Gazeteci Ali Haydar Gözlü tarafından çekimleri 6 ayda tamamlanan "Domane 38" (38’in Çocuk Tanıkları) belgeseli, tarihe ışık tutan belgesel çalışmalarından biri olma özelliğini taşıyor.
O büyük acının hayatta kalan son şahitlerinin, “Biz neleri gördük, neleri unuttuk. Siz görmediniz, görmeyesiniz” dediği belgeselde 1938’de Dersim’de yaşanan katliamı gözleri ile görenler, arkalarında çok uzun bir hayat bırakmış olmalarına rağmen o gün gördüklerini ve yaşanan zulmü unutmadıklarını belirtiyor.
Bu sözler; 1938 Dersim’inde çocuk olanlara ait…
Hafızalarına ve kılcal damarlarına sızmış; anaların çığlığını, babaların çırpınışları, kardeşlerinin inlemelerini ve nasıl topluca öldürüldüklerini anlatıyorlar. Bu sözler; 1938 Dersim’inde çocuk olanlara ait…
Unutmanın utancıyla saklı tutulan ve hatırlamanın acısıyla sessizce dillendirilen sözler…
Unutmakla hatırlamak arasında hayattan yaş alanların tanıklıkları…
En küçüğü 6, en büyüğü 15 yaşındaydı. 38’de hepsi çocuktu. Kendileri yaşlandı ama anıları hep çocuk kaldı…
Hâlâ korkuyorlar…
Katliamın tanıklarından Sabriye teyze, ailesi ve bütün akrabalarıyla ağır makinelinin önüne dizildiklerinde annesinin kucağındaydı, 6 yaşındaydı. 12 yara ile üç gün cesetlerin altında kaldı. “Evet, hatırlıyorum” diyor.
Hasan amca, gözünün önünde bebekleri boğduklarında 9 yaşındaydı. “Evet, hatırlıyorum, hiç unutamadım ki” diyor.
Marçîk önlerinde milleti katlettiklerinde Şehriban Teyze, damın üzerinde bakıyordu, 10 yaşındaydı. Hatırlıyor…
Gözlerinin önünde insanları süngüleyerek öldürdüklerinde Davut amca 7 yaşındaydı. “Süngülenen O adamın sesi hala kulağımda… Evet, hatırlıyorum” diyor.
Rıza amca 11 yaşındaydı, gözlerinin önünde yüzlerce insanı ağır makinelinin önüne dizdiklerinde. “Çocuktum ama aklım tamdı, bugün gibi hatırlıyorum” diyor.
“Rayberim biraz daha yaklaş, kanımız birbirine karışsın, Hz. Hüseyin’in günüdür” diye seslendi biri diğerine, Rayber ile talibini birbirine bağladıklarında, Bedri amca 15 yaşındaydı.
“Nasıl unutabilirim, kurşun kafasını uçurup götürdüğünde gözüm kız kardeşimdeydi” diyor.
"Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hükûmeti Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliye ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir" diye bildiriyordu üstlerine Hamdi Bey, 2 Şubat 1926 tarihli raporunda…
Ankara tez davrandı ve....
Dinî ve etnik azınlıkların Türkleştirilmesi sürecinde otoriteyi sağlamlaştırmak amacıyla TBMM 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli kanunu çıkardı. Bu kanuna göre kurulan umumi müfettişliklerin geniş yönetsel, askerî ve yargısal yetkileri vardı.
25 Aralık 1935 de “Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun” meclisten çıkarılarak Dérsim adı değiştirilerek Tunceli yapıldı.
1936 da Elazığ, Tunceli, Erzincan, Malatya, Gümüşhane, Bingöl, Sivas ve Erzurum illerini kapsayan Elazığ merkezli 4. Genel Valilik kuruldu.
4. Genel Valiliğin başına, özel yetkilerle donatılmış, Tunceli valisi ve komutanı sıfatıyla, Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı.
17 Kasım 1937 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk, Diyarbakır'dan Elazığ'a geldi ve Tunceli'nin Pertek kazasına geçerek Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü'nün açılış törenine katıldı.
Tanıkların dilinden Dersim’de yaşananlar!
