1881’de.
Ama ölmüş de sayılmaz. Çünkü, sadece Edebiyat adamları değil, bilim adamları da hala O’nu çözümlemeye çalışıyorlar…
Hepsini saymaya gerek yok. O; Karamazof Kardeşlerin, Suç ve Ceza’nın, Budala’nın ve İnsancıklar’ın yazarı…
İnsan Dostoyevski’nin, bu eserleri nasıl yazabildiğine şaşıyor. Çünkü, O; “çok sağlıksız” biridir… Buna karşın, hep gerçeğin peşindedir. Daha çok şey bilmek ister. O nedenle olacak ki, Avrupa ülkelerini dolaşır. Ama hep huzursuzdur…
Huzursuzluklarından biri O’na pek pahalıya mal olur. Evet, “Çarlık” yönetimi de O’nu huzursuz etmektedir. O nedenle, muhalif gruplarından birinin içinde yer alır. Farkına varılır: Grubun belirginleriyle birlikte tutuklanır. Yargılanırlar ve kurşuna dizilmeye mahkum edilirler.
Mahkumlar, artık kurşunların hedefleri olarak dizilmişlerdir. Ve işte o an: Çar ölüm cezalarını çeşitli cezalara çevirmiştir… Dostoyevski’ye, Sibirya sürgünlüğü düşmüştür…
Bir tarihte, Dersimde çok insan ölüyordu. Köpekler çok uzun uluyorlardı… Öleni çoktu ama, “ağıt” sesleri duyulmuyordu. “Feryad-ı figan” sesleri duyuluyordu.
Küçük bir mezrada artık sessizlik vardı. Çünkü mezradan birkaç kişi, epey zaman önce, götürülmüştü. O nedenle, geride kalan mezralılar, saklanmaya gerek görmemişlerdi. Oysa mezra geniş bir ormanlığın eteğindeydi.
Ama sandıkları gibi olmamıştı. Gene gelinmişti. Bu sefer geride kalanların tümü, mezradaki bir ağacın altında götürülmüşlerdi. Artık olacak bekleniyordu. O ara, adamlardan biri görevliden bir sigara istemişti. Görevli sigarayı vermiş ve şöyle demişti:
“Bakalım bir sigaralık ömrün var mı?”
Adam sigarayı içe dursun; bir süvari dolu dizgin gelmiş ve görevliye bir kağıt uzatmıştı.
Ve işte o an: KURTULMUŞLARDI!...
Ağladılar… Birbirlerine sarıldılar… Ve toprağı öptüler…
RIZA CAN