Yurt gazetesinden Ardıl Batmaz’a konuşan Fatih Mehmet Maçoğlu, “Barınmaya dair politik çalışmalar yapmayı düşünüyoruz. Çok ucuza insanların kalabileceği elli liraya, yüz liraya, belki seksen liraya kiraların olabileceği çalışmalara önümüzdeki dönem başlayacağız” dedi.
İşte o röportaj:
-‘Komünist Başkan’ı tüm Türkiye tanıyor. Nerede doğdu, nerelerde eğitimgördü?
Ben 1968 yılında Ovacık Çemberlitaş’ta doğdum. İlk ve ortaokulu burada yatılı okudum. Sonra sağlık kolejini kazandım. Bingöl’de dört yıl yatılı okudum. Sonrasında ise Eskişehir hayvan sağlığı laboratuvar ve veterinerlik bölümünü bitirdim. Hem insan, hem hayvan sağlığıyla ilgilendim. Evliyim iki kızım var. Kızlarımdan biri hemşire, diğeri ise İstanbul Üniversitesi iktisat bölümünde okuyor.
SİYASETE NASIL GİRDİ?
-Kamu görevinizden istifa ederek siyasete atıldınız, bu süreç nasıl gelişti?
1984 yılından beri demokratik alanda mücadele eden, siyaset yapan biriyim. Yani demokratik alan dediğim; Demokratik Haklar Federasyonu, öncesinde Demokratik Halk Platformu. Daha çok yasal mücadele biçimini önemsedim. Sendikalar ve birçok STK’larda görev yaptım. Sağlıkçı, emekçi sendikalarda yöneticilik, üyelik, işyeri temsilciliği yaptım. 2013'ün ortalarına doğru ise, yoldaşlar bir yerde belediye başkanlığı yapacaklarına dair bir şeyler söylediler. Aslında birçok kez Pertek için söylenildi. Pertek'te bir komisyon kuruldu. 2014'te aslında belediye başkanı olma ihtimalim çok yüksekti. Ama ben etik görmedim. Yani Perteklilerin yaşadığı yerde, Pertekli bir belediye başkanı olmasının daha doğru olduğunu düşündüm. Ben de Ovacıklı olduğumdan kaynaklı en riskli bölgeyi seçtim. Neden? Ovacıkta yatılı okulun dışında çok yaşamadım. Pertek’te 15 sene çalıştım Dersim merkezde çalıştım. Bingöl merkezde çalıştım. Konya’da çalıştım.
Kazanıp, kazanmamanın önemli olmadığını, bir mücadelenin başlangıcı, siyasetin başlangıcı olacaksa bu yer, benim için Ovacık olmasının daha iyi olduğunu düşünüyorum. Benim için daha doğru olduğunu düşündüm. Bundan kaynaklı da 2013 yılının Haziran ayında burada çalışmalar başlattık. Böyle gelişti. Sonra tabi komisyonlar kurduk. Kadın komisyonu, gençlik komisyonu ve bu tür çalışmalar başlattık. Hem çalışma çok zevk verdi, gerçekten bugünkü gibi çok samimiydi. Topluma karşı konuşmalarımızdan, üslubumuzdan, insanların inanç yapısından, insanların ideolojik yapısındaki farklılıklara rağmen bütün vatandaşlara eşit olduklarına dair tartışmalar sürdürdük. İyi de oldu, başarılı olduk gibi. Ovacık belediye başkanı seçildim. Siyaseti hizmet meselesine çevirdik. Ondan sonra bu toplumsal çelişkiler sürdürülürken, kafamızdaki teoriyi, sokakta, halkın içinde nasıl geliştireceğimize dair düşündük. Ondan sonra bu işleri yapmaya başladık.
TKP’YE, ÖDP’YE, CHP’YE, AKP’YE OY VERENLER BİRARAYA GELDİ
-2014’ten beri bu süreç içerisinde ne gibi faaliyetler yaptınız, neleri değiştirdiniz?
