Sanat Sokağı'ndan kitlesel katılımla başlayan Yürüyüş Seyit Rıza Meydanı'nda son buldu. 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle Dersim Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından yapılan açıklamayı Dersim Baro Başkanı Av. Kenan Çetin kamuoyuyla paylaştı. Çetin'in açıklamalarını şöyle;
1 Eylül 1939’da Alman Nazi ordusu Polonya’ya girdi. Her şey bir anda olmadı. İkinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen işgal adım adım geldi. Alman emperyalizmi öncelikle kendisine ideolojik-kültürel bir savaş zemini oluşturdu. Çünkü halkın geniş katmanları ikna edilmeden emperyalist savaşa girilemezdi. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini… Faşist ittifakın çizmeleri altında Avrupa halkları büyük yıkım yaşadı. Faşizm; işkence merkezlerinde, toplu infazlarda, toplama kamplarında, gaz odalarında milyonlarca can aldı. Komünistler, sosyalistler, demokratlar, aydınlar, Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller yok edildiler. 25 milyon Sovyet yurttaşı Hitler faşizmine direnirken hayatını kaybetti.
Hitler ordularının Polonya’yı işgal ettiği bu tarih aslında Avrupa’nın karanlığa gömüldüğü tarihtir. Faşizmin kanlı tarihi unutulmasın diye 1 Eylül günü Dünya Barış Günü olarak ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletler, 1945 yılında kabul ve ilan edilen BM Şartı ile kurulmuştur. BM Genel Kurulu, Halkların Barış Hakkına Dair Bildiriyi Genel Kurul’un 12 Kasım 1984 tarihli oturumunda kabul ve ilan etmiştir. Bildiride, barış hakkının kutsallığı, bu hakkı korumanın ve uygulanmasını sağlamanın da devletler için bir yükümlülük olduğu vurgulanır.
BM Genel Kurulu’nun 19 Aralık 2016 tarihli kararı ile Barış Hakkı Bildirisi kabul ve ilan edilmiştir. BM İnsan Hakları Konseyi’nin 22 Haziran 2017 tarihli kararı ile de barış hakkının desteklenmesi gerektiği üye ülkelere hatırlatılmıştır. Daha bu yüzyılın ilk çeyreği dolmadan, Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi Ortadoğu ülkelerinin ardından emperyalistlerin savaş masasına Ukrayna yerleştirildi.
Ukrayna işgalinden önce NATO’nun ABD önderliğinde yeniden toparlanma amacıyla yapılan zirvelerde Çin ve Rusya’yı açıkça düşman ilan eden devletler hem Rusya’nın hem Çin’in çevresine silah ve üs yığınağı yapıyor ve nükleer silah denemelerini yoğunlaştırıyor. Rusya ve Çin de buna kendi çevrelerindeki tahkimatı artırarak yanıt veriyorlar. Bu tehlikeli gidişat açıktır ki daha şimdiden dünya halklarına ağır faturalar yüklediği; 7 milyon Ukraynalı yerinden yurdundan edilmesinden belidir.
ABD'nin Tayvan hamlesi ve yaratılan gerilimle birlikte, Latin Amerika, Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika kıtası başta olmak üzere dünyada çatışma bölgeleri git gide artmaktadır. Bu melanetin sorumlusu kapitalist sömürü düzeni ve emperyalizmin kar hırsıdır. Halklar ve hakların karşıtlığı üzerinden geliştirilen Ortadoğu politikasının neden olduğu milyonlarca mülteci sorunu oluşmuş ve bununla birlikte mültecilere yönelik nefret söylemi ve saldırıları giderek artmaktadır.
Süregelen halklara, inançlara ve haklara karşı kutuplaştırıcı ortam ve otoriterleşme toplumsal barışa zarar vermiş, Cumartesi Annelerinin/kayıp yakınlarının/insan hakları savunucularının hakikat ve adalet arayışı yasaklarla engellenmiş, Şenyaşar ve Gülistan Doku ailesinin adalet direnişi sürecinde görüldüğü gibi her alanda adalet arayışları inadına yaygınlaşmıştır. Buna karşın yargının araçsallaşması adalete olan güven duygusunu temelden sarsmıştır.
Barış talebimizin, medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar; ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) da ilişkisi bulunmaktadır
Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet vakaları maalesef hız kesmeden devam etmektedir. Hal böyleyken Türkiye’nin kadına karşı şiddeti önleme konusunda büyük bir öneme sahip olan İstanbul Sözleşmesi’nden, gerçeklikten uzak gerekçelerle çekilmesi kabul edilemez.
Türkiye’de, Kürt meselesi ve Alevi inancı ve diğer inançların kültürlerin inkârından vazgeçilerek bu meselelerin çözümü ile Kürt kimliği ve Kürtçe’nin, inançların tanınması ve eşit tutulması yasal ve anayasal güvenceye kavuşturulması gerekmektedir. Bizler; Türk, Kürt her milliyetten Türkiye halkını eşitlik, kardeşlik, özgürlük mücadelesinde Kürtler ve aleviler başta olmak üzere bütün toplumsal kesimlerin haklarına hukuklarına sahip çıkmaya çağırmaktayız.
Bunun için barış ve diyalog yolu açılmalı, inkâr ve ret politikası son bulmalıdır. AKP uyguladığı ekonomik siyasi politikalarla halk desteğini kaybetmektedir. Bu yüzden sınır ötesi harekâta bel bağlamaktadır. İçerde de Kaosa bel bağlamaktadır. Ailelere ölen çocuklarının kemikleri torbalarda verilmektedir. Barışın ve demokrasinin yolu yeni savaş tezkerelerinden değil; Kaos ve huzursuzluk kutuplaşma ve korku iklimi yerine; Ülkede demokrasi ve insan haklarına dayalı yeni bir toplum sözleşmesi yapılması ve ölümler yerine barışı savunmaktan geçmektedir.
Siyasi ve toplumsal muhalefet üzerindeki her türden baskı ortadan kaldırılarak ifade, örgütlenme ve toplanma hakkının önündeki engeller tek tek yok edilmelidir. Bu inançla ve kararlılıkla coğrafyamızda ve dünyada barışın ve özgürlüklerin egemen olduğu; özgürlüklerin dünyası için birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz.
CANER AKTAN