Ben Ankara Batıkent’inin seçkin bir semtindeki kafeye çok sık giderim. Neredeyse orada bir yerim vardır. O nedenle kafenin işçi giriş çıkışlarını bilirim.
Bir gidişimde yeni bir işçinin alındığını fark ettim. Çıkan gibi o da yerleri silip- süpürüyordu. Uzuna yakın boydaydı. İnce yapılıydı. Daha önce bir yerlerde çalışmış olmalıydı ki, işini çabuk ve temiz yapıyordu. Dik ve çalımlı adımlarla yürüyordu. Gizli bir neşesi vardı sanki. Çünkü etrafla rahat ilişkiler içindeydi. Şivesi, memleketin doğu veya güneyinden geldiğine işaret ediyordu.
Evet, şivesi ve rahatlığı dikkatimi çekti. Çağırıp nereli olduğunu sordum Mardin’in bir ilçesindendi. Yani eskiden “KIRO” denilenlerden biriydi…
Sahi, bir zamanlar kıro sıfatı konuşmalarda bir hayli yer alırdı. Ve daha çok doğu ve güney insanı için kullanılırdı. Bazen sevgiyi, bazen de küçümsemeyi ifade ederdi…
Şimdilerde Kürt sorunu nedeniyle kıro unutuldu.
Sırası gelmişken, bu sorunu biraz irdelemek istiyorum.
Önce bir usul tayini gerektiğini düşünüyorum. Yani, sorunun Türkiye Cumhuriyeti çerçevesi içinde ele alınmasının bir kolaylık sağlayacağını düşünüyorum.
Kürtlerin; ne Cumhuriyete, ne Devrimlere, ne de Demokrasiye “Karşıtlıkları” yok. Bunu gerek söylemleriyle, gerek hizmetler sundukları “Seçkin” meslekleriyle, gerek giyim–kuşamlarıyla sergiliyorlar…
HDP’nin kadın Milletvekillerinin örtüsüz başları bize bir Devrimin adını hatırlatmıyor mu?
Doğrusu, hazır bir ortamın yerine, kayyım atamalarıyla cezaevlerinin seçilmiş, olması, Demokrasiye hiç yakışmıyor…
Rıza CAN