YEMOŞ BAKIRAY (Şıxan Aşiretinden ‘38’de 15 yaşındaydı ) Önce Kürdistan da ki Kırmancları(Kürtleri) topluyordular bazılarını katlediyorlar, bazılarını idam ediyorlar, bazılarını da sürgün ediyorlar. O sürgün ettiklerini de anneyi bir yere, oğlu bir yere, anne ile babayı ayrı memlekete sürgün ediyorlar ki adları kaybolsun. Öyle ki kimse kimliğini hatırlamasın, kimliğini unutsun. Bu sefer sıra Dersim’e geliyor…
HASAN ALPARSLAN (Haydaran Aşiretinden- ’38 de 9 yaşındaydı): 1938’de 9 yaşındaydım. Kendi başıma kaçabiliyordum. Asker köyleri yakmaya geldiğinde, biz Hengırvan’dan kaçtık Yel Dağına. Asker geri çekilince, geri geldik. Evlerin hepsini yakmışlardı ev falan kalmamıştı. Ağaçlardan duvar yapıp, üstüne taş toprak atarak altına girdik. Bir kışı öyle geçirdik.
EMİNE TATAR (Kureyşan Aşiretinden- ‘38’de 6 yaşındaydı): Asker geldi nehre doluştu. Biz dürbünlerle bakardık. Eğer bu tarafa geçerlerse tekrar kaçarız. Gelip süngülerini nehirde yıkadılar. Süngülerini yıkadılar.
SABRİYE ARSLAN (Alan Aşiretinden - ’38 de 6 yaşındaydı): Biz Hermezu tepesinde yayladaydık. Asker aşağıdan milleti getirince, yaşlı kadınlar; önümüzden gelip götürüyorlar, bakmışlar. Demişler, bu milleti nereye götürüyorlar. Babam onlardan ayrılıp geliyor. Yaylada oturup annemle konuşuyor, bizi sürgün gönderiyorlar demiş. Bize elbise giydirdiler. Bizi getirdikleri zaman herkesi toplamışlardı, atlılar etraflarını çevirmişti. Bu makine gibi dört tane, karşıya kurmuşlardı. Bu makine gibi dört tane karşıda kurmuşlar, askerler arkasındaydı.
ŞEHRİBAN AKTAŞ (Kureyşan Aşiretinden - ’38 de 10 yaşındaydı): Emir geldi, dediler ki; baharda evlerinizi terk edin. Daha Mart ayıydı evleri terk ettik. Babamlar ve Silemanlılar Pax tarafına Şiya Gewre köyüne göç ettiler. Biz o tarafa gittik, diğer kısmımız Kavun köyü tarafına göç etti. Sonbaharda hasat zamanında herkes köyüne geri döndü.
DAVUT TEKİN (Kureyşan Aşiretinden - ’38 de 7 yaşındaydı): Seyid Hüseyin idam edildiği vakit biz kaçtık. Ormana kaçtık. 2 ay ormanda kaldık. Aç susuz ne eziyetler çektik.
YEMOŞ BAKIRAY: Orduda büyük katırlar vardı, o katırlara topları, mitralyözleri yüklemişlerdi gece-gündüz taşıdılar. Geldiler, Sorpiyan geçidinden geçerek Eski Robayik de indirdiler. Bütün orduyu Eski Robayik de topladılar. Büyük çadırlar kurdular.
ZARİF DOĞAN (Kureyşan Aşiretinden - ’38 de 8 yaşındaydı): O akşam orada kaldık, sabah oldu. Sabah güneş doğdu herkesi dışarı çıkardılar ve yola koydular. Asker atlı, biz yürüyorduk. Ormanın içine girdik, amcam ile dedemi de yakalamışlar. İkisi de kelepçeliydi. Dedem geride kadınların içinde kaldı, dedem dedi ki “ Bizi götürüp öldürecekler, burası orman kaçabilen kaçsın” Kimse kaçmada sadece amcamın kızı kaçtı.
NEZİR BALIK (Derviş Cemal Aşiretinden -’38 de 12 yaşındaydı): 36-37 yıllarında Kışla inşaatına başladılar, biz çalışıyorduk. Ustalar, İzmir’den gelmişti. Söylenti vardı, asker Désim’é gelecek diye.
