Hüseyin Aygün: Biraz Memê Tumi üzerine konuşalım. Hawar Tornêcengi (İmdat yıldız) diyor; “Pülümür civarında Memê Tumi’nin kanunu geçerlidir. Bu meseleyi herkes bilir.” Memê Tumi kimdir, ne yapmış? Kendisinden biraz bize bahseder misin?
Hayri kardeş hele sen bu meseleyi anlatmadan önce biraz soluklan! Siz böyle bu şekilde Pülümür ve Erzincan yörelerinden Memê Tumi’den bahsedince, Memê Bom aklıma düştü. Önceleri ben Memê Bom’un hikayesini bilmezdim. Evet birkaç yıl önce MA adlı Kırmancki yayın yapan dergide Memê Bom’un yaşamına dair bir yazı çıkmıştı; ama ben onu bir de senden dinlemek istiyorum.
Bu bizim ana dilimiz üzerine yüreği yanan bir arkadaşım var. O (kadın) bir gün bana dedi, “Sen MA dergisinde Memê Bom’un hayat hikayesini okudun mu? Bilsen ne kadar temiz yürekli ve şakacı bir insanmış. Tam bir hazırcevap ve söz ustasıymış. Öyle ki o yörenin o kadar köyün sahibi olan ağa bile onun sözlerine cevap veremez, altında kalırmış. Böyle bu göğsü de hep çıplakmış. Uzun beyaz bir de sakalı varmış. O sakalını çıplak göğsünün üstüne kadar salarmış. Budala ve temiz yürekli bir insanmış. Kırmancki dilinde bir deyim var; “Budelayê Heqi-Hak’kın budala kulu”. Böyle biriymiş.
Bu arkadaş bu şekilde söyleyince ben Memê Bom’un hikayesini tekrardan okudum. Evet çok önceki yıllarda Hak’kın rahmetine kavuşmuş. Heq rama xo pıro keru, roê xo dewre dayim bo, werte gul u sosın de bo, roşti ra morım memanu-Hak rahmet eyleyesin, ruhu ışıklarda ve devri dayim olsun!)
Ancak insan bu resmine bakınca üzülmekten kendini alıkoyamıyor. Öte taraftan insan tebbesüm de etmek zorunda kalıyor. Bir tafatan da insan, Memê Bom gibi birinin yaşam öyküsünün böyle kalame alınamsına seviniyor. Çünkü ondan bu dünyada geride bir iz kalıyor. Kim bunu düşünüp anlatıp ve yazmışsa wes u var vo, pir u kahl vo-Sağ olsun, var olsun!
Kimbilir böyle nice yüreği temiz, Hak’kında doğru nice insanlar varmış. Gözü dünya malında olamayan, bir lokma bir hırka ile yaşama tutunan o saf ve temiz yürekli insanlar. Nereye gitmişse bir kuru taşı başına yastık etmiş. Bu kutsal topraklar üzerinde böylesine temiz, böylesine samimi, böylesine sevecen bir hayat yaşamış her tarafı ziyaret mekanı olan bu kutsal Dersim coğrafyasında. Dewrê pêrune dayim vo-Hepsinin devirleri dayim olsun; başka ne diyeyim.
O halde gelin şimdi birkaç kelime ile Memê Bomu konuşalım. Sonradan da sevgili Hayri Dalkılış kardeşimizin sayesinde Memê Tumi’nin haikayesini de öğrenelim:
Hayri Dalkılıç: Pülümür ve Erzincan tarafında Memê Bom nam salan biriymiş. Konuşmasıyla ve şakalarıyla ün salmış. Derler o çıplak göğsüyle köy köy gezermiş. Bu yetmişli senelerin sonlarına kadar da hayattaymış. İnsanlar onu kızdırmak için takılırlarmış; ancak o kimsenin sözünün altında kalmazmış.
Bu anlatacağım meseleyi, Memê Bom kendi üzerine anşlatmış:
Bir gün Tercan’ın bir köyü olan Yastuğe köyüne gidip gelmiş. Ancak yolda bir ayı ve yavrularıyla karşılaşır. Ayı saldırmış, paramparça etmiş. Memo ne yapsın; bakmış ayıdan kurtuluş yok, onu öldürecek; o da ölü taklidi yapmış. Ayı tam kendisini bırakıp oradan ayrılacakken, o hareket edince ayı tekrar geri dönmüş. Ayı, Memê Bomu bu sefer daha bir hırpalamış. Sonra da gidip yer kazmış ki Memo’yu götürüp toprağa gömsün, vakti gelince yesin.
