Üç şeyin ilacı yok! Bedenin izin verdiğinden fazla cinsel performans, iştaha rağmen zayıflamak, son olarak mutsuzluğa karşı mutluluk. İlacı var diyenlerin önemli bir kısmının kardiyolojik ve psikolojik yangınlarının büyüklüğünü biliyoruz. Varoluşsal olarak bu ihtiyaçlarımızı ancak kendi kendimize karşılamaya programlıyız. Medikal sihirli değneklerin faydası yan etkisinden küçük. Bu yazımda zayıflama konusunu bu üç varoluşsal konunun içinden çekip öne almak istiyorum. Neden, çünkü ben de bazılarınız gibi biran evvel zayıflamak istiyorum. Her davranış kendisini motive eden ihtiyaca yapışarak devamlılığını sağlar. Peki çoğumuza tıka basa yediren motivasyonlar, nedenler ne olabilir? Buyurun beraber keşfedelim.
1. Açlık
Açlık neden saçma? Çünkü açlık hissi çoğu zaman aç kalma kaygısıyla ilişkilidir. Aç kalmanın kendisi, aç kalma kaygısından büyük değildir. İçgüdüsel olarak kendimizi doyurmaya uyumluyuz. Fakat yine de zihnimiz, ‘’ya aç kalırsam’’ kaygılı düşüncesiyle çok meşguldür. Çünkü sinir sistemimiz bu kaygıyla bizi hayatta tutmak ister. Aç kalmaktan kaygı duymak, biz pek farkında olmasak da atalarımızdan aktarımlı açlık hikayelerinden besleniyor. Savaş, kıtlık ve korku üçlüsünün kahramanlık hikayeleriyle iç içe geçmesinin sonucu; ya ben de aç kalırsam, düşüncesi oluyor. Çok saçma ama eski beyinin kasesi dolu, gözü aç. Sakin olun, çoğu zaman gerçekten aç değiliz. Duygusal yemeye inanmıyorum. Duygusal yeme olsaydı duygusal yememe de olurdu. Mutluluktan yiyememek ihmal edilebilir oranda olduğundan buraya yazmam hiçbir şeyi değiştirmez. Duygular aç veya alacaklı değildir. Ancak ifade edilmesi için hafifçe desteklenmeyi beklerler.
Gerçek açlık şüphesiz acı üretir. Ancak aç kalma korkusu zulüm üretir ki bu da doymaktan aciz insanların işidir. Başkalarının payını, başkalarının önünden yiyerek açlık giderilemez. Bunun en manidar ve daraltarak yazacağım ikilemi şu ki, biz bize ayrılandan fazlasını yediğimiz için kaynakları küçültüyoruz. Ve dahası kimilerinin doymak için harcayamadığını, kimileri yememek için harcadığı sürece ekolojik adalet çok uzakta…
2. Kıyas!
Kıyas mı, ne alakası var demeyin. Kıyas stresi bize en çok yediren etkenlerden biri. Derinde bir yerde kıyas, yine açgözlülüğümüzün sonucudur. Onun var benim de olsun düşüncesi daha da ileriye gidip, ondaki benim olsun ve nihayet, sadece bende olsun dediğimiz karanlık bir yerden nemalanıyor. Kıyas isyanı, isyan kanaati ve alacaklı olmayı besliyor. Sonunda ne oluyor dersiniz? Hırsla ve öfkeyle yemek yiyoruz. Bu hırslı yeme davranışı iki amaca odaklı, yetersizlik düşüncesine karşı uyuşma, dolaylı kendini yok etme. Kendini kıyasına eleştirme, aslında sen olmasan da olur demenin bir yoludur.
3. Enerji Açlığı
Tabi ki orantısız zaman kullanımını karşılayacak bir enerjiye sahip değiliz. Geç uyumak, az uyumak, her teklife açık olmak, taleplere yetişmeye çalışmak, ayaküstü beslenmek, hareketsizlik gibi bilinen zorlayıcılarla zamanı planlı kullanmak elbette zor. Performans arttırmaya duyulan ihtiyacı bilirsiniz. Bol kahve tüketimi, enerji içecekleri, sınırsın çayların ardışıklığında enerji üretim makinesi olmayı umuyoruz. Kalbimiz kırılmasın, bedenlerimiz yorulmasın diye kısa süreli hayattan sıyrılmalara müsaade ediyoruz. Yemek yeme atakları böyle bir yerden bize tutunuyor ya da biz can yakıcı bu döngüye tutunuyoruz. Geçiciliği nedeniyle yiyerek rahatlama seçimi de elimizde kalıyor. Vaat ettiği dinginlik kristalize oluyor. Daha enerjik olmak için yemek ve yedikçe özgürlüğünden vermek konusunda acı çekiyoruz. Enerji arayışının kendisi enerjimizi emiyor.
4. Güven Arayışı
Güven; üzerinden, algısından dünyayı anlayabildiğimiz bir değerdir. Lazım olursa değil her seste ve her nefeste orada olmak zorundadır. Ancak kendimizi daha güvende hissettiğimizde azla doyabildiğimizi fark edebiliyoruz. Kulağa saçma gelebilir ama dış dünyaya duyulan güvensizlik yeme ataklarını sağlam bir yerde zapt ediyor. Güvensizlik biz oradayken veya bilincimizi örtbas ettiğimiz küçük sızlanmalarımızda hep kesik acısı gibi… Sarmakla da olmuyor. Öpmekle de yatışmıyor. Güvensizlik arttıkça boşluk hissinin cüreti de artıyor. Ailesine, sevdiklerine, işine, itibarına, kanunlara karşı sarsılan güven boşluğu yeme ataklarına dönüşüyor. Mantıksız mı, evet. Geçerli mi, evet. Güvenli yer mutfak değil, belki bir ağaç altı veya deniz kokusu elimizden tutabilir.
5. Hayır Diyebilmek
Hayır diyebilmek az yediriyor. Sınırlarına saygılı, özsaygısı ve öz şefkatine yer açanlar için çok yemek abartılı bir davranış. Yemek yemek bir ihtiyaç ama zararına yemek kontrolden çıkmış bir şehvet yani arzu demek. Şehveti bilirsiniz, irade anlık elimizden kayabilir ve kontrolümüzü yitirebiliriz. Ardından gelen utancı şimdilik burada yazmayacağım. Tam orada fazladan yeme tercihimiz ışıldıyor.
Kimse kimseye zararına yemek yediremez. Ama bunu ihtiyaçmış gibi gösterirseniz -ki cips, asitli içecekler, paketli gıdalar genellikle yemezsek ölecekmişiz algısıyla pazarlanır-karar mekanizması tersine çalışır. Kendine, kendi yararına hayır diyebilmek azılı öz şefkattir. Canımı acıtacak olanın ambalajına bakıp geçebilir, rafyalarını çözmemeyi de seçebilirim. Merakımla sağlığım arasındaki boşluğa düşmemek için bekleyebilir ve iştahın geçiciliğini zihnimde deneyimleyebilirim.
Bunları zaten bilen doğanızın duyabilmesini diliyorum.