Zazaca’nın Dersim lehçesinde yazılan şiir üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan biri Kamer Söylemez, diğeri ise Hasan Yıldız. Neden bu iki şairi bir arada değerlendirdiğimi makalenin içinde bulacaksınız.
SÖZLÜ ANLATIDAN YAZILI AKTARIMA DERSİM EDEBİYATI – 2
HAYDAR KARATAŞ – ÖZEL DOSYA
„…Aman aman bu insanlıktır
Ne gözleri var ne kulakları
Ey benim toprağım seni öpüyorum
Sıcak… ve yumuşak…“ (Kamer Söylemez)
Zazaca şiir deyince, Dersim edebiyatının iki usta şairi : Kamer Söylemez ve Hasan Yıldız
Bir süredir azınlık edebiyatı üzerine okuyorum, Türkçe dilleri dışında yazılan şiir, hikaye, roman… Türkçe dışıda deyince akla hemen Kürtçe yazılanlar gelir elbet, ne yazık ki Kürtler politik olarak hayatı fazlasıyla meşgul etmelerine rağmen, edebiyatta ciddi bir dağınıklık içindeler. Kürt entelektüelleri ve Kürtçe yayın yapan medya, edebiyatın, toplumdaki önemini henüz kavramış değiller. Ancak bütün bunlara rağmen, azımsanmayacak bir Kürtçe edebiyat var, ilk modern Kürtçe romanı yazan Erebo Şemo’dan bu yana, Kürt Romanı okuma Klavuzu yazan, Abidin Parıltı ve Özlem Galip, Kürtçe, Zazaca, Soranice dillerinde 242 roman eserinin olduğunu liste halinde kitabın arkasında belirtmişler. İnsan hayretler içinde kalıyor, dünyada 6 bin yediyüz civarında dil bulunuyor, bu dillerden edebiyat ürünü verebilen dil sayısı sadece 76’dır. Yani dünyanın yarısı dilsiz! Peki nasıl oluyor da, eğitim ve kamusal alanda kullanılmadığı halde Kürtçe, Zazaca ve Soranice’de bu kadar çok eser verilebiliniyor? Bu sevindirici elbet.
Ancak ben Kürtçe okumasını bilmem, bu makalede esas olarak Dersim dillerinde verilen şiir üzerine, daha doğrusu Dersimli iki şairin şiir geleneklerine dair bir iki kelime söylemek istiyorum. Daha pek çok şair vardır elbet, Kürtçe’nin Dersim here-were lehçesinde de şiir yazan vardır (ben bulamadım) ama ben daha çok kendimi zorlayarak okuduğum Zazaca’nın Dersim lehçesinde yazılan şiir üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan biri Kamer Söylemez, diğeri ise Hasan Yıldız. Neden bu iki şairi bir arada değerlendirdiğimi makalenin içinde bulacaksınız.
Bu iki dil hünerlisi şairin şiir geleneğine geçmeden önce, Zazaca şiir geleneğine de vurgu yapmakta yarar var.
Zazaca yazı dili, ilk dönemlerde esas olarak Kürtçe dili içinde kendini ifade etme alanı buldu. Akraba diller olması nedeniyle, Zazaca’nın alfabesi de Kürtçe eksenli oluşturuldu denebilir. Uzun bir dönem Kürtçe ve Zazaca yan yana büyüdü, büyük kardeş küçük kardeş muamelesine dair söylenceler bu birliktelik döneminde yavaş yavaş oluştu denebilir…
Ancak Zazaca ürün veren ilk şairler, deneme yazarları kendini Kürt dilinin bir parçası görüyorlardı ve gayet uyumlu bir ahenk içinde de bu iki yasaklı dil yana yana büyüyordu. Sözsel anlatıdan yazılı aktarıma geçen diller, genelde birbirine karşıt büyümüşlerdir. Bunun pek çok nedeni var, gönül isterki diller içiçe bir barış içinde birbirlerini besleyerek gelişsinler, yazılı aktarımlarını eşzamanlı diğer dile çevirsinler ve duygudaşlık paydasını korusunlar.
