Yazar Haydar Işık, Ermeni jenosidinin 98. yıldönümünde "Arevik: Dersim tertelesinde bir Ermeni kızı" romanıyla karşımıza çıktı. Roman, Ermeni trajedisini Dersim'in motifleriyle anlatıyor ve 1915-1938 yılları arasında karanlıkta kalmış Dersim'e ışık tutuyor. Çünkü Işık'a göre Ermeni ve Kürtlere yapılanları yazmamak, soykırımın sürmesine onay vermektir.
" O gece oğulları uzun uğraşıdan sonra lehimlenen iki teneke altını salın altına yerleştirip eski halini verdikten sonra, Agopyan'ı uyandırıp gösterdiler. Şafak vaktiydi. Dağların tepeleri sarı, turuncu ve pas rengine boyanmış, Kürtlerin ilk huzmelerini öpüp dua ettikleri güneş doğmak üzereyken, Agopyan: 'Bir kaç sene de geçse burayı unutmazsanız, sağ kalan dönünce, ona yardımı olur. Bakın adamakıllı etrafınıza, zihninize kazıyın bu yeri. Sahipsiz yerler çabuk viran olur.'
Ermeniler, ayaklarına taş bağlanmışcasına yavaş hareket ediyor, kadınlar ve çocuklar ağlıyordu. İnsan aklının erdiği kadar atalarının olan bu toprakları; kaç nesildir yaşadıkları evi, barkı, malı mülkü terketmek kime kolay gelir ki, Ermeniye kolay olsun. Dünyaya göz attığında; dağı dağ, ağacı ağaç, insanı insan gören, düşünce sahibi Ermenide yalnız Baba-Oğul ve Kutsal Ruh'un bahşettiği canı kurtarma telaşı vardı.
Hüzün insanların gözlerine, yüzüne, omuzlarına binmiş, gençlerin bile belini bükerken; sonbahar renklerini daha da hüzünlü yapmıştı. Korta Boli ve Kürdistan coğrafyası bu görülmemiş hüzün içindeyken, Ermeni, yurdundan kaçma hazırlığı içindeydi."
Dersimli yazar Haydar Işık son romanı "Arevik"te Ermenilerin topraklarından sürülüşünü son romanında işte böyle anlatıyor. Yüzlerce yıl Ermeniler, Aleviler ve Sünnilerin birlikte yaşadığı Dersim iyi işlenmiş, renkli bir Kürdistan kilimiydi. Agopyan için Ararat nasıl kutsal ise, Xıdır için ise Munzur, Duzgin ve Sülbis kutsaldı.
Dersim'in 1915 jenosidinde Ermenilerin göçü ve katledilmesi bu kilimin ilk kopan en renkli ipliğiydi. Daha sonra ise deyim yerindeyse "çorap söküğü" gibi geldi zaten. Haydar Işık, bu jenosidin başladığı 1915'in 98. yıldönümüne günler kala Dersim'in solan motiflerini Arevik adlı bir Ermeni kızın hikayesiyle anlatıyor. Tertelenin başladığı 1937 yılında Dersim'de doğan yazar Işık, ömrünün yarısını sürgünde geçirdi. Hala Almanya'nın Münih kentinde yaşayan Işık, aslında mücadelesi ve duruşla bir şekilde Dersim tertelesinin en canlı ve gözümüzün önünde duran örneği.
Son kitabında Dersim'in iki jenosidini bir potada eriten Işık, akıcı ve lirik destansı bir dil tercih etmiş. Bir yandan çocukluğunda taşıdığı hikayeleri, ağıtları, Dersim'in doğasını, havasını ve Kürdistan'ın hep bir yarası olarak kalacak solan o motifleri yeniden bize sunuyor. Yazar Işık'la Arevik'i ve iki jenosidin kıskacı arasında sıkışan Dersim'i sorduk.
'AREVİK ERMENİ VE ZÜRDÜŞT GÜNEŞİDİR'
- İki katliamı ve trajedi dolu bir eseri yazmak sizi yormadı mı? 'Arevik' sizin iç dünyanıza nasıl yanısıdı, nasıl bir yer edindi?