İBRAHİM KUR (Demenan Aşiretinden - ’38 de 8 yaşındaydı) : Biz nasıl gezeriz, biz namusumuz için yaşarız. Bu şekilde, cahil olmalarına rağmen, namusuz için, kızı için çocuğu için müdafaa yaptı.
ŞEHRİBAN AKTAŞ: Asker, Harcik’e yığıldı. Toplandık karşıdan seyrediyoruz. Asker telaş ile Harcik’e doluştu. Geldi ki nehirden karşıya geçsin, babam çocuklarına kızdı. Dedi ki; eşlerinizi ve çocuklarınızı alın ormana kaçın. Belki aranızdan kurtulan olur.
NEZİR BALIK: Dediler ki asker geldi, bir taraftan Diyarbakır alayı gelmiş öbür tarafından Erzincan alayı gelmiş. Karşı tarafta çadırlarını kurdular. Bir ustamız vardı bilmem Kureyşanlı mıydı? Baba Mansurlu muydu? Bizim dili konuşuyordu. Dedi ki; sizi katletmeye gelmişler. Dedim, neden bizi öldürsünler? Biz ne yaptık ki, gidip silahı olanlarla uğraşınlar.
YEMOŞ BAKIRAY: Her köye ordu girdi, hepsini bir birine bağladılar. Kadın, erkek, çocuk hepsini bağladılar. Ben gittim gözlerimle gördüm.
HASAN ALPARSLAN: Bizim köyleri yaktılar, tarlaların hepsini yaktılar. Ekmek yoktu. Gece olduğunda millet giderdi karanlıkta elleriyle yanan ekinleri toplardı ve eliyle üflerdi. Sonra öğütürdü un gibi. Tuz bile yoktu. Su serperdik, lokma gibi paylaşırdık.
SABRİYE ARSLAN: Asker aşağıdan köylüleri toplayarak geldi. Biz de yaylada idik. Gelip yaylada da bizi aldılar. Milleti kandırdılar. Babam anneme korkma Ejma, bizi sürgün edecekler dedi. Sürgün nedir, bizi biraz şeyin içine soktular, katlettiler. Oydu.
BEDRİ POLAT (Demanan Aşiretinden - ’38 de 15 yaşındaydı): 4-5 jandarma geldi, bizi toplayıp verdiler. Alın götürün dediler. Kardeşlerden biri dedi ki; “yazıktır o kızı vermeyin”. Kardeşimin birinin adı Elif birinin Hatice idi. İstiyorsan seni de içlerine katayım deyince sustu. Bizi Leya Rayver’e getirdiklerinde Hobar’dan da insanları getirdiler. Çenesi olmayan Hüseyin’i de getirmişlerdi. İkimiz aynı kafiledeydik. Qurçu da bizi topladılar, gün batmak üzereydi ama hala aydınlıktı. Sayım yaptılar, 4 hafif makineliyi kurdular.
RIZA ÇİÇEK (Siliç Aşiretinden-’38 de 11 yaşındaydı): Halvori halkını katlettikleri zamandı. Halvori halkı Abashan aşiretinden, Seyit Rıza’nın halkıydı. Namussuz komutan kandırmıştı, aralarında dil bilen tercümanlık yapanlar, gelin size aylık çıkacak demiş. Siz Sey Rıza’nın aşiretisiniz, Sey Rıza’dan dolayı size aylık çıkacak. Dağdaki çobanı bile davarı bırakıp gelmişti. Biz de gidip aylık alalım diye. Getirdiler ve değirmenin üstünde dizdiler.
BAKİ DEMİR (Alan Aşiretinden-’38 de 9 yaşındaydı): Asker köye geldiğinde insanları hayvan gibi bir araya toplayıp, ağır makineyi kurup öldürüyordu. Sorgu sual yoktu, elen geçen hemen öldürülüyordu.
NACİYE KARABULUT (Kureyşan Aşiretinden-’38 de 6 yaşındaydı): Hatırlıyorum, şimdiymiş gibi. Kız kardeşim güzeldi, yıkılası Herzik’de götürdüler. Orada katlettiler. Sadece O değil ki bir çok insanı katlettiler. Hepsini katlettiler, evdekilerin hepsini öldürdüler.
