Bundan 10 gün kadar önce, bir süredir önemli bir sağlık sorunu ile yüz yüze bulunan ortaokul`dan öğretmenım Haydar Işık`ı, hemşehrimiz Dogan Özün ile birlikte ziyarete gittim. Ayrılmak üzere kalktığımızda „Dur sana yeni kitabımı vereyim,“ dedi ve üst kata çıktı. Geri geldiğinde imzaladığı son romanı „Xec“e`nin Dersim Kefareti`ni uzattı. Teşekkür edip ayrıldım, arabaya biner binmez de karıştırmaya başladım. O gün ve ertesi gün fırsat buldukça okumayı sürdürdüm. 3. gün sabah saatlerinde trenden indiğimde kitabı bitirmiştim.
Roman kahramanının kim ve nereli olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok sanırım. Kitabın adı bunu açıklığa kavuşturuyor. Bu, Dersimli Xecê`nin romanıdır.
5-6 yaşlarında Dersimli bir kız çocuğudur Xecê. Onun pırıl-pırıl „mavi“gözleri, öteki binlerce yaşıttı gibi 1937-1938`in şahididir. Köyünde bir yandan arkadaşlarıyla oyun oynarken, bir yandan da o çocuk aklıyla, büyükleri arasında tartışılan asker, çatışma, öldürme, yakıp-yıkma sözcüklerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışır. Aralarında babsının da bulunduğu köyün erkeklerinin neden silahlarını alıp uzaklaştıklarını çözmekte zorlanır ama korkulacak şeyler olduğunun farkındadır. Bunu en çok ta annesi dahil, kocalarını, ogullarını ve kardeşlerini istilacılara karşı savaşmak üzere yolcu eden kadınların hüzün dolu bakışlarından, fırsat buldukça gözlerinden dökülen yaşlardan anlar. Onların, Xızır`a, doğduğu an güneşe ve ziyaretlere yalvarışları bir yandan korkusunu arttırır, bir yandan da umut yaratır içinde. Öte yandan, bütün bunları görüp duydukça, önce kendi kendine, ardından annesine ve bazen de arkadaşlarına sorular sorar, gerçeği tam olarak öğrenmek için çabalar.
Köyün yaşlı ileri gelenlerinden Hesenê Mirzali`nin bilgece sözleri aklından çıkmaz.
Derken günün birinde saklandığı yerde ele geçer. Yaralı bir kuş yavrusu gibi tir-tir titrerken de kendisini yakalayan askeri birliğe tercümanlık yapan Dersimli, korkmamasını, öldürülmeyeceğini söyler ama neye yarar bu? Hiç bir şey söylemeden alıp götürülürken sonra yaptıkları ilk şey, saçlarını kesmek olur. Anne ve babasının, ağabeyisinin, arkadaşlarının ardından onlardan da ayrılmıştır artık. Bunu, bir türlü bitmeyen yeni bir yolculuk izler. Günlerce gittikten sonra dillerini bilmediği, gelenekleri, yaşam tarzları kendilerininkine hiç benzemeyen yabancılar arasında bulur kendini. Burası, köyünü yakmış, halkını katletmiş olan subayın evidir. Geleceğin generallerinden Cevdet Alibeyoğlu`nun evi!..
Xecê, artık „Dersim`in Kayıp Kızları“ arasına katılmış, Eğe`de bir konakta yaşamaktadır.
Ama büyük büyük bir inatla direnir; görüntü ne olursa olsun, özde kendisi olarak kalır. Dersimli Xecê`dir o; diline, kültürüne, geçmişine büyük bir bağlıkla bağlanır. Bağlanır, çünkü onlardan başka kendisini hayata bağlayan herhangi bir şey yok.
Yıllar sonra, yaşının ilerlemiş olduğu bir dönemde cocukları Hakan ile Yeşim`i görmek üzere Almanya gider. Orada parkta Alirıza adında bir Dersimli ile karşılaşır. Üstelik karşılaştığı adam onunla anadili olan Kırmancayı konuşmaktadır. Derken Ali rıza sırlarını anlatmasını ister kendisinden. Hem de eğer uygun görürse anlatacaklarını kitap olarak yayınlamayı önerir.
Buna karşılık tereddütlüdür Xecê. Bir yandan anlatmak, çocukluk günlerine kadar uzanmak ve acılarını yeniden yaşamaktır. Diğer taraftan o, acılarını yüreğine gömmüş, çocukları dahil, onlardan kimseye bahsetmiş değil. Eger Aliriza`nın önerisini kabul ederse, bu sırrı önce oğlu ile kızına açması gerekmez mi? General Cevdet Alibeyoğlu`nun A`dan Z`ye kadar Türk kültürüyle yetişmiş çocukları annelerinin geçmişini, Dersimli alevi bir kürt ailenin kızı olduğunu öğrendiklerinde nasıl bir tepki gösterirler acaba? Xecê`nin iç dünyasını, ondaki çelişki ve çatışmaları dile getirmeyi kitabın yazarına bırakalım:
„.. Hatice Hanım uzun süre düşündü. Sonra ne olduysa oldu ve bir anda konuşmaya başladı,
„Size hayatımı anlatmayı hiç düşünmedim. Onu hep geriye itmek istedim, ama acı çok derinde olduğundan tüm çabama rağmen beceremedim. Yaşlandıkça çocukluğuma dönüş isteği her günümü doldurdu diyebilirim…`
„Ben daha benken,` sözleri, hıçkırıklara boğulan birinin hançeresinden dökülür gibi titrek ve kırılgan çıktı…“ (s. 19-20)
Sonra? Sonrasını, merak edip kitabı okumak isteyenlere bırakıyorum. Hikayenin tamamını Xecê`nin kendisinden öğrenmeleri daha doğru olur.
Eline sağlık Haydar Hoca. Sağlık sorununu aşıp kısa sürede yeniden yazmaya başlayacağın günleri görmek dileğiyle..
Munzur Çem