Arevik, Ararat'tan doğan Ermeni ve Zerdüşt güneşidir, soykırım gören halkların acısı, çığlığı, Kürdün sıcak renkleriyle işlenen romanıdır, denebilir. Yazar; ne yazar, nasıl yazar şahsa münhasırdır. Biri içinde yaşadığı toplumun nasıl varlıklı olduğunu, mutluluğunu, güzel kadın ve çocuklarını, dayalı döşeli denize bakan villalarını, zenginliğin çılgınlığına düşen, kötü yola düşen insanını konu edinir. Diğeri de fakir insanı, ezileni, horlananı yazar. Biri sanat için yazdığını söyler, politikadan uzak olduğunu vurgular, diğeri sanatını, ezileni anlatmaya hasreder. Biri sistemin hizmetinde mazlumun haksızlığını yazar, diğeri mazlumu korumaya alır. Her yazar, şöyle ya da böyle geldiği sınıfın etkisinde kalır. Yazar etkilenir, yazar etkiler.
- Siz hangi yolu seçtiniz?
Ben ikinci yolu, mazlumun yanını seçtim. Dersim soykırımı içinde dünyaya gözünü açan benim gibi birinin etrafını algıladığı ilk yıllarına soykırımın acısı, korkusu, şiddeti düşmüşse, elbette bunları yazması beklenir. Kendimi ve etrafımı tanımaya başladığım andan itibaren toplumun acısına, gözyaşına tanık olup, yaşanan felaketleri dinlerken, nasıl derimin altına nüfuz ettiğini bilirim. Bir gün bunları yazacağımı o genç yaşlarda düşündüğümü hatırlamıyorum. Bir zamanlar Kürt ve Ermenilerin yan yana yaşadıkları bir beldede dünyaya gelen biri olarak, dünyayı algılamaya başladığım yıllarda toplumun art arda yaşadığı soykırımlardan haberdar edilirken ve o yıllara Kızılbaş olma korkusu da binerken, Ermeni ve Kürt halkının başına getirilen felaketlere bigane kalsaydım, insanlığımı sorgulatmış olurdum. Kadim Ermeni halkına uygulanan soykırıma; annemden ve doğal çevremden aldığım sosyalizasyon nedeniyle yabancı duramazdım.
- Sizin çocukluğunuzdan hangi hikayeler kaldı?
Çocukluğumda adını değiştirip Hüsnü yapan semerciyi ve çocuklarını tanıyordum. Her nasılsa bunlar unutulmuş olmalı ki, öldürülmemişlerdi. Bir de dükkancı Mamo Kuj'un ikinci hanımı ve oğlu Balo, Ermeni olarak tanıdıklarımdı. Çocukluğumda Kızılkilise denen adını Nazimiye olarak değiştiren, Türk sistem şiddetinin harabesi Kızılkilise yıkıntısını da görmüştüm. Palu'da; kubbesi fevkalade canlı renklerle işlenen azizlerin resimleriyle süslü, zar zor daha ayakta duran Ermeni kilisesine ağzı açık bakmıştım. Ne oldu bu Ermenilere? Qotik mi girdi bu halk buharlaştı.
'YAPILANLARI UNUTMAK İHANETTİR'
- Dersim tertelesinde Ermenilerin yeri neydi? Bunun izlerini nasıl takip ettiniz?
Türk devletinin silindir gibi üzerinden geçtiği ve öldürdükleri yetmiş bin Dersimlinin içinde Ermeniler ikinci felakete uğrar. Dersim halkının; öldürmediklerini ölüme terkederken, dünyayı algılamaya başladığım o ilk yıllarda zorlu bir yaşam mücadelesi verdiğimizi hatırlarım. Daha doğrusu annemin çabası sonucu her türlü hastalıktan, açlık ve sefaletten kurtularak hayata sarıldım. En büyük sosyalizasyona erdiğim, 35 yıldır sürgün olduğum Almanya'da, Ermeni halkının başına gelenleri Alman literatüründen okudum ve bir yazar bilinciyle araştırdım.
