Bizim kavgamız eski ancak bir türlü kabuk bağlamıyan, ufacık dokunuşla kanıyan yaradır. Munzurların başında eksik olmıyan „mıj u duman“ gibidir. Ben de düstüm çocuksu hayallerimin peşine.
Bizim kavgamız eski ancak bir türlü kabuk bağlamıyan, ufacık dokunuşla kanıyan yaradır. Munzurların başında eksik olmıyan „mıj u duman“ gibidir. Ben de düstüm çocuksu hayallerimin peşine. Munzurlar da deli rüzgarların eşliğinden kaybettiğim sevdamı arıyorum.
Gökkuşağının parçalanmış renginde saklıdır yüreğimin kırılganlığı.
Mavi rengi arıyorum, umutlarım, çocuksu hayellerim orada saklıdır.
Sevdamı Munzurun baş eğmiyen doruklarından aramaya başladım çocuksu hayallerimin eşliğinde.
Güneşin ışıklarının yön verdiği patika yollardan dingin bir tutkuyla yol alıyorum.
İçimdeki büyümeyen çocuk, sevdam ve tükenmeyen inatçı yanım bügün benimle kavgaya tutuşmuş.
Yine dalmışım geçmişin girdaplarına, yol alıyorum yaşanmış ya da yaşanmamışlıklara.
Munzurun eteklerinde. Bu gün burkulmuş yüreğim ağlıyor.
Bir başka ezgidir Munzurun yamaçlarında yaşanılanlar.
Hayal mi!
Gerçeğinden ayırmaya güç getiremiyorum.
Çıkıp Munzurun en yüksek zirvesinden ellerimi kaldırıp toprağa düşenler için secdeye duracağım, sonra da kollarımı açıp etrafımdan döneceğim ve haykıracağım gücüm tükenene kadar…
Bizim kavgamız eski ancak bir türlü kabuk bağlamıyan, ufacık dokunuşla kanıyan yaradır. Munzurların başında eksik olmıyan „mıj u duman“ gibidir.
Ben de düstüm çocuksu hayallerimin peşine.
Munzurlar da deli rüzgarların eşliğinden kaybettiğim sevdamı arıyorum.
Buralar bizim diyarlarımız, burası yaşadıklarımızın şahidi, buralar kaybettiğimiz zirveler. Buradaki rüzgarlara isyanlarımızı havale ettiğimiz günler çok geride kalmadı.
Bugün de takıldım bir uçurtmanın peşine. Geçmişin dehlizlerinde dolaşıyorum, orada aramakta varmış meğer!
Sen ve Munzurum bir bütünsünüz hep yüreğimin derinliklerinde, sizi hapsettim, bir ananın karnında ceninini saklaması gibi.
Bizim arayışlarımız tutkun bir sevdaydı belki de, yoksa sevgiyi mı aradık?
Aradığımız bir tutam sevdaya bulaşmış şefkat olmalı, ya yaşadıklarımız!
Kimselere söyliyemezdik yüreğimize hapsettiklerimizi, sonra da bir uçurtmanın rüzgara dayanmıyan hafifliğiyle yüreğimiz sevdamızın peşi sıra sürüklendi. Halbuki tabulara, engelere, yasaklara takılmıştık. Yine de kendine yol bulmaya çalışan su üzerinde sallanarak giden eski sallar gibiydik, ve bir türlü kopamadık sevgi selinden. Çocuklar gibi tutunduk bizden kaçmak için direnen sevdalarımıza.
Çocuksu düşlerimizle birlikte sevgimizden de bizi koparmak istediler.
Nedensiz, anlaşılmaz engellermiydi! Yoksa isimlendiremedikleri korkular mı hakimdi!
Neden korkulara yem ettik, yasak konuldu yüreklerimize, gem vuruldu filizlenen sevgilere, haykıramadık!
Bir ana şevkatiyle korumadık, kolkanat geremedik sevgimize, sahipsiz bıraktik, hoyratça söylenen kem sözlere boyun eğdik.
Burada belki de suçluyuz. Ancak hak arama diye bir ilke yoksunluğu vardı, isyanlarımızı boğazımıza tıkanan hıçkırıkla bastırdık.
Yinede biz sevdalanmazdık alenen, zira sevdalarda bize yasak olmuştu, hangi zincirleri sevdalar dinler ki!
Dinlemezdi, bakardık ki, ansızın bir kurşun gelir gibi tutulmuşuz..
“Hani ansızın bir kurşun gelir yarimi alır götürür ezgisinde“ var ya! Işte öyle bir şeydi bizimkisi.
Bizim sevdamız, yüreğimizin derinliklerine hapsettiklerimizle gizli, orada paramparça da olsa, biz uzun süre kimselere fark ettirmeden sesizce gönüllü hamallığını yaptık, ya yüreğimizin kavrulan sıcaklığını, ya da utanmazca gözlerimizin derinliklerine haps olmuş sevgilerimizi saklamak için bin bir gerekçe gösterdik. Beyaz yalanlar söyledik. hala aynı yerdeyiz.
“Sen ki, yüreğimizin derinliklerinden küllenmiş eskiye dair bir tutam sevgi, seni neden bize yasak ettiler! Seni neden korkunç, kaf dağının gerisindeki devlerin korkuluğundan bize his ettirdiler! Ne çok şeyler, parçalanmışlıklar sende gizli.“
Sevdam seni nerede hangi yamacın gerisinde saklıyayim ki, daha filiz verirken koparmasınlar… güneşi aramaya çalışan baharın gelişini müjdeliyen „Kardelen Çiçeği“ gibi boy veresin…
Seni saklarim hep kem gözlerden. Kendimi yine sana siper ederım.
Biz sevdaların yasak oldugu diyarları yaşadık
Ağlamanın yasak oldugu alanları yaşadık. Bize yaşattılar.
Çocuksu bakışmaları, ağız dolusu gülüşleri, şevkatla yanıbaşımızdakinin acılı, sevgi arayanın saclarını, omuzunu okşamayi bize yasak ettiler.
Sevgiyi, insani dokunuşlari özledik.
Içimizdeki büyümiyen çocuğu hunharca katletmemiz için elimize soğuk namluları verdiler. Bununla yetinmeyip tettiği kendileri çektiler ki, geriye sevdalardan eser kalmasın.
İnat olsun, seni hep yüreğimin derinliklerinden saklarım.
Inat olsun seni hic dilimde düşürmiyeceğim…
Inat olsun ki seni bitmiyen bir ezgi gibi dinliyeceğim…
İnat olsun ki, seni kimselere görünmeden yüreğimin derinliklerinden büyütüp geliştireceğim ki ,yarınki kuşaklar bizim sevgiden habersiz, şevkatimizin yapmacık olduğuna inanmasınlar“.
İnat olsun ki, sevgilerimiz yasak dinlemeyen „Kardelen Çiçekleri“ gibi filiz verecek.
Elif ORHAN
[email protected]