EMİNE TATAR: Biz gidip ormanda kalıyorduk, ne üstümüzde elbise kalıyordu ne uyuyabiliyorduk, biz çocukları arkamızda unuturduk. Kaçarken çocuklarımızı arkada bakıyorduk. Çocuklar ağlar, gelip yerimizi bulurlar diye korkuyorduk.
ŞEHRİBAN AKTAŞ: Evet biz gözlerimizle gördük, o getirip Harcik önünde öldürdüklerini gece vakti öldürdüler. Harcik önünde gece yaptılar. Mazra da ise gündüz öldürdüler. Öldürdüklerinde, ağır makineli sesini duyuyorduk.
İBRAHİM KUR: Bu Marcik civarında büyük küçük, çoluk-çocuk herkesi topladılar bir araya getirdiler hepsini öldürdüler.
RIZA ÇİÇEK: Uzunca üç sıra halinde dizmişlerdi. Dizdikleri vakit, ağır makineliyi karşılarına kurdular, tam kayanın ucuna uçuruma getirmişlerdi. Ağır makineli gır-gır dedi insanların hepsi toprağa döküldü. Ben bağırdım baba, baba diye… Onlar kimdi? Neden öyle yaptılar? Dedi korkma, korkma şimdi sıra bizde de gelecek. Babası kurban korkma dedi.
ŞADİYE YÜKSEL: Asker Hagüye de gelmişti. Sen hiç Dere Zor’u gördün mü? Orada katlettiler. Haydaranları, Demananları hepsini toplayıp oraya getirdiler. Bir kadın vardı, kucağında iki oğluyla, oğlunun birini yolun üstüne bıraktı. Birkaç kafile gelip geçtikten sonra kimse çocuğu almadı. Yaşlı bir adam, artık dedesimiydi bilmiyorum, O aldı, beraber Dere Zor’a götürdü. Orada hepsini öldürdüler.
MUSA TEKİN (Alan Aşiretinden,’38 de 12 yaşındaydı): Ekin biçme zamanıydı, ekinler biçilip bağ yapılmıştı. Demetler damın üzerinde diziliydi. Nedendi? Niçindi? Sebep neydi? Hepsini damın içine koydular. Kibrit çakıp ekinlere içerde canlı canlı yaktılar. O sırada ben karşıda davar otlatıyordum. Önce Söğütlüçeşme’nin üstünde katliam yaptılar. Hepsinin ellerini halatla bağlamışlardı. Katledip, bacağından tutarak odun istif eder gibi üst üste attılar. Biz karşıda davardaydık, ateşe verip yaktıkları zaman içlerinden biri acı acı çığlık atıyordu. Biz karşıdan duyuyorduk.
EMİNE TATAR: Ağır makinelileri kuruyorlardı, bazıları o yana, bazıları bu yana kaçardı. Çığlıklar, ağlamalar. Kadınların saçları ağaçlara dallara takılırdı, memeleri kopardı. Kolları kopardı vücudundan. Ağır makineli. Allah o yılları bir daha geri getirmesin. Siz görmediniz, görmeyesiniz.
YEMOŞ BAKIRAY: Ayaklarını pranga elline kelepçeleyip Beyaz Dağda hepsini katlettiler. Dönüp Eski Robayik köyünde kim varsa hepsini katlettiler. Küçük çocukları bacaklarından ayırıp parçaladılar, bacaklarından tutup ayırdılar. Kadınları kurşunla değil tecavüzle öldürdüler.
HASAN ALPARSLAN: Gidiyorduk ki milleti öldürmüşler, süngüyle hamile kadınların karnını yırtmışlar, karnındaki bebeği çıkarıp güneşin önüne atmışlar. O mahsum-u pakı dışarı atmışlar. Biz neler gördük neler…
DAVUT TEKİN (Kureyşan Aşiretinden - ’38 de 7 yaşındaydı): Karşımızdaki tarlaya ağır makineyi kurmuşlardı. Kadın, çoluk çocuk hepsini birbirine bağlayıp sıraya dizmişler. Taradılar, söylediğim gibi bir seferde hepsini yere döktüler. Bu kez de tüfeklere süngü takıp yerdekileri süngülediler. Çocukları süngünün ucuna takıp fırlatıp tarlaya atıyorlardı. Süngü batırıyorlardı, olmasın ki sağ kalsınlar diye darbeliyorlardı.