Ancak Kürtçe’nin içinde alfabe ve geleneğini oluşturan Zazaca yazan yazarlar, ne yazık ki 1990’lı yıllara gelindiğinde bu içiçe gelişmenin açıktan açığa sekteye uğradığı görülür. Bunun pek çok politik ve konjektürel nedeni vardır elbet, bunlar üzerinde durmak bana düşmez. Şu kadarını söylelesem bu iki dilin neden gittikçe birbirden koptuğunu da edebiyat sınırları içinde açıklamış olurum: bu birliktelik, karşılıklı edebi geçişkenlikler yerine, politik bir argümanla korunmaya çalışılıyordu. Bir örgüt içindeki zazaca ve Kürtçe yazanlar edebi paylaşımlar yoluyla değil, örgütsel ortaklıklar çerçevesinde bir araya geldiler. Mesela Zazaca yazılan bir şiiri Kürtçe diline çevirmediler, Kürtçe yazılanı da Zazacaya, aslında her iki dilde ürün veren yazarlar eserlerini ortak kullandıkları Türkçe çeviriyle beraber vererek de, bu ortaklığı koruyabilirlerdi. Ancak süreçle birinin yazdığını diğerinin anlamadığı bir durum ortaya çıktı ve duyusal bir yabancılaşmaya yol açtığı görülür.
Modern Kürt ulusunun teorik oluşumunun 1990’lı yıllarla birlikte bir doyum noktasına ulaştığı faktörünü de değerlendirmek gerekir. Politika ile uğraşan kesimler bu gelişmeleri takip edemediler gibi gelir bana. Zaten bizde politikacılar edebiyatı pek sevmezler de, geleceklerinin oradan geçtiğini görememek, her daim siyasetçiyi hayatın dışına itmiştir. Kürtlerin artık modern ulus dizgesini oluşturmasıyla, Zazaca yazan şair ve yazarların oradan bir kopuş sürecine girdiği görülür.
Bir dilin akraba dil ailesinden kopmasının sanıldığı gibi yarardan çok zararı vardır. Ilk başlarda göreceli olarak bir yükselişe geçer, ancak kısa bir sürede ayrışan dil hızla uluslaşma sürecine girer ve kendini sınırladığı görülmüştür. Ulusçu fikriyatın edebiyata hakim olmasını bu sebeple her daim sakıncalı bulururum, dili sıkıştırır, kuru, esnek olmayan bir ürün verme sürecine sokar sanatçıyı. Türk edebiyatında da bunu görmek mümkündür, Servet-i Fünun edebiyatı henüz Türkçe edebiyatın başlangıcı olmasına rağmen, edebi derinliği Cumhuriyetin ilk dönem eserlerinden daha zengindir. 1930’lu ve kırklı yılların Türkçe edebiyatı son derece kuru ve abartıya dayanmıştı. Oysa Güneş Dil Teorisi ile atılan Arapça ve Farsça etkiden kurtulma, dili sadeleştiriyoruz şiarı, Türkçe dilini zenginleştirdiği sanılır. Ne yazık ki bu sadece göreceli oldu, bir Orta Asya dili olan Türçe geldiği Anadolu toprağında Arapça ve Farsça, hatta batı dilleri ile ilişki kurmuş ve ruhuna komşu dillerin ahengini yedirmiştir. Dil karşılıklı alır verir, sözkonusu edebiyat olunca, bu alış veriş muazzam bir hikaye oluşumuna da hizmet ettiği görülür. Başka bir dilde hikaye, masal, ağıt nasıl yakılır, nasıl anlatılırı edebiyatçı orada keşfedebilir.
Dilsel kopuşun ilk heyecanı ve enerjisi göreceli bir sıçrama yaratıyormuş hissine sokar yazarı. Bu tehlike gördüğüm kadarıyla Zazaca ve Kürtçe yazan yazarlarda da mevcut. Bir kaç madde halinde, Zazaca’nın Dersim lehçesindeki[1] şiir geleneğinin geçmiş ve bugün ilişkisini kurmak mümkündür.
Bunun ilki Dersim klam geleneğidir, Dersim klam geleneği, hem Dersim Kürtçe’sinde (Here-Were) ve hem de Dersim Zazaca’sında (Be-So) halkın ruhunu dile getiren bu söylence geleneğine dayanır. Kürtçe’nin Dengbej geleneğindeki hikayeyi bir kaç boyutlu anlatma zenginliği, Dersim dillerinde tek orjinli, bazısında en fazla iki boyutlu anlatıldığı görülür, oysa Dengbej’in makam tutturarak sonsuz anlatı geleneği, her ne kadar taklit edilmişse de başarılı olunamamıştır. Ancak Dersim Klam geleneği daha yakın zamana kadar Erivan radyosundan Kürt sanatçıları dinleme alışkanlığı devam etmiştir. On İki Dağın Sırrı romanımda Dengbej’in bu sonsuz anlatı geleneği ile Klam söyleyicilerinin ve Anadolu Ozan geleneğinin nasıl gelip Dersim’de iç içe geçtiklerini anlatmaya çalışırım.
