Gün koyu esmer başlamıştı. Oysa gökyüzü süpürülmüş gibiydi. Zerre bulut yoktu. Çiziksiz, gri bir gökyüzü vardı. Ama yağmur yağıyordu. Hayır, hayır; gökyüzünün ıslaklığı süzülüyordu sanki… Yağmurun yağdığı; ağaç dallarındaki ıslaklıktan belli oluyordu ancak…
Bir “garipler” ortamı vardı. Hüzünlendim. Yollardaydım artık… Yani bir yerleri yaşıyordum yeniden…
Zağge Çağlayanı yalnızdı şimdi…
Rahmetli Hasan Yıldırım; benimle sevgili Hüseyin Günek’in de yer aldığı birkaç kişiyi oraya sac kavurması yemeye götürmüştü. Kayalıklarında oturup, günün huzurunu paylaşmıştık.
Kutuderesi’nde; Pülümür Çayının plajına dalıp dalıp meşelik yamaca uçan martı, hala o gurbeti yaşıyor muydu acaba?
Ve Kuşadası’ndaydım:
Oradan büyülenmiş olarak dönmüştüm.
Antik EFES Kenti, yamaçlar arasındaki bir düzlükte kurulmuştu. Muhteşem bedeninden bazı parçalar vardı yerlerde… Roma’lı Efes valisi Celsius’un oğlunun kütüphanesi, meydan okuyordu karanlığa… Heybetli kapıların önünde “cüce” kalıyordu insan… Kapılardan birinin önünden başlayan yol, bir ihtişamı simgeliyordu. Mermer tabletlerle döşeliydi… Bir zamanların meydanı şimdi kapalı çarşıydı. Büyük ve zengindi…
Kuşadası turistik zenginliklerle bezeli… örneğin, galiba; Efes’e kadar inen bir dağda bir “ev” var. Kâgir bir yapıydı. Sessiz ve saygıyla giriliyordu. Çünkü, MERYEM ANA’nın evi olarak sunuluyordu…
Evet; SELÇUK’lular da vardı orada. “Yazı’daki” kale ve Adanın içindeki Kervansaray’la namlarını bırakmışlardı oralarda…
Kuşadası nda; Edebiyatımızın anlatı şiiri bir kuş da var: ÇALIKUŞU…
Evet; Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu’na; Kuşadası’nda görev yaptırıyor…
RIZA CAN