Bir yandan Dersim 1937/38 Kürt soykırımı üzerine romanlar yazarken, bir yandan da kardeş Ermeni halkına yapılanları unutturmamak için, David Kherdian'ın yazdığı İngilizce'den 'The Road from Home' den çeviri 'Der Schatten des Halbmonds' kitabını Türkçe'ye çevirdim. Ermeni soykırımı üzerine makaleler yazdım, toplantılara katıldım. Kürt halkından bahsederken Ermeniyi unutmak beni rahatsız ediyordu. Kendimi; soykırıma uğrayan Ermeni, Asuri-Süryani-Keldani ve Kürdün kaderine, acılarına daha da yaklaştırdım. Düzenlenmesine aktif olarak katıldığım Enternasyonal Dersim 37/38 konferanslarında Ermeni halkını unutmadım. Ermeni halkına yapılanı unutturmamaya çalıştım. Unutmak, bu halklara ihanettir, düşündüm. Bu nedenle; Arevik, Ermeni halkının ikinci katliamının öyküsüdür. Arevik, Ermeni trajedisini anlatan bir Dersim romanıdır. Arevik, Dersim soykırımının romanıdır. Yazmak kolay olmadı, yordu, üzdü. Ama Ermeni ve Kürt halklarına yapılanları yazmamak, soykırımın sürmesine onay vermek olurdu.
- Romandaki olaylar ve kişilerin ne kadarı gerçek? Yoksa toplama hikayeler mi?
Bu bir romandır. Dersim mozaiğine dayatılan zulmün öyküsüdür. İçinde Dersim soykırımında katledilen ailelerin dramı otantik olduğu gibi romanın fiktiv (hayali) yanları da var. Ama Dersim'in ve Ermeni'nin tarihinde böylesi olaylar sıkça anlatılır.
- Coğrafyamızın yaşadığı en büyük kıyımlarından Ermeni ve Dersim'i bir potada eritmek, bir romanda örmek zor olmadı mı?
Arevik romanımda içinden çıktığım toplumun otantik değerlerini roman tiplerine yükleyerek anlatmaya çalıştım. Kişilerin kaderi üzerinden halklara uygulanan soykırımları işledim. Örneğin aşiret Beyi Xidir nekadar iyiyse, Ermeni ile dostsa, insana insan gibi yaklaşıyorsa, oğlu Temur ise, onca fena, çıkarcı, işbirlikçi, ihanetçidir. Kürtlerin Ermeniye bağlılığı gibi, ihanetini de anlatmaya çalıştım. Arevik, Ermeni güneşi, aydınlık demektir. Arevik; Ermeni ve Zerdüşt güneşi altında Ermeni ve Kürt halkının başına getirilen felaketi hatırlatıyor. Arevik, aslında unutturulmak istenen, yok görülen trajedinin romanıdır. Böylece çocukluğuma damgasını vuran dinlediğim olayları; Dersim'de Kürt, Kızılbaş, Ermeni ve Hıristiyan oldukları için "tekliğe“ kurban edilen insanımızın dramını edebi dille anlatmaya koyuldum. Bu acılı, ağır olaylardan kurtulması için, doğa ve insan tasvirlerine, sevgiye, baskıya, ihanete de yer verdim ki, okur sıkılmadan okuyabilsin. Kanımca gerek akıcılığı, gerek dil ve edebiyat yanıyla Dersim mozayiğini anlatan Arevik iyi bir eserdir.
'DERSİM TÜRK DEVLETİNİN SEFER YAPMADIĞI TEK YERDİ'
- Dersim'de 1915 katliamı öncesi ne kadar Ermeni yaşıyordu? Ermeniler, Aleviler ve Sünniler Dersim'de nasıl bir mozaik oluşturuyordu?