İkinci boyut, Dersim’in Zazaca lehçesinde şiir yazan şairlerin bir taraftan Dersim Klam geleneğinden beslenirken, modern Türk şiirinde ki, şiir yazımını da kendine esin kaynağı olarak aldıkları görülür.
Yani Dersim Zazacasında şiir yazan şairin durumu şudur: dilsel olarak Kürtçe’nin içinde kendine alan bulmuş, orada ifade etimiştir. Bu onun ilk günleridir. Zazaca alfabenin oluşumu, gelişimi önemli bir aşamaya kadar Kürtçe edebiyatla paralel gitmiştir. Özellikle Kamer Söylemez’in şiirinde bu zenginliği görmek mümkündür. Mesala Mehmet Çetin daha çok Türk şiir akımı içinden Zazacaya yönelirken, Kamer Söylemez’in şiiri Dersim halk geleneğine daha yakın durur, yaşlıların Erivan radyosunu dinlemek, Kamer Söylemez’in şiir tınısında hissedilir. Şiirinin müzikalitesi, ahengi ulusçu, kalıplar içinde değildir, evet muhaliftir, yöre külütürü kadar muhalif, ancak Söylemez’in şiir ruhu yaşlı dersim insanın ruhsal akışını bir modernite ile ilişkilendirerek her mısrada yansıtır.
Türkiye’de anlaşılmaz bir uluslaşma süreci yaşanıyor, diller birbirini reddetiyor, hikaye ve şiir anlatımını tek tipleştirerek ürün vermeye çalışıyorlar. Azınlık edebiyatı, karşılıklı çevrilmiyor, karşılıklı etkilenim ve çok kültürlü bir edebiyat kanon’unun oluşumu da sağlanamıyor.
Hala yazılı edebiyatı milletlerin uluslaşma bilincinin aracı görenler var, bunun bir ulusun başına neler getirdiğini, bir dile de yapılacak en büyük kötülük olduğunu henüz görmüyorlar. Kamer Söylemez, Türk şiir akımını ve Kürtçe şiir akımını yakından takip ettiğini, şiirini okurken fark etmek mümkün. Şiirinde yer yer Kürt bir Dengbej, bazen bir Dersim Klam yakıcı, bazen bir halk ozanı ve birden Nazım Hikmet ve Ahmet Arif geleneğini hemen size hissettirir. Yazı dili, Zazaca yazan diğer şairlerden hemen ayrışır ve dile hakim olduğu algısını da yaratır okurda. Zazaca’nın modern şairi kimdir denirse, hiç çekinmeden Kamer Söylemez’in şiiridir demek mümkündür. Şiirinde abartıya kaçmaz, toplumsal sorunu şiirine yedirirken okuru öfke ve kine yönlendirmez. Tarihsel olayları birer tragedya olarak ele almaya çalışır. Şiir temasında konu ettiği olguyu sadeleştirirken, asla başka, kişiyi insan unsuru olarak ele alır. Onun derdi insanlığın gidişatınadır, önermesi de öyle. Ancak bundan kimse, aha kendi toprağını inkar ediyor algısına kapılmasın, aksine evrenseldir onun şiiri, şiirindeki temanın dayandığı toprak o kadar bellidir ki, şu mısralarda görüldüğü gibi:
„…Aman aman bu insanlıktır
Ne gözleri var ne kulakları
Ey benim toprağım seni öpüyorum
Sıcak… ve yumuşak…“
Amen amen sane mordemiya
Ne çıme xo este
Ne gose xo..
Ey herde ma ez to backon.. germ… nerm..
Keşke Söylemez’in şiirlerini Türkçe ve Kürtçe dillerine kazandıracak iyi çevirmenlerimiz olsa.
Hasan Yıldız, sadeliğin sesi
Bu bölümde yer vermek istediğim bir diğer şair Hasan Yıldız. Hasan Yıldız’ın şiirleri üzerine daha önce de bir makale yazmıştım.
