« insanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde
inanırlar », Albert Camus.
İntihar ne zayıflık nede cesarettir, intihar kişinin artık taşıyamadığı yüklerin altında ezilip son nesefini
verdiği andır. İntihar, ölüm isteğinden çok bir acıyı sonlandırma isteğidir ve yardım çagrılarımızın
duyulmamasında ötürü koyulan son noktadır : « artık tutunamıyorum, düşüyorum , elini uzat ! Hey
biri duysun sesimi, kimse yok mu, artık tutunamıyorum elini uzatan yok mu !».
« Ah o insanlar yok mu, nesneyi amaç edip kutsal ilan eden insanlar, elleri nesne ile doluyken seni
nasıl tutsunlar ! Bırak onları, sen zor anlarında tutunmak için bir şeyleri inşa edebilecek güçtesin
çünkü sen insansın. Sadece karanlığa odaklanıp köreltme zihnini. O karanlıkta en güçlü ışık sensin, yeterki kendi gücünün farkında ol ve o gücün kaynağının sende mevcut olduğunu gör »
demek isterim intiharı düşünen herkese.
Emile Durkheim, Fransız sosyolog, çalışmaları sayesinde intiharı sadece ruhsal hastalıklar boyutuyla
değil sosyal ve toplumsal açıdan da değerlendirilmesi gerektiğini göstermiştir. Modern kapitalizmin
insanları ölüme sürükleyen ve intihara sebep olan içerikleri oluşturduğunu anlatırken çok önemli
tespitlerde de bulunmuştur. Durkheim’a göre modern kapitalizmde intihara sebep olan beş neden
vardır : bireycilik, aşırı umut (hayal kırıklığına yol açar), çok fazla özgürlük (sınırsız), ateizm, ulus ve
aile kavramlarında zayıflama (geleneksel topluma göre).
Başka bir bakış açısıyla Emile Durkheim’in çalışmalarından yola çıkarak, modern kapitalizmi
geleneksel toplumlara dayatırken sadece rant ve çıkar odaklı olmanın ve insanları bilmedikleri (ama
bildiklerini zannetikleri) bir sistemde güvensizliğe terk edip yok olmaya mahkum etmenin sonucu
olarak, intiharı sosyal açıdan değerlendirebiliriz. Yani sadece maddi yönden gelişimi sağlarken, insanı
ve manevi boyutu eksik bırakan her sistemde özgür birey olmanın yükü ağırdır.
İnsan neden intihar eder ? Benzer acıyı, sıkıntıyı ve durumu çoğu insan yaşarken neden hepsi değilde
bazıları intihar eder? Her ne kadar acı, sıkıntı ve durum aynı görünse de bizi birbirimizden
ayıran, algılama şeklimiz ve bu algılama sonucunda yüklendiğimiz duygusal ağırlık olur. Bu yaklaşımla
belki insanları yargılamaktan kaçınır, her kişinin yaşadıklarının kendine ağır geldiğini anlayabilir ve
elimizi korkmadan uzatabiliriz.
İntihar, karanlığın içinde yolunu bulamayan ve ümidini yitiren her bireyin gördüğü tek çıkış noktası
olarak belirir. İntihar, mutsuzluk, sevgisizlik,yalnızlık, sıkıntı, öfke, pişmanlık, intikam, affedememe
gibi duygular içinde kendine yabancılaşan bireyin ızdırabına son verme isteği olarak
gerçekleştirilebilir. Ve o an ızdırabı hafifleten her hangi bir şey olmuş olsa belki intihar eylemine
geçilmeyecektir…
İnsanlar sadece gözle görünen ve elle tutulan şeylere önem verirler, sayarlar, bu yüzden intihar eden kişinin arkasından sadece şaşırırlar ve « intihar edecek gibi görünmüyordu » diye düşünürler. Bu
değerlendirme intiharı sadece yakın bir geçmişle ele alarak ve kişinin yakın geçmişteki davranışlarını
sorgulayarak anlamaya çalışmanın sonucudur, ancak eksik ve yetersiz bir değerlendirmedir. Çünkü
hayatta nefes almaya başladığımız andan itibaren, hatta anne karnından itibaren, bazılarımız için ağır yükler yüklenmeye başlatılmıştır. Arada tutunabildiğimiz bir şeyler bulursak yaşama motivasyonumuzu sağlayabiliriz ancak tutunacak hiçbir şeyimiz kalmamışsa : hem yıkar hem yıkılabiliriz.