İBRAHİM KUR: O zaman bizden büyük küçük, dedem Hasan Ağa, çocukları, halam, nenem, kız kardeşim, üç erkek kardeşim, Şekerman tarafında annemleri yakalayıp getirdiler Pax kayalıklarından diri diri aşağı attılar.
SABRİYE ARSLAN: İki erkekti, biri Kemal biri Hüseyin’di, biri Yemoş biri Hacer iki kızdı. Benle beraber annem, babam 7 kişiydik. Biz 7 kişiyi götürüp katlettiler. O 7 kişiden sadece ben kurtuldum.
HASAN ALPARSLAN: Cebrail Ağa babama haber gönderdi, Hıdır Ağa bizim tarafa gelsin diye, bizim cephanemiz azalmış, bize cephane getirsin. Babam 3 sandık cephaneyi aldı hep beraber Demenanlılara gittik. Gittik ki derenin içerisinde yer yapmışlar, önü açık üstüne ağaç atıp, çalı çırpıyla örtmüşler. Üstünü yaprak ve toprakla kattıkları için hiçbir şey belli olmuyordu. Asker etrafımızı sardı, herkes tüfeğini alıp çatışmaya başladı. Bebekler ağlıyor susmuyordu. O gün 7 bebeği boğdular. Küçük kardeşim Paşa’yı boğacaklardı, Cebrail Ağa bırakmadı.
BEDRİ POLAT: İki kız kardeşim yanımdaydı, ateş etmeye başladıklarında yanımdaki kız kardeşimin kafası uçtu gitti. O sırada gözüm ondaydı. Kız kardeşimin adı Haticeydi, kurşun gelince elimde sıcaklık hissettim. O sırada elimin bir parçası kız kardeşimin kafasıyla beraber gitti. 2 kız kardeşimi öldürdüler. Erkek kardeşim küçüktü 4 yaşındaydı onu da öldürdüler. Babamı da öldürdüler.
ZARİF DOĞAN: Götürüp katlettiler Kıl Deresinde. Şimdi git Kıl deresine neler görürsün, insan kemikleri hep kırmızı ve delikli. Üst üste yığıp toprakla örtmüşler. Bizim yaşadıklarımızı sadece Allah bilir.
ŞADİYE YÜKSEL: Nasıl zor değildi. Biz gittik gördük, Dere Zor, ceset doluydu. Bazıları yaralı, bazılarının bacağı yoktu, bazılarının da kolu yoktu. Allah o günleri bir daha göstermesin çok zor günlerdi.
BEDRİ POLAT: Hüseyin İbrahim’i ile Rayver’ini beraber bağlamışlardı. Rayver’in dizleri çözülünce yere çökünce O, elinden tuttu, “Dayan Pir’im, kalk Hz.Hüseyin’in günüdür. Yakınlaş ki kanımız birbirine karışsın ”dedi.
Artık karanlıktı, ay artık çıkmak üzereydi. Ayağımızdan tutarak uçurumdan suya attılar. Odunu suya atar gibi suya attılar. Ölülerin üstünde suda gittim, Çewlik de sudan çıktım. Köyün önüne kadar yürüdüm, köyde telaş vardı, asker var sandım. Dediler ki, tutun bunu askere verin, asker kan izinden gelir bulur, hepimizi öldürür. Ben oradan kaçtım. Ekin zamanıydı sıcaktı Goman’a gittim. Seyit Mehmet ile Mustafa beni öyle görünce ağladılar.
DAVUT TEKİN: Ali Kaya’nın babasını yakalayıp yukardan ölülerin yanına götürüyorlardı. Yukardan süngüleyerek getiriyorlardı. Süngüledikçe, “baba baba” diye bağırıyordu. Bu kadar iyi hatırlıyorum. Onu da süngüleyerek öldürdüler. O şekilde öldürdüler. O zaman O’nun çok petekleri vardı, peteklerini ateşe verip yaktılar. Kara bir duman göğe yükseldi.