Hasan Yıldız bir fabrika işçisi, kötü Türkçe şiirler yazıyor diyebilirim. Ama sözkonusu kendi ana dili Zazaca olunca Yıldız, bir masal kahramanı oluverir ve dilinin ahengi ruhu tamamen değişir.
Hasan Yıldız’ın Zazaca’nın Dersim lehçesinde yazdığı şiirler, bir halkın ruhu gibidir onun şiiri. Yokluğu, acıyı, sefaleti dile getiriyor.
Şiirinde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirindeki sadelik gibi, bir berraklık görülür, dağ, taş, börtü böcek onun şiirinde dile gelip konuşur.
Hasan Yıldız Güney Almanya’da oturur, iki kez çıktı Zürich şehrine beni ziyarete geldi, bir cafe’de oturduk ve defterini açarak şiirlerini bana okudu, okurken Yıldız’ın gözlerine, titreyen ellerine, acı çeken ruhuna bakmaktan kendimi almadım. Hayır o bir şair, dilinde asla bir teredüt yok, okurken, bir dağın ayaklanıp üzerinize düşeceğini hissedebilirsiniz. Yokluk, sefalet… göçmenlik, kültürün can çekişmesi.
İkici ziyaretinde, bu şiirlerine müzik yaptığını da söyledi, eve kapandığını, ve şiirini önce müzikle oluşturduğunu söyledi… Zazaca şiir yazımının en önemli vurgusu budur, müzikten çıkmıştır, yani klamdır onun ruhu.
Hasan Yıldız’ın şiiri propaganda şiiri değildir, Zazaca yazımıyla uğraşan, Zazaca dilinin ruhunu hissetmek isteyenlerin mutlaka okumasına inandığım bir şair.
Hasan Yıldız pek çok şiir kitabı da yayınlamış. Yayın evleri onun bu has şiirini para karşılığı basıyorlarmış. Bu şartlarda yazıyor ve bir aşkla onu okura ulaştırmaya çalışıyor. 2005 yılında Vejiyaişe Tiji yayınlarından 29. Kitap olarak çıkan hasan yıldız’ın Pukeleka şiir kitabından, tufan.. ya da Boran manasına gelen şiirini buraya almak iseterim.
Hasan Yıldız’ı şiir geleneğini Kamer Söylemez’den ayıran pek çok yan var, ancak benim buraya bu iki usta şairi yan yana değerlendirmemin manası tamamen başka. Böylelikle ilgilenenlerin daha sağlıklı bir değerlendirme yapmasını da birazcık sağlamış olurum diye düşündüm. Hasan Yıldız Zazaca alfabesinin Kürtçe dili içinde gelişen akım dışında, alttan gelen bir şair, yazılı dili kullanma usulü tamamen kendisine özgüdür.
Yani yer yer kendisi alfabe bulmuştur. Zazaca’nın en zor yanı olan, yazılı dile aktarımdaki seslendirme yöntemini farklı kullanımla yapmaktadır. Oysa Kamer Söylemez, teknik olarak dili şiirinde kullanır. Biraz Zazaca dil bilgisi olan rahatlıkla şiirini okuyabilir, ancak Hasan Yıldız’ın şirinin nasıl seslendirildiğini, ancak Yıldız’ı dileyerek anlamak mümkündür.
Yani siz siz olun, kendi ana dilinizde yazamasanız dahi, Hasan Yıldız örneğinde olduğu gibi yazmak mümkündür, harfler ve kelimeler eksik yazılsa dahi, bir şiirin sanatsal niteliğini belirleyen bu biçimden daha farklı şeyler vardır. Bir şiirin içeriği, dili kullanma biçimi, ruhsal yapısı vb, daha pek çok etken. Buraya Kamer Söylemez’in okuduğu bir şiir videosu’nu da ekleyeceğim.
Yıldız’ın son zamanlarda yazdıkları ve kara defterinden bana okuduğu şiirler gerçek şaheser örneğidir, ancak iyisi meraklıların ulaşabileceği ve yayınlanmış şiirinlerinden bir örnek vermek:
Pukeleka, tevera va daru demdano
Vore çever gureto, mara çı wazena
Bone quluke, çerange şiaye
Zulmeta, çım çımu neveneno bıra
Asmen biyo tari, rastiye bıriya waye
Je taliye Kımancı dina biya tariye.
borandır, dışarıda tufan ağaçlar deviriyor
karakış tutmuş kapıları, bizden ne ister
Karanlık, göz gözü görmüyor
Gök karardı, ışık terk etti
Kırmaciya’nın kaderi gibi dünya karardı..
