M.Ö 25000’lerde çıkıyor ilk belirgin vücut hatlarıyla Tanrıça karşımıza… Güney Fransa’dan Çin sınırı ve Baykal Gölü’ ne kadar iri göğüslü, kalçalı, doğurganlığı, üremeyi, bolluğu, bereketi anlatıyor aynı heykeller bize. İlk tapınılan varlık olarak kadını görüyoruz dünya üzerindeki coğrafyalarda. Bedeninde erilden aldığını dönüştürüp yeni bir insan yaratabilmeye verilen bir saygı gördüğümüz….
İlk yerleşik düzenin örneklerinden Anadolu ve Çatalhöyük’te Tanrıça bilinci daha da netleşmeye başlar.
Metaforik yaklaşımla iri göğüslü ve dolgun yapısıyla Ana Tanrıça, TANRIÇA KİBELE (Yunan Mitolojisiyle Artemis adını alır) Mezopotamya uygarlığında MÖ 6200-7000 yıllarında karşımıza çıkar. Hemen hatırlayacağınız Ana Tanrıça Kibele heykeli Çatalhöyük kalıntılarında ortaya çıkartılan ve bugünkü kadın algısından çok uzak bir görüntüyle görsellik bulur. Üretkenliği, doğurganlığı, soy ağacının devamlılığını, sürekliliği, sürdürülebilirliği yansıtır. Ne kadar da bugünün dünyasında ihtiyacımız olan ve son dönemde daha çok duymaya başladığımız kelimeler değil mi? Süreklilik, sürdürülebilirlik…
Heatherash Amara Savaşçı Tanrıçanın Yolu kitabında şöyle söylüyor:
“Çatalhöyük ve diğer Neolitik sahalardan alınan buluntular, kadınların rahibe ve zanaatkar oldukları ve bu toplumlarda kadınla erkeğin bir olduğunu gösterir. Her ne kadar kadın ve erkeğin kutsal birlikteliği önemli bir dini gizem olsa da evreni yaratan ve yöneten güçler genelde bir tanrıdan çok bir tanrıça olarak betimlenirdi.”
İki aslan tarafından korunan ve öylesi bir tahtta konumlanan Ana Tanrıça, kendini insanlığın devamında MS 3.yy’da Roma Dönemi’ne Tanrıça Kibele olarak gösterecektir.
Jennifer Barker Woolger ve Roger Woolger’ın “İçimizdeki Tanrıça” kitabında bu durumu şöyle anlatır:
“O yalnızca bir ilahe değil, aynı zamanda birçok özelliği birleştiren, görülebilir ve aşkın olanın birleşmesinden doğan TEKliktir derler. Onun sesi bizi sonsuz çeşitliliğimizle onaylayan sestir. Sınırsız yaratma, yok etme ve yeniden yaratma gücüyle doğan hoşgörü tutumudur.”
Sümer, Yunan, Mısır, Roma, İskandinav, Çin, Hint destanlarının anlattığı mitler ve öyküler bizi tek bir gerçeğe götürür:
Ebedi dişilik yani Tanrıçalık dönüştürücüdür, iyileştiricidir, iyiliktir. İnsanın, hayvanların, bitkilerin, yeryüzünün ve gökyüzünün, ölümün ve yeniden doğuşun kaynağıdır. Tarih boyu o, bu güçle azizedir, kraliçedir, anadır, fahişedir, bakiredir. Hem ışıktır hem karanlık… O’nun sesi, yaptıkları şarkılarla, resimlerle, yazılarla, destanlarla, sezgilerle, rüyalarla, kalpten yaşamla, aydınlanmayla size ulaşır.