Biz bir programız aslında. Demokratik Haklar Federasyonu, TKP, ÖDP, geçen dönemde AKP ve CHP’ye de olmak üzere birçok partiye oy verenlerin de katıldığı halk dayanışmaları kurduk. Halk dayanışmalarının üzerinde adaylaşmalar oldu. Hozat’ta TKP’den girdik. Mazgirt’te ÖDP’den girdik. Dersim merkezde de bağımsız olarak adaylarımız çıktı. Hozat’ı çok az bir oyla kaybettik. Dersim merkezi de çok az bir oyla kaybettik. Ama Mazgirt ve Ovacık’ı aldık. Kaypakkaya geleneği burada güçlüdür. Bu süreci aldıktan sonra aslında programımız olan devrimci, halkçı yerel yönetimler programı vardı. Söz, yetki, karar halka şiarıyla programı işletiyoruz. Esas yönümüz yoksullardır, ezilenlerdir. İnanç, din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın tüm canlıların ortaklaştırıldığı, sadece insan merkezli bir siyasetin değil, tüm canlıların ortaklaştığı sosyalist bir program hedefleniyor. Burada biz de bu sosyalist siyaseti topluma, yoksullara, halka, ezilenlere, işçilere, emekçilere, Türklere, Kürtlere, Lazlara birçok ismini sayamadığım insana, ayrıca börtü böceğe, tüm canlılara dönük bir program başlatarak geldik. Yerel yönetimlerin, T.C. Anayasasına göre yetki alanları var. Bu yetki alanlarının bize düşeni, hizmeti nasıl yapabiliriz tartışması sürdü. Birincisi önemsediğimiz şeyler vardır, halkın köylerden göç etmiş olması, köylerin boşaltılmış olması, yoksul yaşadığı bu coğrafyada nelerin yapılabileceği, halk içerisindeki çelişkilerin neler olabileceği ile ilgili bir fizibilite çalışması yaptık, rapor haline getirdik ve altıncı aydan itibaren de çalışmalarımız başladı.
-Türkiye gündemine ulaşımı ücretsiz yapmanız, ve suyu da halka çok az bir paraya götürmeniz ile gündeme geldiniz. Bu nasıl oldu?
Birinci çalışmamız ulaşımın ücretsizliği ile başladı. İkinci çalışmamız suyun temel bir hak olduğunu, temel bir ihtiyaç olduğunu, suyun ekmek gibi bir hak olduğunu, bunun üzerine suyu ücretsiz ya da ona yakın bir şekilde karar altına aldık. 50 kuruş düzeyinde.
-Çocuklara gençlere ayrı bir önem veriyorsunuz. Bu konudaki çalışmalarınızı öğrenebilir miyiz?
Sosyal hizmetler bakımından çocuklara, gençlere, spora dair işte bir saat kitap okuyanlara bir saat bisiklet kampanyasıyla topluma eğitim meselesi üzerinde, hem de toplumun yaşamı içerisinde özlediği şeylerle buluşturacak programımız oldu. Yine çocukların okumasını, eğitimini sağlamasına dair kampanyalar yürüttük. Daha çok eğitim ve mevcut bölgede kamu sağlığı yapıyoruz. Devletin tüm kurumlarına elimizden geldiğince bir katkı sunduk.
KAPİTALİST VE EMPERYALİST GÜÇLER HALKI ZEHİRLEMEYE BAŞLADI
-Organik fasulye, nohut, bal üretmeye nasıl karar verdiniz, amacınız neydi?
Üretim meselesinde ciddi sorun olduğu hissiyatıyla bu toprakları tüm canlılara nasıl açılacağı, nasıl faydalı olacağı tartışmaları sürdü. Ve bölgemizde yüzlerce yıldan beridir sistemin, bu ekonominin yaratmış olduğu daraltmanın nasıl canlandırılabileceği tartışmasıyla bölgemizde nohut, fasulye, bal üzerinde üretim başlattık.