Memê Bom bir bakmışki ayı üstünü toprakla örtüyor. Ancak o tüm cesaretini toplayarak kalkıp kaçarak ayıdan uzaklaşmış. Ancak daha kalkıp kaçmadan, ayının peneçesinde iken böyle düşünmüş:
Adamın bu göğsü yaz kış öyle hep çıplaktı. Bir de adı Pamuxe-Pamuk olan bir eşeği vardı. Köy köy gezer, Hak adına lokma toplardı. Aslında mal mülk sahibiydi. Ancak o kendisine “Hak adına dileneceğim” diye söz vermişti.
Bir gün bu Tercan’ın köyü olan Soğuksu’ya gelir. “Mabe xêr di-Selamlar.” der. Ben dedim, “Xêr be sılamet-Selamlar, hoş geldin.” Hak rahmet eyleye; Kazımê Çê Hesenê Qıj’i vardı. O dedi, “Bomo-Deli; Pamuk (eşeğin) nasıldır?” Dedi, “Rında Kazım’em-İyidir Kazım’ım.” Neyse, ben dedim, “İmam Wuşe, Bomi re çay biya-Budalaya çay getir!“ Memo bana dedi, “Kesko; bome xore ju paket tutıne bıze-Budalana bir paket tütün al!” Ben dedim “İki paket tütün getirin!”
Kazım rahat durmadı; yine başladı. Dedi, “Pamuxe se kena-Memo, Pamuk (eşeğin) nasıldır?” Memo Bom bu sefer kızdı. Dedi; “Ulan Kazım; bu Pamuk senin anan mı, bacın mı, teyzen mi oluyor! Sen beni sormuyorsun da ha bire Pamuk’u soruyorsun?”
Memo Bom Pülümür’ün Bardaxçiye köyündendi. Kendisi Bexızlı (aşiret) idi. Bir gün yine Erzincan-Tercan’a Yastuxe köyüne gider. Köyün ağası Alişan Beg’lerin düğünü vardır. Düğüne yerine varır ki yemek indirmişler, insanlar kısım kısım yemek yemektedir. Memo Bom tam yedi sefer insanlaarla oturup üst üste yemek yer. Alişan Beg bu durumu fark eder ve kızar. Kendi kendisine der, “Nu lazê kutıki mexsuz nia kenu-Bu itoğlu it mahsus böyle yapıyor. Beni kızdırmak için böyle zoraki yiyor.”
Durumu fark eden Alişan Beg’in karısı kocasında der, “Memo Bom’a karışma!” Ancak Alişan Beg hanımını dinlemez. Bom’a der, “Deli divanem; sen hala doymadın mı?” Memo Bom hazır cevaptır. Kendisne der:
Bu cevap Alişan Beg’i çok kızdırır. Der, “Bunun ardına adam takacağım, bunu öldürteceğim.” Karısı der, “Sakın ha! Memê Boma’a karışırsan, ben seni terk ederim! Ben sana dedim, adama ilişme. Bak; senin sözünün altında kalmadı…”
Memê Bom’un bazı meseleleri de Xal Çelker’in (Hasan Dursun) kaleme aldığı “Ebe Yareniye Kewtine Raê” adlı Tij Yayınları’nda 1998 senesinde çıkan kitabında yer bulmuş. Bu eserde de Memê Bom’un üzerine böyle bir meseleye yer verilmiştir:
Hamile bir kadın varmış. Gelip Memê Bom’a demiş, “Bomo; bir kendi karnına bak, bir de benim karnıma bak! Kimin karnı güzeldir? Memo Bom demiş:
“Vêrê mı ye werdeno; yê tu yê kerdeno-Benim karnım yemekten dolayı şişmiş. Senin kinin aslı astarı belli değil.” demiş. Kadın; “Yê mı hete dina vırazeno-Benim ki dünyayı yapar.” demiş. Memo Bom ise; “Ekhe yê tu helalzadeo vıraenu; nê haramzadeu rıznenu-Seninki meşru ise dünyayı yapar; yok gayrimeşru ise dünyayı yıkar.” demiş.