SABRİYE ARSLAN: Biri dedi Ali, sen neden geldin, bizi katledecekler demesiyle, babam kardeşimi kucakladı, Kamil’im, Kamil’im demesiyle bizi taradılar. Artık bir gün mü iki gün mü geçmiş, asker etrafımızdan gitmiş. O asker gelip Hasan Ağa’nın evini götürmüş. Bize öyle yapan asker gelip Hasan Ağa’nın evini almış.
Halam geldi arasında gezindi, biri taşın dibinde duruyormuş. Biraz hatırlıyorum. Ellerim dışarıdaymış. Bir kadın demiş, Hala Ejma’nın kızıdır oradaki. Dedi bunlar senin annenin tülbentleridir. Tülbentleri kendine örtmüş. Ben cesetlerin altından bakmış mıyım, konuşmuş muyum, kıpırdamışıyım, halam beni cesetlerin altından çıkardı.
HASAN ALPARSLAN: Yoksa hepsini öldürecekler, orada en az 300 kişi var hepsini öldürecekler. Kadın, erkek, çocuk hepsini öldürecekler. Ağlıyorlar, karınları aç. Bu bebeği boğ, 300 kişi öleceğine 10 kişi ölsün.
ZEYNEL KURUKAFA (Derviş Cemal Aşiretinden-’38 de 14 yaşındaydı) : Biraz aşağıda Seyit Kasım’ın değirmeni var. Orada üstlerine gaz döküp yaktılar. 70 kişiye yakın kişiyi içeri koydular gaz döküp yaktılar.
YEMOŞ BAKIRAY: Hecer, Hozat, Haydaran Dağları, Demenan Dağları, Pilvenk tarafları her yerin fermanını çıkarmışlar. Aynı anda bütün köylere ordu girdi ve aynı anda ağır makinelilerle taradılar, evleri ateşe verdiler.
RIZA ÇİÇEK: Nasıl ki taradılar arka sıradakiler, kendilerine yere attılar. Ön sırayı taradıklarında araka sıradakiler kendilerini yere attılar, cesetlerde onların üstüne düştü. Gavurun Oğlu tek, tek uçurumdan aşağı attı. Uçurumdan atmasaydı çok kurtulan olurdu. Hepsini uçurumdan attılar, önünde ceviz ağacı vardı, yaklaşık bir evin boyundaydı. O cevizin arkasında cesetler üst-üste yığılmıştı cevizin boyuna kadar. Sağ olanlar altta idi, cesetleri üstüne attılar.
BEDRİ POLAT: Mazgirt Çewliğinde öldürdüler, Harcik Çewliğinde öldürdüler, Sağırda öldürdüler, Dinarda öldürdüler, Türüşmekte öldürdüler, Demirkapıda öldürdüler. Hüseyin Ali Gah’ı Mazgirt’te öldürdüler. Sakalı uzundu, tutup getirdiklerinde biz Hopik’teydik. Jandarma getirdi. Dedi ki, “Bu zalimler bende sakal bırakmadı. Sakalını çeke çeke getirmişlerdi”
HASAN ALPARSLAN: Çok yerde bebekleri boğdular. Haskar denilen yerde Kırmızı Köprü’ye giderken, orada 4-5 çocuk boğdular. Asker derenin içine girmiş üst taraf mağaradır, millet mağaranın içindedir 30-40 kişi. Bebekler ağlıyor, şimdi asker gelir hepimizi öldürür diye 4-5 bebek boğdular orada. Sadece bir yerde değildi ki neler oldu.
EMİNE TATAR: Geziyorlardı, öldürüyorlardı. Allah göstermesin Dünya kapkaranlıktı. Herkes korkuyordu, kimse yemek yemiyordu, kimsenin kaçmaya gücü yoktu. Biz neleri gördük, neleri unuttuk.
ZEYNEL KURUKAFA: Süngülediler, yaktılar, kadın ve kızları haşa meclisten, götürdüler… Siz görmediniz görmeyesiniz.
SABRİYE ARSLAN: Bir hafta ölülerin içerisinde kaldık. Devriye hala etrafımızda geziyordu. Jandarma kim kımıldıyor? Kim yaşıyor, öldürmek için kontrol ediyordu. 3 gün sonra gelip Hasan Ağa’nın evindekileri götürüp öldürdüler.