Başlattığımız üretim önemliydi bizim için. Çünkü başlattığımız üretimin şöyle bir yanı var; kime, niye, niçin üretim? Türkiye halklarına, dünya halklarına dair öngörülerimiz var. Gelecekte dünyanın şimdiden başladığı gıda sorunu, su sorunu ve birçok sorunun yaşandığı bir dünya konjonktürü düşündüğünüzde temel ihtiyaç, temel hak olan sağlıklı gıda üretiminin Türkiye’deki gelecek nesiller için çok önemli olabileceğinin, çünkü spastik genetik hastalıklarının tamamının sebebinin gıda olduğunu, sağlıksız gıda üretimden kaynaklandığı, şuanda yüz binde bir olan genetik hastalıklı birçok çocuk; önümüzdeki yirmi otuz yıl sonra, her on çocuktan iki üç tanesi hastalanmaya başlayacak.
Çünkü kapitalist, emperyalist güçler halkları zehirlemeye başladı. Kendi çıkarları doğrultusunda hepimize sağlıksız gıda sunmaya başladılar. Bunu cilalandırarak önümüze koydular, buna muhalif alanı nasıl geliştirebileceğimize dair politikalar var. Sağlıklı gıdanın, temel ihtiyaçların hak olduğunu düşünmeliyiz. Yine belediyenin bütün işleri, belediyemize bağlı şube müdürlükleri tarafından eksiksiz bir şekilde devam ediyor. Sokağa dair, çevreye dair, araçsal destekler ve hizmetler yapılıyor. Bunları zaten belediyelerin yapması gerekiyor. Bunları anlatmamız gerekiyor. Zaten bir öğretmen sınıfa girdiği için kendisini anlatmasına gerek yok. Bu onun temel görevi zaten.
BİZDE BÜROKRASİ YOK
-Komünist başkan gün içinde ne yapıyor?
Toplumla aramız iyidir bizim; orta yaşlılarla, kadınlarla, gençlerle. Orta yaş grubu biraz politik ve çıkarsal meseleleri ön planda tutuyor. Genelde benim gittiğim yerlerde bir albenisi, bir karşılığı var. Bizde öyle başkanlık yok, ben de işçi gibi çalışıyorum. Çöp de toplarım. Ama genelde karşılamaya bakarım. Gün içerisinde birkaç etkinlik yapıyorum. Düğüne gidiyorum, oradan bir bakıyorsun Pertek'te cenaze oluyor oradayım. Kendi arabamla tek başıma gider, gelirim. Kimse yok yanımda, bireysel çalışıyorum. Bireysel derken, diğer yoldaşların işlerinin aksamaması adına herkes kendi işini yapıyor. Bütün yoldaşlar eşittir. Bizde bürokrasi yok. Az önce buradan bir milletvekili çıktı. O da bizim bir yoldaşımız. HDP’li bir milletvekili ama esasen kendisi Kaypakkaya geleneğinden.
50-100 LİRAYA KİRALIK EV
-Önümüzdeki günlerde yeni projeler var mı?
Belediyelerde; çöpü, sokağı, suyu görev olarak görmeliyiz. Ama bunun dışında barınmaya dair politik çalışmalar yapmayı düşünüyoruz. Çok ucuza insanların kalabileceği elli liraya, yüz liraya, belki seksen liraya kiraların olabileceği çalışmalara önümüzdeki dönem başlayacağız.
