Dersime gelen misafirlerine bir öğlen yemeği ikram etmek istemiş. Misafirlerini her zaman gittiği lokantaya değil, biraz daha gösterişli bahçeli bir lokantaya götürmüş. Beş kişi birer sebzeli yemek yemişler. Yanlarında birer şişe su içmişler. Misafirler misafir edeni fazla masrafa sokmak istememişler. Lokantalarda yemeklerin ortalama, 7-8 lira olduğu yerde, 5 yemeğe 80 lira, hesap ödenmiş.
Okurumun şaşkınlığı hala üzerindeydi. Tepkiliydi. ‘Festival yaklaştı. Gelenler çoğaldı. Kurt dumanlı havayı sever misali, bu fırsatçılarda bu ortamı beklemiş olacaklar ki, çıktılar ortaya. Bunlara dur diyecek bir merci, yapmayın ayıptır diyen biri çıkmayacak mı?’ diyerek tepkisini dile getirdi.
Bir başka bayan okurum, elinden tuttuğu çocuğu ile geldi. Oda aynı konuda şikâyetçiydi. ‘Çocuğum su istedi. Yanı başımızdaki lokantanın kapısını aralayarak bir küçük pet su istedim. Bir lira aldılar. Bu çok fahiş bir fiyat. Yirmi kuruşa aldıkları suyu yüzde beş yüz karla satmaları büyük bir fırsatçılık. Bunları denetleyen bir kurum, makam yok mu?’ diyerek o da tepkisini dile getirdi.
RONYANIN yaşıtı küçük bir kız, kumbarasında biriktirdiği paralarla, annesine ve anneannesine bir öneride bulunmuş. ‘Birlikte gidelim çarşıya, benim zıpzıpta oynamama izin verin, bende size paramla çay içireyim.’ demiş. Hep birlikte gitmişler. Zıpzıpta oynayan kendine oyuncak alan küçük kız, artan parası ile çarşı merkezdeki çay da satan bir lokantada annesine, anneannesine ve kendine çay söylemiş. Gelen çayları sevinçle ve övünerek içen küçük kız çayını bitirmeden hesabı ödemek istemiş. Küçük çantasındaki kalan 2 lira parayı çıkarıp garsona uzatmış. Garson, ‘2 lira değil, 3 lira vereceksin. Çaylar bir liradır.’ demiş. Parası yetmediği için ağlamaklı olan kıza, Anneannesi: ‘üzme kendini ben öderim.’ demiş. Ödeyerek çıkmışlar. Çayını içmeden bırakıp çıkan kızın, gülen yüzü solmuş. ‘Gezmek istemiyorum. Beni eve götürün.’ demiş. Gelip gazeteciye şikâyette bulunan anneanne, oda, diğer şikâyetçiler gibi, ‘Bu keyfiliklere dur diyen yok mu? Bugünden çay bir lira olursa festivalde 2 lira olur.’ diyerek uyarıda bulundu.
Tepkilerin dile getirildiğinde yanımda olup tepkileri dinleyenlerde, benzer örnekler vererek bu tür bize yakışmayan keyfiliklerin arttığını, giderek artacağını söylediler.
Hemen her yıl yaz mevsiminde, festival öncesi ve sonrası yaşanan bu şikâyetler, bir türlü önlenemedi. Yeterli denetimler yapılmamış, yapanlar için caydırıcı işlemler yapılmamış olacak ki. Her yıl aynı şikâyetler artarak sürüp gitmektedir.
Yaz Mevsiminde, Festival öncesi ve sonrası Dersim, her yıl artarak büyük bir misafir akınına uğrar. Yurtiçi ve yurtdışındaki Dersimliler eskisi gibi tatillerini sahil kentlerinde değil, sahil kentlerini aratmayan Dersimde geçirmek isterler.
Dersimle ortak değerleri paylaşanlarda yaz mevsiminde Dersim’e akın ederler. Dersimin güzelliklerini ve özgürlüklerini yaşamak için gelirler.
Dersim, yaz mevsiminde bir tatil kentidir. Çok kimlikli uygar bir kenttir. Fırsatçıların dışında; hırsızı, yankesicisi, kapkaççısı, holiganları, yan bakıcısı olmayan bir kenttir. Kılığı ve kıyafeti, yaşamı ile insanlar özgürdürler. Kimse türbanlıya türban taktığı için müdahalede bulunmadığı gibi, şort giyene de neden giydin demezler. Yenillikleri, farklılıkları, çok kimlikliği zenginlik sayarlar.
Dünyada benzeri görülmeyen, şehrin içinden geçen iki nehir, yaz sıcağında Şehre serinlik verirken, kıyılarında kurulu yazlık tesisler, çay bahçeleri, sahil kentlerindeki plajları aratmayan plajları, keyfine doyulmayan dinlenme mekânları olurlar.
Seyit Rıza Parkı şehrin ilk ayak basılanı mekânı, tarihi yeri, eserleri, olmayan şehrin tarihi mekânı buluşma yeridir. Aradığınız her renkten, her dilden, her yaşatan insanlar oradadır. Meydan, akşam saatlerinde gezilemeyecek ve oturamayacak kadar dolar. Seyit Rızanın yanı başında Munzur’u seyretmek, şehre yayılan serinliğinde onun sesini, kıyısındaki çay bahçelerinde çalan müziği dinlemek, Dersime özgü yaşanan ve paylaşılan bir güzelliktir.
İki ırmağın kıyısındaki doğal plajlar, sahil kentlerindeki plajları aratmayacak kadar güzeldir. Hatta daha çok güzeldir. Daha çok temiz daha çok sağlıklıdır.
Yurt dışından gelen misafirimle, gittiğimiz Kutu dereye kadar Pülümür Vadisi, ırmağın kıyısındaki dolu, doğal plajlar, doğayla baş başa yaşanan özgürlükler, misafirimin gözlerini kamaştırmıştı. Terör haberleri ile gölgelenen bu güzelliklere haksızlık yapıldığını, bu kötü propagandanın hak edilmediğini, yaşayarak bunun doğru olmadığını gördüğünü, buna çok üzüldüğünü ifade etti.
Kutuderedeki çay bahçelerinin ilk kurucusu, simgesi, LAL’I, gördüm. Çay bahçesini işletmekten vazgeçmişti. Hayvan besiciliği yapıyormuş. ‘Nasıl vazgeçebildin, etten? dedim. Güldü. Boynunu büktü. ‘Bu daha kolay, karlı.’ dedi.
Artık eskisi gibi et kokmuyordu.
ARYANIN, ROŞVERİN çimler üzerinde oynamaya doymadığı Kutudereden, akşam geç saatlerinde ayrılırken, Kara Haydarın orda ateş çayı içmek için, çoğu uzun yol araçları sıraya girmişlerdi.
Tunceli’nin haritasını yeniden çizmek için çalıştıklarını söyleyenler, şehrin girişinde
Cemevinin yakınındaki maden suyuna, bankları atmış oturuyorlardı. Misafirlerin merakı üzerine durduk. Yerlerini bıraktıkları suyun içindeki banklara bizimkiler oturdu. Israrla suya girmek isteyen ARYAYA, annesi izin vermedi. Gecenin sessizliğinde yanı başımızda akan Pülümür Suyunun sesi müzik gibiydi. Gecenin koyu olmayan karanlığında yıldızlar uzaktı.
Fikri TAŞ