İktidar sahipleri, gücü ellerinde tutanlar ciddi olmaya, en azından, görünmeye çalışırlar. Mizahsız, hicivsiz, şarkısız, neşesiz, danssız, kahkahasız olurlarsa otorite kurabileceklerine inanırlar çünkü. Güç ve ciddiyet arasındaki bu (tuhaf) bağlantı Antik Yunan’a, Platon’a (M.Ö. 428 - 348) kadar uzanıyor aslında.
Gülmenin, neşenin beden üzerindeki kontrolün kaybı, dolayısıyla da bir zayıflık göstergesi olduğuna inanılıyor o dönemde. Gülünce karnın istemsiz olarak gerilmesi, gözlerden yaş gelmesi, bedenin sarsılması utanç verici bulunuyor. Bu nedenle de otorite figürleri kontrolü elden bırakmamak, saygınlıklarını korunmak için gülmekten imtina ediyor.
Kendileri gülmediği gibi, başkalarının gülmesini de istemiyorlar. Onların nezdinde, kahkahalarla kontrolden çıkanların kendilerine de devlete faydası yok.
Bununla da kalsalar iyi. Gülmek güçlü bir tavır, dolayısıyla da yıkıcı bir güç olduğu için gülenler düzene, statükoya karşı ciddi tehdit oluşturuyorlar.
İşte tam da bu sebeple, Platon’dan beri dini, askeri, siyasi otorite hatta ev içindeki otorite figürü olan erkek/baba sıklıkla ciddiyetsizliği, kahkahayı yasaklama yoluna gidiyor. Orta çağ manastırlarında gülmenin itaatsizlik sayılıp cezalandırılmasının, halen bazı toplumlarda, ortamlarda kadının kahkaha atmasının hoş karşılanmamasının temelinde gülmenin otoriteye başkaldırı olarak görülmesi var aslında.
Otorite kurduğu düzeni korumak için mizahı yasaklamaya çalışadururken, Rabelais ve Shakespeare gibi ustalar da baskı ve zülüm rejimlerini mizahı kullanarak sorgulatmaya, erk sahiplerinin ikiyüzlülüğünü gülerek, güldürerek göstermeye çabalıyorlar. Mark Twain (1835-1910) de ısrarla türümüzün elindeki en etkili silahın kahkaha olduğunu söylüyor. Ona göre ne para ne güç gösterileri ne diz çökmek ne de zulmetmek bir “kahkaha saldırısı” kadar yıkıcı değil.
Geçtiğimiz hafta izlediğim “Dünya Yerinden Oynar” adlı müzikli oyun tüm bunları, kahkahanın, neşenin sisteme, düzene karşı ne kadar güçlü bir başkaldırı ne kadar etkili bir direniş unsuru olduğunu yeniden düşündürttü bana.
Şebnem İşigüzel’in yazdığı Mert Fırat’ın yönettiği, Alara Canay, Emine Doruk, Gökşen Ateş, Melisa Akman, Özge Borak, Özge Fışkın, Rana Büyükyılmaz ve Su Sonia’nın rol aldığı Dünya Yerinden Oynar'da İstanbul’da bir yalıda hapis hayatı yaşayan yedi kadın kendisinden “Efendi” diye söz edilmesini bekleyen “Haşmetmeap”a ve onun şahsında Antik Yunan’dan günümüze uzanan ataerkil düzene mizahla, dansla, müzikle, renkle, neşeyle direniyorlar. Ürkütücü gerçekliğin, köle pazarlarının, şiddetin, yalının sahibinin zorbalığının, Külhanbeyi'nin tehditlerinin, mahalle baskısının karşısına rengarenk kıyafetleri, pırıltılı makyajları, çizmeleri ile çıkıp hep birlikte, yüksek sesle gülüyorlar.
Onların kahkahası otoriteye, baskıya, haksızlığa, eşitsizliğe karşı çok güçlü bir duruş.
Hem zihinlerdeki tabuları, ön kabulleri, kalıp yargıları hem de otoriter sistemlerin kilit taşlarını yerinden oynatacak kadar yıkıcı bir güce sahip. Aynı zamanda da onarıcı, iyileştirici.
Salonu dolduran her yaştan İzleyici de onlarla birlikte anlattıkları erkeklik hallerine, “efendinin şeyşi”ne kahkahalarla gülüyor. Onların eğlenmeye, neşeye, dansa davetlerini kabul ediyor. Şarkılara tempo tutuyor, ayağa kalkıp danslara eşlik ediyor. Onlarla birlikte düşünüyor, dönüşüyor, iyileşiyor.