Esas yaptıklarımızın tamamı Ovacık ilçesinde, halk içerisindeki çelişkilerin ve sıkıntıların ihtiyaçtan kaynaklandığı, bunun üzerine bir politika yaptık. Yani Ankara’dan, İstanbul’dan merkezimizin bize göndermiş olduğu siyasetin, programın, işte bunu yapın, bunu edin tarzından çok, halk içerisindeki çelişkilerin, halk içerisindeki sıkıntıların giderilmesine dair bir çalışma yapıyoruz. Kültür evi bizim dönemimizde açıldı. Toplumun kültürel yanları olan aşure ya da inançsal yanıyla ilgili destekler, Roboski’ye cami yardımı yapılması, Hopa’ya sel felaketi yardımı yapılması, Ovacık’ta cem evinin yapılmasında yardıma katkı sunulması, yine bütün cenazelerde bütün bu tür toplumun sıkıntılı olduğu dönemlerde, belediyenin ücretsiz bir şekilde hizmet meseleleri bu süreçte başladı. Çok daha fazla şeyler yapıldı ama şuan aklıma gelmiyor. Yine festivaller, sanat günleri, tiyatrolar, kadına dair, kadın emeğine dair çalışmalar yapıldı. Gençliğin kamp alanlarına dair çalışmaları bizim dönemimizde yapıldı.
KOMÜNİZM DİN DÜŞMANLIĞI DEĞİLDİR
-Türkiye’nin ilk TKP’li başkanı olmak nasıl bir duygu?
Komünistlere bu ülkede öcü gözüyle bakılıyor. Din düşmanı gibi gösteriliyor. Anasını, babasını, bacısını, kardeşini tanımayan olarak gösteriliyor. Sanki biz dünyanın bir başka yerinde, bir başka coğrafyasında, ya da nasıl diyeyim, uydudan gelmiş gibi gösterilen bir ülkede yaşıyoruz. Komünist kelimesini çok kısaya çevirdiğimizde özgürlük ve hak talebi demektir. Yani toplumun, dindarların hak talebidir. Dinsizlerin, İnanmayanların hak talebidir. Yoksulların hak talebidir. Bütün ezilenlerin, istihdam sorunu yaşayanların, öğrencilerin hak talebidir. İhtiyacı, temel hak olarak gören bir ideolojidir. Ama bizim ülkemizde maalesef din düşmanı olarak görülüyor. Roboski’de halk yardım istedi. TKP ya da DHF çıkıp deseydi ki; “Yardım et” etmezdim. “Cem evinin yapımına yardım et” deseydi, etmezdim. Temel ihtiyaçlar, halkın sivil inisiyatifinin talepleri üzerine yapılmalıdır. Sol ya da sağ partililer, parti ile temel ihtiyaçlarının üzerinde siyaset yapma kabiliyetini düşünüyor. Biz tersini düşünüyoruz. Partiler yardım et deseydi, neden yardım etmeyecektik peki? O zaman siyaset, inançla karışmış olacaktı. O zaman politika yapmış olacaktık. Bugünkü sistemin yaptığı gibi. Biz öyle düşünmüyoruz. Biz insanların yüreğindeki o talep dediğimiz ya da inanç dediğimiz alana karışmamamız gerektiğini düşünüyoruz. İnanç insanın vicdanıdır. Biri gider camiye namazını kılar, bunun önü açılmalıdır. Biri cem evine gider, bunun önü de açılmalıdır. Destekler sunulmalıdır.
Ama bunun bir politika malzemesi yapılmaması gerekmektedir. Onun için komünist kelimesi bu ülkede din düşmanlığı ya da annesini, babasını tanımayan olarak görülür. Hayır, her bireyin özgürleştiği, her bireyin eşit yurttaş olduğu bir düzendir.