Bu, bu Pülümür tarafına gelip Khalu aşireti tarafına gider. Pırdê Sur üzerinden gidiyor. Ne zaman ki bu Mazra Çê Tornê Sadıqi tarafına geliyor, orada Harşiye ve Mazra arasında iki askere kendisine denk geliyor. Elbette Türkçe dilini biliyor. Askere sorar der; “Hayırdır; ne tarafa gidiyorsunuz; neyin nesidir?” Askerler kendisine der; “Biz bir haber almışız. Bu habere göre Memê Tum bu köylere doğru geliyormuş, onu yakalamaya geldik.” Tabi askerler bunu tanımadıkları için bu şekilde konuşuyorlar.
Bunun üzerine Memê Tum kendini açıklamaz, kimliğini gizli tutar. Askerlere tüfeklerini göstererek der; “Bunlar nedir, neyin nesidir böyle sizin elinizde?” Diyorlar; “Bunlar tüfektir.” Diyor; “Bunlar oduna benziyor; bu odunlarla ne yapıyorsunuz, neye yarıyorlar?” Askerler diyor; “Bunlar odun değil. Bunlara fişek koydun mu adamı öldürürler.” Sonra, askerler kendisine derler; “Sen kimsin; nereden gelip nereye gidersin?” O, adını saklı tutar, açıklamaz. Der; “Ben filan kişiyim, filan köyden geliyorum.” Üstüne; “Hele siz söyleyin. Sizin ne işiniz var, kimi arıyorsunuz?” Halbu ki askerelere ilk rastladığında bu soruyu sormuştu. Askerler tekrardan kendisne derler; “Biz Memê Tumi yakalamaya geldik. Aldığımız habere göre bu köylerdeymiş.”
Der, “Peki bunlar ne işe yarar?” Onlar tekrardan der, “Bunlar insan öldürür, insan.” Memê Tum diyor, “Halla halla; bunlar nasıl odundur ki böyle insan öldürüyor?” İyice yılmış olan askerler kendisine tüfek üstünden tarif ederek derler; “Bak; bu borudur, bak; bu da fişektir. Bu fişeği bu boruya yerleştiryorsun. Böyle yaptıktan sonra, bu tetiği çektiğinde fişek patlıyor ve adamı öldürüyor...” Elbette Memê Tum Türkçe’yi de iyi biliyor. Tüfeğin de ne olduğunu çok iyi biliyor. Zavallı askerler nereden bilecekler, bu kişinin aradıkları ve yakalamak istedikleri Memê Tum olduğunu! Memê Tum ki yörede nam salmış ünlü bir silahşördür. Elbette askerler bu durumdan şüphelenmiyorlar.
Memê Tum askerlere diyor; “Yahu; bu beni öldürür mü?” Diyorlar, “Evet; bu tetiği çekersen öldürür.” Diyor, “Hele bir bana verin, ben bir bakayım!” Tüfeği eline verirler. Eline bir de bir fişek verirler. Merak ederler; tarif ettikleri gibi yapabilecek mi diye. Ancak o fişeği alıp mahsus ters yönde tüfeğe yertleştirmeye çalışır.
Askerin biri kendisine der; “Yok yok bu şekilde değil, böyle yerleştireceksin!” Nasıl tarif ediyorsa o da o şekilde fişeği tüfeğe yerleştiriyor. Sonra elindeki tüfeği aniden diğer askere yönlendirerek; “O elindeki tüfeği bana ver!” der. Her iki tüfeği de bunlardan alır. Askerlere der; “Sizin aradığınız Memo Tum benim. Size yazık, gençsiniz. Haydi yolunuza gidin! Ben size bir şey yapmayacağım. Ancak tüfeklerinizi de size vermeyeceğim. De hayde oğurlar ola!”
Yani onun kanunu neydi ki? O zamanlar paytonlar Erzincan tarafından gelip bu Trabzon tarafına gittiklerinde, Memê Tum bu paytonların yolunu keser soyarmış. Eline geçirdiği eşyayı alıp getirip fakir fukaraya dağıtırmış; kendine almazmış.Memê Tum böyle bir insanmış. Kendine göre kanun icat etmiş. Kendi yanında olup da onun kanunlarına uymayanları kendisinden uzaklaştırımış. “Benim kanunum, benim pusulam budur!” demiş.
