Köy denildiğinde nedense hep deliler çocuklar ve eskiciler gelir aklıma. Bütün milletin işi gücü yokmuş gibi ya bir deliyle şakalaşırlardı yada bir eskiciyi beklerlerdi. Biz o eskiciyi hep bekledik gelse de eskimiş demirleri verip iki kuruş para alsak, bu arada köyde parayla alabileceğimiz bir şey de yok maksat bir sakız parasıyla vakti neşelendirmek…
****
Böyle büyüyorduk yeniyi bilmezdik eskiyi severdik hele bide pantolonlarımıza yama yapıldı mı köyü fişek hızıyla dört dönerdik. Biz çocukluktan yamalıydık. Naylon ayakkabılarımız vardı, mavi sarı turuncu hep turuncuyu isterdim çünkü çok bulunmazdı o renkten. Aslında ben renkleri de çok karıştırırdım hiç öğrenemezdim. Gökyüzüne bakıp bu renk boşluk derdim evet kocaman bir boşluk bütün insanları o boşluğa koysak sonsuza dek özgür olacaklar değil mi? …
*****
Bakın iyiki de rengini öğrenememişim gökyüzünün. Her neyse eskiciyi delileri ve çocukları anlatıyordum. Bizde deli kelimesinin etimolojisi sevgiden geliyordu. Deli demekle deliden çok öte bir mana vardı içimizde. Hatırlıyorum ablam bir deliye demiş ki: "Ölsende bisküvi yesek" kapımızın önünden her geçişinde "öleyim de bisküvi ye" derdi. Öldü(!) ablam büyümüştü ölmenin ne olduğunu biliyordu ve ağlıyordu. Bisküvi yedi mi diye sorarsanız ne ablam ne biz bir daha hiç mezar bisküvisi yiyemedik... Biz çocuktuk onlar deli. Biz büyüdük eskileştik onlar toprağa çiçek oldu. Bütün çiçekler sizsiniz deliler ve eskiciler.
Dersimli Suzan ONAY
Trakya üniversitesi- Edebiyat Fakültesi-Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü