Seyit Rıza Parkı’nda düzenlenen açıklamada söz alan Nurşat Yeşil şunları söyledi:
“Barışın ne kadar değerli olduğunu ne kadar vazgeçilmez olduğunu insanlık yaşadığı korkunç savaş ve yıkımlarla deneyimledi. Faşizmin, dünyaya yıkım ve felaket getirdiği 1939 yılında Polonya’yı işgal edip ikinci dünya savaşını başlatmasının tarihine atfen ilan edildi 1 Eylül Dünya Barış Günü. İnsanlık bir daha asla bu korkunç tablo yaşanmasın, çatışmalar önlensin, barış duygusu ve bilinci gelişsin diye 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü ilan etti.
Kalıcı barış ve demokrasi isteyen emekçiler bugünün önemini hiç unutmadılar. Bugün bir dünya savaşı olmasa da yeryüzünde bölgesel savaşlar ve iç çatışmalar yaşanıyor. Suriye ve Libya harabeye döndü, 40 yıllık işgal sonrası Afganistan Taliban gericiliğine bırakıldı.
Dünya Barış Günü’nde hala savaşı, çatışmayı, bunun yarattığı yoksulluğu ve zorunlu göçü konuşuyoruz. Emek ve demokrasi güçlerinin bütün barış çağrılarına karşın dünyanın yeniden paylaşımı peşindeki emperyalist güçler ve onların işbirlikçisi yerli gericiler kendi çıkarları uğruna milyonları yeni savaşlara ya da iç savaşlara sürüklemekten geri durmuyor.
Emperyalist ülkelerin hiç bitmeyen yeniden paylaşım kavgaları nedeniyle halklar kırılmaya, birbirine kırdırılmaya devam ediyor. Açık işgal ve müdahaleler, vekâlet savaşları, iç çatışmalar, savaş tehdidini canlı tutan ambargo ve yaptırımlar, besleme, lejyoner savaşçı ve cihatçılar emperyalist güçler eliyle ülkelerin dizayn edilmesinde kullanılıyor.
Yaşadığımız ülkede yüzlerce yıldır sürdürülen kirli savaşın temelinde ise bir yandan inkâr edilen, yok sayılan halklara karşı duyulan düşmanlık, öte yandan da toplumun tamamına karşı yürütülen korkunç suçların örtbas edilmesi yatıyor. Bugün, aktörleri tarafından daha açık şekilde itiraf edilen çeteleşmenin, mafyalaşmanın, hırsızlığın, yolsuzluğun, uyuşturucu ticaretinin, işlenen bireysel cinayetlerin, mala, mülke ve en önemlisi de insanların hayatına el koyup gasp etmenin temel nedeni Kürt halkına karşı onlarca yıldır yürütülen kirli savaştır. Son 30-40 yıllık deneyim bize gösterdi ki her kim savaşta ısrar eder, çözüm masasını devirir ve savaş konseptini devreye koyarsa işte orada ranta ve çıkara duyduğu ihtiyaç vardır.
İlimizde de ormanlar 2 haftadır yanıyor. Hozat’tan başlayıp, Ovacık sınırlarına sıçrayan ardından Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içerisinde ve Vartinik Bölgesi’nde meydana gelen yangınlardan bir kısmı kontrol altına alınmış olsa da Vartinik Bölgesi’nde ki yangınlar yayılarak devam ediyor. Yangınlara havadan müdahale de ancak sosyal medya ve Dersim kamuoyunun tepkileri sonucunda yapıldı. Bölgede yıllardır askeri operasyonlar sonrasında meydana gelen yangınlar nedeniyle memleketin ormanları yok oluyor, florası, faunası ciddi zararlar görüyor. Munzur Vadisi Milli Parkı sınırlarında meydana gelen yangının bulunduğu alan yaban keçisi, vaşak gibi koruma altındaki türlerin yoğun şekilde bulunduğu bir alan. Endemik bitki türlerinin de yoğun olduğu coğrafyamızda neredeyse her yıl orman yangınlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Ama bu yangınların söndürülmesi için çaba gösteren vatandaşlar çoğunlukla özel güvenlik gerekçesi ve operasyon sebebiyle engelleniyor!
Barışın inşasına giden yolda, insan haklarının temeli olan insan onuru, eşitlik, özgürlük ve adaleti asla unutmamamız gerekir.
Dünyamızı ve özellikle de coğrafyamızı sarıp sarmalayan savaşlara, çatışmalara, göç ve yerinden zorunlu edilmelere, gittikçe yükselen ırkçılığa, kadın, LGBTİ+ düşmanlığına ve ekolojik yıkıma, doğanın yağma ve talanına, ülkenin batısından güneyine ve son 15 gündür kentimizde yanan-yakılan ormanlarımız için içeride ve dışarıda her türlü antidemokratik ve barış karşıtı politikalara barış sesimizi daha da yükseltmeliyiz.
Ülkemizin az çok barış içinde bir ülke olabilmesinin koşulu;
- Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmaktan,
- Türkiye’nin bölge ülkelerine rejim dayatmasına hayır demekten,
- Tüm silahlı güçleri resmi sınırlar içine çekmekten,
- Bölgedeki emperyalist müdahalelere ve bölge gericiliklerinin girişimlerine karşı halkların eşit, adil ve gönüllü birliğini, kardeşliğini yüksek sesle savunmaktan,
- Silahlanmaya, silah yatırımlarına karşı mücadele etmekten,
- Mülteci sorununun BM’nin belirlediği standartlar çerçevesinde çözümü için gerekli girişimleri yapmaktan geçer!
Türkiye’nin yönetim sisteminin otoriterleştiği koşulların ortadan kaldırılarak demokrasi ve insan haklarına dayalı yeni bir toplum sözleşmesi yapması, barıştan ve barışı savunmaktan geçmektedir. Dersim Emek ve Demokrasi Güçleri olarak Türkiye’de barış ve demokrasiden yana kesimlerin birlikte mücadelesinin sonuç alacağı inancındayız.
Dersim Emek ve Demokrasi Güçleri olarak ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada barışın egemen olduğu bir yaşam için BARIŞ mücadelemizi sürdüreceğiz”
HABER MERKEZİ