Memê Tum tek başına bir adam değilmiş. Yanında bir gurup arkadaşı da varmış. Ancak Pülümür’den bu Dersim tarafına geldiğinde aşiret ve köyleri yalnız gezermiş. Erzincan tarafına geçtiklerinde adamları yanında olurmuş.
Kendi tarafında kimsenin yolunu kesmez, kimseyi soymazmış. Zaten insanlar fakirmiş; ne varmış ki neyini soysun. Yokluk ve kıtlık zamanıymış. Erzincan tarafında bu soygun işlerini yaparmış.
Bir gün yine bir paytonun önünü keserler ve soymak isterler. Bakıyor ki öndeki paytonda üstü başı tertemiz bir adam oturmaktadır. Memê Tum adama der; “Altınlar nerede?” Adam der, “Altınlar odur o arkadan gelen paytondadır. Memê Tum arkadaki paytona yönelir. Gidip bakar ki içinde bir kadın oturmaktadır. Diyor, “Geç git! Bizim kanunumuzda kadınların olduğu paytonu soymak yoktur. Geçin gidin!”
Memê Tum böyle deyince, o öndeki paytonda üstü başı temiz olan adam Memê Tum’a diyor; “Bu kağıdı al, cebine koy öyle git! Ben Erzincan valisiyim…” Memê Tum o kağıdı alır. Kadın da kendisine çok minnetdar kalır. Der; “Nasılda baht sahibi ve mert bir insan. Ben kadınım diye benim paytonumu soymadı.”
Neyse; bu olay üzerinden bir zaman geçer. Asker Memê Tum’u bir şekilde, bir yerde tutuklayıp hapse atarlar. Bu olay 1938’den çok önceleri olmuş. Böyle bir durumda Memê Tum o paytonda rastladığı kadının faydasını gördüğü için dışarı salınır. Ancak başka bir olayda tekrardan Memê Tum ile ilgili şikayetçi olan olunca Memê Tum tekrardan tutuklanır.
Bu tutuklamadan önce asker, Memê Tum’u bir yerde görür ve ardına düşerek kovalarlar. Memê Tum askerin önünde kaçtığı sırada yolu bir ekin tarlasının sınırına çıkar. Buğday tarlasında ekinler artık baş vermiş ve sararmış bir haldedir. Memê Tum istese ekin tarlasına girip kaçabilecekken, bundan vazgeçer.
Kendi kendine der, “Nimettir, günahtır; ben bu ekin tarlasına nasıl girip bu ekin başaklarına basayım!” Böyle düşünür ve yolunu değiştirerek yüksekçe bir tepeye (Kırmancki’de; “tum”) doğru kaçarak yolunu uzatır. Ancak buğday tarlası askerin umurunda değildir. Böyle olunca da asker buğday tarlasına girerek Memê Tum’u yakalar.
Durum böyle olunca Memê Tum bu Khureşanlı adama der; “Pirê mı; yê mı xora mı nıverdane ra-Pirim beni zaten salmazlar. Senin de tutsaklığın neredeyse bitmek üzere. Ben senin suçunu üstlenirim, sen çık git! Ben derim falan adamı, ‘Ben öldürdüm.’…” Khureşanlı; “Memedem’; raşt na yilğiye mıre kena-Memedim; hakikaten bu iyiliği bana yapar mısın?” der. Memê Tum der; “Evet, neden yapmayayım! Ben biliyorum ki dosyam kalabalık olduğu için beni salmazlar. Bari sen git kurtul!”
Zaman gelir Khureşanlıyı salaralar. Khureşanlı Memê Tum’dan ayrıldığı zaman kendisine der; “Memed Ağa; Haktan dileğim varsa, sekizinci gün de sen bu mahpustan çıkasın! Dileğê mı nawo. Xora wayire mı ke vengê mı hesneno, kırameta mı ke esta bena-Şayet benim bir sahibim (Hak’kım-Tanrım) varsa ve keramet sahibiysem, bu dileğim yerine gelir…” Tabi Bava Khuresız Hak’kın budala bir kuluymuş. Başını alır gider. Derler ya; “Budelayê wayirê xuyo- Sahibi olan Hak’kın budalasıdır.”