"Motivasyon" demişken, Abraham Maslow'un 1943 yılında yazdığı insan motivasyonuna yönelik bir
teori başlıklı makalesinde, insanların motivasyonu kendi içindeki gereksinimlere ve ihtiyaçlara dayandığını açıklar. Bu doğrultuda yaşama motivasyonunu sağlayabilmek için kişinin içindeki ihtiyaçları belli bir kısmı karşılana bilmelidir : fizyolojik (temel yaşamsal ihtiyaçlar, nefes almak, yemek yemek vb…) ; güvenlik (dış faktörlerden kaynaklı tehlikelerden korunma) ; sosyal (aidiyet, sevgi, kabul
görme, sosyal yaşam vb.) ; değer verilme/saygınlık (statü, başarı, itibar, tanınma) ; kendini
gerçekleştirme (gelişim, bir işi başarıyla tamamlama, yaratıcılık).
Hayatımızı algıladığımız kadar yaşarız, neyi nasıl ve ne kadar algılarsak o kadar yaşarız, korkularımızı
ise gerçekleştiririz. Beynimizi bizden bağımsız bir organ olarak değilde bizim kontrolümüz altından
olduğunu anladığımız andan itibaren hayatı güzel ve sağlıklı görmek için çaba sarf etmeye başlarız,
ihtiyaçlarımızı gerçekleştirmek için de daha yaratıcı olabiliriz.
Uzun seneler intiharın nedeni toplum tarafından daha çok psikolojik olarak algılandı, çünkü genel
olarak psikiyatrik rahatsızlıkları olanlar bu eylemde bulunur algısı oluşturuldu (şizofreni, bipolar ve depresyon gibi rahatsızlıklar). Ne kadar intihar eden kişiye intiharın sorumluluğu yüklense de, yapılan çok sayıda araştırma intihar davranışının multifaktöriyel özelliği olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu
konunun genetik, biyolojik, psikolojik ve toplumsal alanda değerlendirilmesi gerektiğinin önemini
vurguluyor.
Mesela, beynin ortalama günde 50 000 ve 60 000 düşünce ürettiğini ve bu düşüncelerin yüzde 80’inin
olumsuz olduğuna inanılıyor. Olumsuz düşünceler anksiyete, depresyon ve davranış bozukluklarının
kaynak merkezi olarak çevresel etkenler, kişinin düşünce, karakter ve genetik yapısı ile var oluyor. Kişi
çoğunlukla olumsuz düşünür ve bu olumsuz düşünceleri pozitife dönüştüremezse, yani yaşamında
güvenle tutunacağı hiç kimse veya hiç bir şey kalmamışsa « ölümün gülümseyen yüzüne » kendini sunmaktan kaçınmayacaktır.
Aslında duygularımız ile başlayan ve davranışlarda son bulan bir serüvendir hayatın içeriği. Bu
çerçevede psikolojik sorunları geliştirmemek için pozitif düşünceler üretmek gerekiyor. Pozitif
düşünceler beyinde pozitif hormonları tetikleyerek (mutluluk homonu diye bilinen serotonin- 5 http)
sakinlik ve huzur gibi hisleri yaşamamıza neden olurlar. Yaklaşık 50 seneye yakındır araştırmacılar intiharın nörobiyolojik nedenleri üzerine çalışıyorlar. Araştırmalar intihar eden kişilerde beynin prefrontal korteks bölgesinde ve merkezi sinir sistemlerinde serotoninerjik (5 HTP) faaliyetinin azaldığını göstermekte. Bu durum prefrontal korteks bölgesinde bir «disfonksiyona» (bozukluğa) yol açarak sağlıklı düşünüp, sağlıklı karar vermeyi engelliyor.
Dünya sağlık örgütünün verilerine göre, her yıl dünyada 800 000’den fazla insan intihar ediyor, bu da
her 40 saniyede bir ölüm anlamına geliyor. 15-29 yaş arasında, intihar ikinci önde gelen ölüm nedeni
olarak görünüyor. TÜiK’in, araştırmasına göre Türkiye'nin en mutsuz ili Tunceli olarak görünüyor :
çokta şaşırtıcı olmasa gerek, büyük baskıların ve çelişkilerin var olduğunu sayarsak bölgemizde. Böyle bir ortamda özgür birey olabilmenin yükü ağırdır. Bu yükü taşıyamayan değil, bu yükleri acımasızca yükleyenlerin neden olduğu bir eylemdir intihar. Bu yüzden son bir hamle ile ölümünü gerçekleştirerek « sen yok saydın ama ben vardım » deyip yokluğuyla var olduğunu hissetirmektir, kişinin varlığını yok sayarak ölümüyle cezalandırılmaktır intihar eylemi…
Tülin Şahin
Uzm psikolog
Kilinik ve kültürler arası sosyal psikoloji.