Heli amo, verg amı dorme ma gureto
Keşi ra ven nevejino, herkes sae ke meytio
Uyira deste ma şikiya, terseme bıne bonu de
Teseliya ma bıriya, terseme bıne bonu de
Teseliya ma bıriye, Haq mare wayi niyo
Zaneme bıra zameme, awa ke yene sare ma ser, zaneme
Uncia ki ma zuvini ra destane hu rameme.
Kurtlar, kargalar gelip sarmış
Sanırsın bir ölüm, susmuş herkes
Elimiz kolumuz bağlanmış, korkudan sığınmışız damlara
Umut kırılmış, hak sahipliğini bırakmış
Pukeleka, kemer u kuçi welegne dane
Theyr u thuri beperr mende, neperrene ra
Hard lerzeno, zere her çi çhızzeno
Zon biyo lal, gos biyo kherr, çım biyo korr
Nevano, neheseneno, neveneno
Herkes hore mezela hu kıneno…
Borandır, dağ taş inliyor
Yaban kuşları takatsiz, kanatsız
Toprak inliyor, herkesin içi yanıyor
Diller lal, kulaklar sağır, gözler kör…
Görmüyor, şitimiyor, duymuyuyor..
Herkes kendi mezarını kazıyor… (Hasan Yıldız, Pukeleka)
Birde Kamer Söylemez şiirine bakalım:
…na çi dirvetya xorîya melem karnêkeno
ne dewreşî famkenê ne aqil sono ser
no sene esqo bi dez bî mi tomkerd
kotya raye kotya vaye keremke bê tever
ey ya candar ya însan ya heq
ez amu bi esq…
‘’…bu ne derin yaradır merhem kâr etmez
ne dervişler anlar ne akıl erer
bu ne acılı aşktı benim tattığım
hani yol yolak nerde bir bakıver
ey ya yaradan ya insan ya hak
ben geldim aşk ile…’’ (Kamer Söylemez)
Tarıxo Newe
keşî na nêpîtenê
û keşî ma famnêkerdîme
çike
reyna dîna amayena ma nêhesevnabî
vejayme buko
çola mezelunê kalik û bavukunê xora
royê domonunê soykêku guret
domonê ke pizê maya xo de ebi sungî qirbî
mezelunî înan ra vejayme
ma royê cuwaniku guret
cuwanikêkê dican bî
û ebi sungîye kêrazinî ameybi kîstene
zirçayîs û nalenya înan zerê ma de bîye
ebi pêro rutrupalîya xo vejayme meydan
wiştîme ra dikê
fecîrê sodirî de wertê xizanîye de
guret binê bandire
tarîxê xo yo qilerîn û gonin
pelge bi pelge şut
ebi awa çemê Munzurî, Firatî û yê Hezilî
awa Zapî de gonya xiyanêtî verdîye de
hurdî hurdî pol pol bî sipe tarîx
bîme axme buko
tarî de jê roştya asme
ko bi ko pul bi pul
ro kewt canê merdu weşîye dest kerd ci
kemerunê husku sero royayî leyê rejî
sasbîye bêbextîye kewenya daristanî rê
vake no xort kî mireno
dapêro dikê
çu bi çu tifong bi tifong
texeletê tarîxê qilerinî nêbîme
û xo wenêdard
roza ke ma tekûteyna bîme
onca kî warronêginayme
hama
qeyta jû cîgere honde cîgera ma nêvêsê
û zondnêda cîgera herdê mara qederî
qeyta jû cîgere
hama qeyta keş kî honde ma
serbestîye sêzutnêkerdenê
vêsayme buko
kile henke bîye berz
roştya tîjî bîye vîndî
tarî nêmend sew û zerrê ma de
esqê Mem û Zîn yê Leyla û Mecnunî
na kile onca ardî ra ma vîrî
her keşî lawıkê xo newede nusnayî
her keşî her teyrî xorê esqê dî
kes bêkamîye û bêwayîr nêmend
nika sevda her keşî na riwalra bereqîna
nayerawo ke dikê
ma de fecîrê sodirî zovnayê
raştîyade xiravina hama rasta
ma de fecîrê sodirî
ebi estena tîjî sur nêbîyê
surenya fecîrê welatê ma
gonî ra yena dikê
gonya domonunê ma…