BEDRİ POLAT: Herkesi toplayıp evine içine koyuyorlardı, burada bekleyin sabah gelip sizi sürgüne yollayacağız diyorlardı. Gece gidip hepsini katledip geliyorlardı. Halvori halkını toplayıp getirdiler, şimdi orada karakol var. Eskiden orada mağara vardı. Hepsini getirip o mağaranın üzerindeki kayalıklardan süngüleyip suya attılar. Demirkapı da çok öldürdüler, Dere Laç da çok öldürdüler. Koye Surda öldürdüler. Rast gele öldürüyorlardı, taş üstüne taş bırakmıyorlardı. Tarlaları yaktılar. Evleri yaktılar, davarları yaktılar.
EMİNE TATAR: Türklerdir gelip Kürtleri öldürüyor. Kürtleri yok ediyorlar.
SABRİYE ARSLAN: Evet. Elim o zaman böyle oldu. Benim on iki tane yaram vardı. Demek ki yaralar kalıcı olmamış. Kalıcı olmadı. On iki yara da çok derin değilmiş. O Allahın işi. Biri oradan kurtulmuş ise Allahın işidir, beni oradan kurtardı.
BEDRİ POLAT: Marcik’te öldürülenlere bakınca, kabakların altında koyun sürüsü varmış sanırsın. Sağır’da öldürülenlerin üstüne taş toprakla kapattılar. Türüşmek’te öldürülenleri değirmenin içine doldurup öyle öldürdüler. Türüşmek’in önündeki Çevlik’te katlettiler. Taş üstüne taş bırakmadılar. Ne kadarını anlatayım. Taş üstüne taş bırakmadılar. Tarlaları yaktılar. Bir canlı kaç süngüyle ölür? Hamile kadınları süngüleyerek karnındaki bebeği çıkartıp dışarı atıyorlardı. “Bu yarın öbür gün bize düşman olur” diyorlardı. Küçük çocukları hedef olarak kullanıyorlardı. Askerler, hedefi vurmak için birbiriyle yarışıyordu. Artık ne anlatayım…
ZEYNEL KURUKAFA: Askerdi gelen, Kırmancların zenginleri yanlarındaydı. Askerler öldürdü gittiler. Şu üst taraf Seyit Kasım Çayırıdır. 70 kişiyi burada öldürdüler, yol yapıldı buraya, herkes gelip ölüsünü götürüp Seyit Kasım Çayırında gömdü. Sonradan üzerine çatı yapıldı. 70 ölüyü de oraya gömdüler. Sonradan üzerine çatı yaptılar.
MUSA TEKİN: O’nun kızını yukarıda asker öldürmüştü. O cesetlere bakmaya gelmişti, sadece ağzına bir tülbent dolamıştı. Ben elinden tutup kenara götürdüm. Cesetlerin kokusundan bayılıp suya düştü. Ben kadını yavaş yavaş çekerek, bazen bacağından tutarak bazen kafasından çekerek, bazen yuvarlayarak suyun karşı kıyısına geçirdim. Karşıda yüz üstü çevirdim, ağzından su döküldü. Bir saat kadar geçti kendine geldi. Dedi ki; beni doğrult, biraz kendine gelince yavaş yavaş gidelim, yapacak bir şey yok.
BAKİ DEMİR: O çocukların meselesi, Haydaranlıların bir kısmını toplayıp getirdiler, bizim evin yanındaki kulübenin içine koydular. Öğlendi, açtılar. Annem onlar için yağlı ekmek hazırladı. Kulübe derenin karşısında bizim ev bu taraftaydı. Ekmek verdim yediler, kulübede olan delikten çıkarıp öbür kapıdan kaçın derede saklanın dedim. Kadın, kızlarımı da bana ver dedi. Kızları vermeye korktum. Düşündüm, sayım da eksilenleri fark ederlerse yerine bizden birilerini götürüp öldürecekler. Korktum kızları vermeye. Onları o gün derenin karşı tarafında hepsini öldürdüler. İkinci gün gök yırtıldı, sel bütün cesetleri önüne koyup götürdü.
