Tarihi sözde bütün yollar Roma’ya çıkarmış, derler. Bizim ülkemizde de bütün yollar Ankara’ya çıkarmış. Ankara, ülkenin başşehridir. Bütün ülke Ankara’dan yönetilir. Ankara’ya çıkan yollar, hergün derdine deva, sorunlarına çözüm arayan insanlarla dolar. Ülkeyi yönetenler, çözücüler oradadırlar. Ülkenin en eski en ünlü hastaneleri, doktorları, üniversiteleri, okulları, oradadır. Dünyada, tanıdığımız bütün ülkelerin temsilcileri oradadır. Bayrakları orada dalgalanır. Ülke yönetimine talip partilerin genel merkezleri oradadır. Genel başkanları da orada oturur.
Ülkenin 81 iline yayılmış devlet görevlileri oradan atanır. Ülkeyi yönetecek kanunlar, orada, seçilmiş mecliste yapılır. Ülkenin imarı, harcamaları için para oradan gönderilir Ülkeyi, bütün halinde yeterince tanımayanlar oradan ülkeyi yönetirler.
Kişisel sorunları olanların yanında illeri, ilçeleri yönetenler illerinin, ilçelerinin sorunlarını telefonla veya resmi yazıları ile çözemeyenler, Ankara’ya çıkan yollara düşerler. Belediye başkanları, ihtiyaçları para için sık sık Ankara’nın yollarına düşerler. Siyasi partililer, partileri için, takip ettikleri işler için sürekli Ankara yollarında olurlar. Torpille iş takip etmek, ihale almak isteyen paralı itibarlı kişiler de Ankara yollarında olurlar. Ankara’nın sokakları, hep kravatlı çantalı kişilerle dolar, taşar.
Aralarına katılmak istediğimiz, uygar kalkınmış ülkelerde, ülke tek elden başkentten yönetilmez. Eyaletler adı verilen, bulundukları illerden seçilmiş. Bölgeyi, illeri yakından tanıyan, orada yaşayan seçilmiş, insanlardan oluşan, meclisler tarafından paylaşılarak yönetilir. Torpilin, yanlılığın, olmadığı kurulu uygar düzenlerinde, kimse iş takip etmek için başkentlerine gitmez. Çünkü o ülkelerde, herkes hak ettiğini alır. Çünkü o ülkelerde, ünlü hastaneler, okullar, fabrikalar ünlü büyük kentlere değil, bütün ülkeye dağıtılmışlardır. Başkentin farklılığı, imtiyazlığı yoktur, O ülkelerde.
Denizi, tatil yerleri olmayan Ankara’ya tatil için gidilmezdi. Biz, koca bir yılın sonunda ancak kısa bir tatil için zaman bulabildik. Onu da, Ankara’da bizi heyecanla bekleyen DİLAN’ın yanında geçirmeye karar verdik. Uçak ücretleri, bu mevsimde ucuzladığından, otobüs fiyatına uçakla, Ankara’nın yollarına düştük.
Hava alanları, artık eskisi gibi parası olan seçkinlerin inip bindiği alanlar değil. Halktan hemen herkesin, engellilerin inip bindiği seyahat ettiği alanlar olmuş. Tanıdık bir arkadaşın, bize göz kulak olmamız için emanet ettiği engelli yürüyemeyen annesine, bizim göz kulak olmamıza gerek kalmadan hava alanındaki görevliler göz kulak olup, gerekli hizmeti yaptılar.
Yaklaşık bir saat geç kalmamıza, kuyrukta uzun süre bekletilmemize rağmen, Başkente, Tunceli’den, Elazığ’a gitmekten daha az bir zamanda gittik. Elazığ, Ankara arası yolculuğumuz, bir saat sürerken, hava alanından gideceğimiz yere ancak bir saatte gidebildik. Ankara’nın büyüklüğüne yakışır şekilde, arabaların sel gibi aktığı caddelerde, adeta yerimizde sayarcasına yayalar gibi yol aldık.
Yol kenarında gördüğümüz, TOKİ’nin gökdelenleri, bir zamanlar Başkentin Kızılay’daki emekli sandığının yaptırmış olduğu ilk ve en büyük gökdelenini çoktan sollamış. Ankara’nın içinde yeni Ankara’lar kurulmuş. Bir zamanlar Ankara’nın çok uzağında olan küçük peronlu hava alanı, büyüyerek yayılmış, giderek şehrin içinde kalmış.
‘MAVİŞ’ adını koyduğu köpeği ile büyük annesi ile büyük babasını sevinçle karşılayan, sevinen DİLAN, kuzeni bebek ARYA’yı sordu.
Gelişimizin ikinci günü, henüz Ankara’nın havasını teneffüs etmeden, Ankara’dan, Tunceli’ye gelmiş misafirlerim, Tunceli’den aradılar. Köşemde zaman zaman konuk ettiğim İbrahim KORKMAZ’la ilgili iddiaları soruşturmak için gelmişler. Sayın Milli Eğitim Bakanımız, kendilerine gönderdiğim bir köşe yazıma duyarlılık göstermiş. İleri sürülen iddiaların araştırılması için, iki bakanlık görevlisini, Tunceli’ye göndermiş.
Sayın Milli Eğitim Bakanımız, kendisinden beklediğimiz duyarlılığı göstermiş. Devletin güvenirliğine, saygınlığına yakışanını yapmıştı.
Geldiğimiz gün, Ankara’nın havası solunum hastalıklarına davetiye çıkarırken, bir sonraki çıktığımız güneşli, sıcak bir günde, Ankara’nın ilk, tarihi güzide semti SAMAN PAZARINDAN, yüksekten dumanların kaplamadığı, gök delenleri ile ucu-bucağı, görülmeyen, Ankara’yı seyrettik. Nemrut, dağındaki kadar olmasa da Ankara, kalesinin önünde, güneşin batışını izledik.
Eve, yine trafik selinde arabamızla, yayaların yürüyüş hızından düşük korkarak, yürüyerek geldik.
Ankaralıların, sürekli yaşadıkları gibi.
Fikri TAŞ