Memê Tum’un kaldığı bu hapiste tutukluları bir gün hamam götürürler. Götürürler; ama öyle bir günde götürüler ki, o gün gökgürültülü, fırtınalı bir sağnak yağış yağar; ortalık birbirine girer. Gözünü sevdiğim Memê Tum; bu fırsatı kaçırır mı. Bir yolunu bulup kaçar. Kaçıp dier Lertik köyünde çıkar. Eski Gedik, Yalmanlar köyüne gider. Bu köy Gola Buyere’nin olduğu dağın arka sırtlarındadır.
Gidip Usen Ağayê Sosın’ın evinde çıkar. Bu kişi de Avasunê Koru aşiretinin büyüğüdür. Tabi içeri, odaya girdiğinde misafir gelen diğer aşiret önde gelenlerinin içeride oturduklarını görür. O da bir kürsü alır, böyle boynunu bükerek, garip garip kapının arkasında oturur. Millet nereden bilsin ki Memê Tum’dur. Kendi kendine diyorlar, “Hak’kın bir fakir kuludur gelmiş…”
Uşen Ağa’nın karısı çok akıllı biriymiş. Kendi kendine düşünüyor ve bu kişinin Memê Tum olduğuna kanaat getiriyor. Naê ser, çêverê oda de-boni de çım sıknena mêrde xora, işmar kena-Bunun üzerine kapının arlığından içeride oturmakta olan kocasına işaret eder. Der; “Hele bê na mavên, na ara-Hele bu tarafa, bu boşluğa gel!”
Eskiden toprak damlı Dersim köy evlerinin odalarının arasında bir hol bulunmaktaydı. Uşen Ağa çıkıp bu hole, karısının yanına gelir. Karısı kendisne der; “A, bu kapının arkasında oturan kimdir, sen biliyor musun?” Kocası şaşırarak der, “Kamu-Kimdir?” Diyor, “Çêvêsaê tu nas nıkerd. Nu Memê Tum be xuyo-Evi yanmayasacı; sen tanımadın mı; bu kişi Memê Tum’un ta kendisidir. Kocası diyor, “Nêre u mepustero, kotira bêru naca-Kız, o mahpustadır, nereden buraya gelsin? “ Karısı der, ”İnanmıyorsan çağır buraya gelsin!..”
Neyse; bu meseleyi uzatmayayım. Uşen Ağa kalkıp odaya gider. Der, “Bıra tu Memed Ağawa-Kardeş sen Memed Ağa değil misin?” O diyor, “Ez be xuyo-Evet, ta kendisiyim.” Diyor, “Ma tu nas nıkerda, ma vake nu kamci feqıro-Yazık bize ki biz seni tanıyamadık. Biz dedik bu Allah’ın fakir bir kuludur. Çünkü sen içeride, mahpustaydın…” Neyse; durum açıklığa kavuşunca içerideki aşiret önde geleneri hepsi ayağa kalkarak, “Memed Ağa tu xêr ama-Memed Ağa sen hoş gelmişsin” derler.
Gelip görürler ki elbiseler ipte asılı bir şekildedir; ama içinde Memê Tum yok! Elbiseler, içi boş bir şekilde havada sallanmaktadır. Bunun üzerine Memê Tum’un sır olup gittiğine inanılır.
Ne yazık ki ben, Memo Tum üzeirne bugüne kadar herhangi bir şey kalame almadım. Senin dediğin gibi çok ünlü biri; Robin Hood gibiymiş. Keşke ben hayat hikayesini çok önceleri kaleme alsaydım. Ancak o zamanlar bizler farklı düşünüyorduk. O zamanlar bu öyküleri dinlerdim ama fazla önemsemezdim. Şimdi anlıyorum ki çok değerli hikaylermiş bunlar. Ama Dersim toplumun o zamanki yaşam biçimiyle ilgili şunu söyleyebilirim:
Açlık ve yoksulluk vardı. Bu açlık ve yokluktan ötürü aşiretler birbirine veya civar bölgelere vurguna (soyguna) gidiyorlarmış. Kimse keyfinden bir teneke buğday için onca yolu yürüyüp gitmez! Ben isterim ki bu “Qol estene-soyguna-talana gitme” meselesi üzerine de konuşayım. Mesela zamanın valisi Ali Kemali de bu insanlara, bu konuya değiniyor…