SABRİYE ARSLAN: Beni 20 gün ormanda beslediler. O katliamdan sonra muhtarlar gidip şikayet ediyorlar. Kimin evinde yaralı varsa o evdekileri öldürüyorlar. Hala devriye geziyor. Asker geziyor. Hatırlıyorum. Halam beni muhtarın ayakların altına yatırdı yalvardı. Sakın gidip şikayet etme, bu tek yetim ben kurtardım dedi. Hemen uzaklaştı. Ben nasıl öyle bir şey yaparım dedi. Halamın yaptıklarını hatırlıyorum.
ZARİF DOĞAN: Bizi öldürmek için Düzgün Baba’nın önüne götürdüklerinde af çıktı. Nazımiye önlerindeyken asker arkadan seslendi “ af geldi bırakın”dediler.
ŞEHRİBAN AKTAŞ: Onlar ormana dalıp kaçtıklarında, baktık ki Tunceli tarafından iki süvari geliyor. Öyle geliyor, öyle geliyor sanki bir kuş gibi uçuyorlardı. Babam dedi ki; yaradanımın yardımıyla af çıktı. Süvarilerin ellerinde salladıkları bayrak vardı. Telaş ile yığılmak üzereyken tekrar geri çekildiler. Onunla beraber millet kurtuldu.
YEMOŞ BAKIRAY: Evet evet, hepsini hatırlıyorum. Gece gündüz aklımda için sızlıyor hatırladıkça, o milleti öyle gördüğüm için o gençleri öyle gördüğüm için. Gece gündüz aklımda unutamıyorum. Ne yapalım, zulumkarlar bize öyle yaptı, bizi katlettiler.
SABRİYE ARSLAN: Biz 7 kişiydik. 7 kişiden bir tek ben kaldım. Söz biti artık. Bütün halkı katlettiler, bir ev iki ev değil ki. Bütün halkı yok ettiler, fakir fukara ayak altında ezildi.
HASAN ALPARSLAN: Biz Alevi kesimi Kerbela’dan buyana 400 yıldır kaçağız bugüne kadar. Hz. Hüseyin dedi ki; ben gülmedim siz de gülmeyin kıyamete kadar. Onun bedduasıdır bize.
İBRAHİM KUR: Désim namusu için yok oldu. Désim, yoksa bu karakollar yüzünden kadınları ve kızların gururlarıyla oynarlardı.
BAKİ DEMİR: Xaceri ve Gomemiş köylülerini hepsini topladılar, etraflarına ağır makineleri kurdular. Ateş emri vermeden önce geçitten 3 elçi gözüktü. Ellerinde bayrak var, bağırıyorlardı…
Sonuç:
* 13 Eylül 1937'de anlaşmaya çağrılan Seyit Rıza tutuklandı. Askerî harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937'de sona erdi. 11 kişi idama mahkûm oldu.
* Devletin resmi kayıtlarına göre 13.160 kişi, bağımsız kaynaklara göre bunun üç katı insan öldürüldü.
* 110 asker öldü
* 12 bine yakın insan zorunlu göçe tabi tutuldu.
* O yıllarda Türkiye’nin toplam nüfusu 13 milyondu.
Türkiye'nin ilk kadın pilotu ve Dersim katliamında kilit rol oynayan Mustafa Kemal’in manevi kızı, bir röportajında "Dersim'i acımasızca bombaladım" diyerek şöyle devam etmişti: “Çarpışma meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiç bir acıma hissi vermiyor! İnsan yalnızca vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor."
Belgesel hakkında
Çekimleri yaklaşık 6 ay süren belgeselin orijinali Kürtçe’nin Kirmançki lehçesinde. Kurmanci, Sorani lehçeleri ve Arapça altyazı ile sosyal medya platformlarından yayınlanan belgeselde 15 tanık, yaşadıklarını anlatıyor.
Belgeseldeki tanıkların 37-38 sürecinde en küçüğü 6 yaşında en büyüğü ise 13 yaşındaydı. 37-38'e tanıklık eden son jenerasyonun kayıt altına alınması nedeniyle söz konusu çalışma önemli bir belge niteliği taşıyor.
Belgeselin müzikleri Metin Kemal Kahraman ve Ali İnanır'ın katkılarıyla yapıldı.
Arşiv desteğini geçtiğimiz aylarda hayatını kaybeden Hasan Saltık'ın verdiği belgeselde, çeviri ise Kemal Yıldız tarafından yapıldı.
ALİ HAYDAR GÖZLÜ