Dersim; Türk devletinin 1930'lu yıllara kadar sefer yapıp zafer kazanamadığı, kendi içinde otonom yaşayan bir halklar ve inançlar mozaiğiydi. İttihat-Terakki, Ermeni halkını soykırımdan geçirirken, Dersim'e sığınan olduğu gibi Dersim'den Ermenistan'a veya diğer ülkelere kaçan da olur. Soykırım öncesi ve sonrası Dersim'deki Ermeni nüfus hakkında sayı vermek olanaksız. Ancak hatırı sayılır bir nüfus oldukları, Ermeni köy isimlerinden anlaşılıyor. Ayrıca Dersim'de Kürt aşiretleri kendi içinde, Alevi ve Sünni inancına bölünmüşlerdir. Buna Kürtçenin farklı lehçelerini katınca, Dersim'de Kürt kilimi motiflerine benzer yapı görünüyor.
- Ermeni katliamında Alevi aşiretleri ve mirlerinin payı ne kadardı? Aşiretler arasındaki kavgalar her iki katliamda nasıl bir rol oynadı?
Bilindiği gibi 36 kadar Şafii Kürt aşireti "Hamidiye Alayları" adı altında Ermenilere karşı silahlandırılmıştı. Mazluma karşı tetikte olan bu Kürt mirlerinin tavrını, halkımızın tarihinde kara bir leke görmek gerekir. Konumuz olan Dersim aşiret beylerine gelince; Dersimlilerin çok sayıda Ermeniyi kurtardıkları doğrudur. Ama Dersimlileri sütten çıkan ak kaşık göstermek ise, o kadar yanlıştır. Çünkü Dersim'de, para karşılığı Ermeniyi koruyan bey olduğu gibi, devlet vurunca kelepir peşinde olan bey de çıkmıştır.
Çocukluk yıllarımda „Hermeni“ (Ermeni) kelimesi küfür gibi kullanılırdı. "Ceniya Hermeni“ (Ermeni karısı) dediler mi kavga çıkardı. Ermeniye karşı önyargı vardı. Kızdıklarına Ermeni cimriliği yakıştırılırdı. Bir toplum, soykırımdan geçen kadim komşusuna karşı bunca önyargılıysa, insanı kıble yapan Dersim Kürt Kızılbaşları oturup düşünsünler. Ermeni soykırımında biz Kürtler maşa olduk. Kimi gönüllü, kimi kelepir peşinde, kimi de öbür dünyada 70 kız oğlan kıza ulaşmak için öldürdü, hakaret etti. Bir gün Kürt halkı, ayakları üzerine düşerse, öz yönetime kavuştuğu bir sisteme kavuşursa, yapması gereken ilk iş, Ermeni halkından özür dilemek olmalıdır.
- Romanda anlattığınız şekilde 1915 katliamından bir şekilde kurtulup Dersim tertelesinde kıyıma uğrayan ne kadar Ermeni vardı?
Dersim soykırımında 70 bin Kürdün katledildiğini pek çok yazar yazıyor. Bu sayı 100 hatta 120 bine kadar yükseliyor. Tabii tahmini rakamlardır. Buradan hareketle herhangi bir sayı vermeden denebilir ki, Ermeniler de etkilenmişlerdir.
- Romanınızdaki önemli bir ayrıntı ise harabeye dönen bir Ermeni kasabası Xuş'un Hasköy adını nasıl aldığını ve buraya yerleştirilen Kafkas göçmenlerini anlatıyorsunuz. Kürdistan'da göç ve yer değiştirme politikası ne kadar başarılı oldu?
Ermeni soykırımına bakınca; otantik görülse de, ad ve olayların bazıları fiktiv olarak kurgulanmıştır. Ancak şu gerçeği yakından gören ve yaşayan biri olarak diyebilirim ki, Türk devleti, Yukarı Fırat Havzasına Mekke temizliği verdikten sonra, Ermenilerden boşalan bu verimli topraklara "muhacir" dedikleri Kafkas halklarını yerleştirdiler. Sonradan Balkan göçmenleri gönderildi. Elazığ ve Muş bölgelerinde bizzat gördüm.
- Kitap, Arevik'in küçük çocuğunun okula gitmesi ve "Türküm doğruyum"u öğrenmesiyle sona eriyor. Devamını yazmayı düşünüyor musunuz?
Bu romanın devamı mı olur, yoksa başka bir konuyu anlatan mı olur, nasıl olsa Ermeni'nin ve Kürdün acısını anlatacak çok konu vardır.