Tunceli'deki operasyonlar sürecinde orman yangını çıkarılmasıyla ilgili yaptığımız suç duyurusuna "orantılı güç kullanılmış" denilerek kovuşturma açılmaması, hukuk karşısında fazlasıyla garip bir durum.
Peri Suyu civarında şüpheli yangınlar çıkmıştı.
Geçen yılın 3 Eylül’ünde İnsan Hakları Derneği Tunceli Temsilciliği olarak Tunceli Barosu ile birlikte Tunceli ili sınırları içerisinde Olağanüstü Hal’in uygulanmaya başlandığı 19.07.1987’den günümüze kadar kasten orman yakan şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunmuştuk.
Suç duyurusunu Tunceli Nazımiye ilçesi ile Elazığ Karakoçan sınırları dahilinde Peri Suyu üzerinde yapımı kararlaştırılan Pembelik Barajı ve HES’in göl sahası olarak tasarlanan alanda (Nazımiye ilçesi Aşağı Doluca köyü mevkii) şüpheli bir şekilde çıkan orman yangını sonrasında yapmıştık.
Suç duyurusu dilekçesinde, Tunceli ilinde özellikle Olağanüstü Hal’in ilan edildiği tarihten bugüne her sene sürekli olarak orman yangını meydana geldiğini, yangınların meydana geldiği orman sahalarına yakın alanlarda meskûn olan yöre halkının anlatımına göre bahsi geçen yangınların genellikle askeri operasyonlar sürecinde kullanılan mühimmatın etkisi ile çıktığını, ormanlık alanlarda yangın çıkarması kuvvetle muhtemel olan ağır silahların kullanılmasının ve bu alanların yangın çıkaracağı bilinmesine rağmen bombalanmasının ağır bir hukuka aykırılık ihtiva ettiğini belirtmiştik.
Dilekçemizde özellikle 1993/94 yıllarında Tunceli’de meydana gelen köy boşaltma / yakma pratiği ile eşzamanlı olarak orman yangınlarında da ciddi bir artış meydana geldiğini, anılan tarihlerde orman yakmanın, silahlı örgütlerle mücadelede bir araç olarak kullanıldığının da bilinen bir durum olduğu vurgusunu yapmıştık.
Uluslararası suç
Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’nde “ağır bir biçimde doğal çevreye zarar vereceğinin bilincinde olarak saldırı başlatılması”nın ağır uluslararası bir suç olarak tanımlandığını da belirttik. Sonuç olarak soruşturma icrasını, orman yangınlarının çıktığı tüm sahaların yakınında meskûn yöre halkından tanıklık yapabilecek durumda olanların tümünün tanık olarak dinlenmesini, Tunceli Orman İşletme Müdürlüğü ile diğer yetkili/görevli kamu kurum ve kuruluşlarına müzekkere yazılarak Tunceli ilinde 19.07.1987 tarihinden bu yana meydana gelen tüm orman yangınlarına dair evrakın istenmesini, ilgili tüm medya kuruluşlarına müzekkere yazılarak Tunceli ilinde 19.07.1987 tarihinden bu yana meydana gelen tüm orman yangınlarına dair haber içeriklerinin istenmesini, şüphelilerin tespiti ile haklarında atılı suçtan ceza davası açılmasını talep etmiştik.
Gerekçe
Suç duyurumuz üzerine Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma neticesinde Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar (Takipsizlik Kararı) verildiğini 07 Ocak 2013 tarihinde tarafımıza tebliğ edilen karar ile öğrendik.
Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın takipsizlik kararında “Devletin temel hak ve özgürlüklerin temini görevini yerine getirmek için terör örgütleriyle mücadelesinde orantılı güç kullanması sonucunda orman yangınlarının çıkmasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 24/1 maddesinde düzenlenen kanunun hükmünü yerine getirme kapsamında kaldığı ve ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bir neden olduğu” gerekçesine de yer verilmiş.
Ne diyelim güvenlik görevlilerinin toplumsal olaylarda kullandığı aşırı güç için sürekli olarak “orantılı güç kullanılmış” denilerek etkili bir cezai süreç işletilmediğini sıklıkla bilirdik. Fakat operasyon sürecinde orman yangını çıkmasına da “orantılı güç kullanılmış” denilerek kovuşturma açılmaması hukuk karşısında fazlasıyla garip bir durum.
Anayasa ihlali
İlimizde geçmişten bu yana çok sayıda orman yangını meydana gelmesine rağmen anılan yangınlara sebebiyet verenlerin cezalandırılmaması, hukuk açısından vahim bir duruma işaret ettiği gibi, Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan anayasal hukuk devleti prensibini de ağır bir şekilde ihlal ediyor.
Anayasal olarak, ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilmemesi gerekiyor. Çünkü, Anayasa’nın ormanların korunması ve geliştirilmesi kenar başlıklı 169. maddesi şöyle diyor:
“... Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.”
Meşelik hassasiyeti
Cumhuriyet Başsavcı-lığı’nın gerekçesini düşündüğümde aklıma devletin Dersim Askeri Harekatı sürecindeki meşelik hassasiyeti geldi!
“Dersim Tedip / Tenkil Harekâtı” sürecinde iki küçük kardeşi ve annesi dahil olmak üzere yakınlarından 19 kişi süngülenerek katledilen, kendisi ise süngülenmesine rağmen kurtulan Dersim’in Bornak köyünden Ali Doğan adına 27 Ocak 2012 tarihinde açtığımız davanın dosyasına gönderilen Başbakanlık Dersim Arşivi Belgeleri’nden birinde dönemin Başbakanlığı, İçişleri Bakanlığı’na 28.10.1938 tarihli bir yazı yazarak askeri harekat sırasında meşeliklerin yakıldığının öğrenildiği, meşeliklerin yakılmasına meydan verilmemesi gerektiği belirtiliyor. Belge orijinal harf ve imlasına sadık kalınarak aşağıda aktarılmıştır. “Dahiliye Vekilliğine... Tunceli mıntıkasında tedipleri zarurî görü eşkıyanın meşeliklerde barınmaları ve bu suret kolayca mukavemet imkânı bulabilmeleri yüzünde bunların püskürtülüp meydana çıkarılması için askerî tarama ameliyesi neticesinden olarak mezkûr meşeliklerin yakılmakta olduğu zira vekilliğinin I2/I0/I938 tarihli ve S8670 - I. II5I sayılı tezkeresile bildirilmiştir. Buna meydan verilmemesi için gereğinin yapılmasını ve neticeden malûmat verilmesini rica ederim.
Başvekil yerine Müsteşar
Dersim askeri harekâtı gibi hukukun ve insanlığın tamamen ayaklar altına alındığı ve insanlığa karşı emsalsiz ağır suçların işlendiği bir süreçte bile devletin meşelikler konusunda gösterdiği hassasiyet anlaşılan o ki bugün artık yok!
Kuvvetle muhtemeldir ki Dersim doğası barajlar, HES’ler, maden ocakları, orman yangınları ile devletin orantılı gücünden nasibini almaya fazlasıyla devam edecek!
Haber: BARIŞ YILDIRIM