ÜLKÜCÜSÜ DE AKP’LİSİ DE KOMÜNİSTLERİ SEVDİ
70’lerde İbrahim Kaypakkaya’lar, Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar, kadının öne çıkmasına dair politikalar yaptığında, bütün Türkiye halkları, Türkiye gençliği, çok büyük bir teveccüh gösterdi. Kapitalist, emperyalist sistem bunun önüne geçmenin tek bir yolu olduğunu düşündü. Komünistleri din düşmanı olarak göstererek aslında toplumu bundan koparmaya çalıştı. Benim yaşadığım alanda dindar öğretmen arkadaş da benimle oturur, talepleri olduğunda hemen görülür. İnancı olmayan bir arkadaşın da talepleri hemen görülür. Bunun üzerine politika yapmanın, onu sömürme olduğunu düşünüyoruz. Bunu aslında Avrupa’da yaptılar. Haçlı döneminde kiliseler, devletleri yönetti. Kiliseler devletleri yönetince ülkeler birbirine girmeye başladı. İnsanlık, tarihinin en karanlık dönemini yaşadı. Dinler savaşı oldu. Ülkeler savaşı oldu. Biz bunun dışına çıkıyoruz, biz sosyal - ekonomik alan içerisinde, ekonominin, bireyin özgürleşmiş, herkesin ürettiği bir dünyanın gerçekliği üzerinde tartışmalar sürdürüyoruz. Bunun gerçekliği vardır. Halk komünistleri sevdi. Ülkücü de, AKP tabanı da, CHP tabanı da, inanan da, inanmayan da, birçok insan benimle fotoğraf çekiliyor. Benimle telefonda görüşüyor. Hayırlı cumalar mesajı atanlar var. Cuma günü arayıp görüşmeye çalışan Aksaraylılar, Konyalılar, Bitlisli insanlar var. Hepside aynı karşılığı buluyorlar.
EĞİTİMİN TEMEL HAK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ
-Özellikle öğrencilere verdiğiniz desteklerle ön plandasınız, öğrenciler için gerçekleştireceğiniz başka projeler var mı?
Biz eğitimin temel hak ve temel bir ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bunun üzerine rantın, kapital bir şeyin çökmesine karşıyız. Eğitimin temel hak ve ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Öğrencinin iyi bilimsel bir eğitimi görebilmesini, anadilde bilimsel eğitim yapabilecek haklarının olduğunu düşünüyoruz. Bulunduğumuz bölgeden kaynaklı daha çok sendikalı öğretmen arkadaşlarımızla, öğrencilerin temel ihtiyaçlarına dair küçücük de olsa çalışmalarımız var. İşte okulda konferans salonu, iletişim odaları kurmak gibi. Öğrencilere servislerin bir bölümünü ücretsiz yapıyoruz. Normalde devlet şirketlere veriyor. Öğrencilerin gezilerine, sosyal aktivitelerine, elimizden geldiğince destek veriyoruz. Müfredat, milli eğitim bakanlığının ilçedeki uzantıları, onun kurumsallaşmış yanı olan milli eğitim müdürlüklerin denetiminin de olduğundan, maalesef müfredata dahil olma ihtimalimiz yok. Ama temel ihtiyaçları mümkün olduğunca karşılamaya çalışıyoruz.
6 HAZİRAN 1984’Ü HİÇ UNUTMUYORUM
-Tekrar aday olacak mısınız?
6 Haziran 1984 benim en mutlu olduğum dönem. Mesela bazen evlilik yıldönümümü, çocuğumun doğum gününü, kendi doğum günümü unutuyorum. Ama 6 Haziran 1984’te bu siyasete girdiğim günü hiç unutmuyorum ve bir dönüm olarak görüyorum. Çünkü kendimi bulabildim. Kendimi özgürleştirebildim. Kendimi düşünebildim. Babamın eksikliklerine kafa tutabildim. Ailemin o feodal yanına karşı çıkabildim. Kendi kız kardeşime, toplum tarafından kadınlara uygulanan baskıya karşı durma kabiliyetini gösterebildim. Çünkü ben artık özgürleşmiştim. Onun dışındakiler detaylardır. Yıldönümleri ve ölümler bunların hepsi detaydır. Esas talih olarak gördüğümüz şey, bu siyasetin 33-34 yıllık bir faaliyetçisi, bir çalışanı olmak. Bundan sonra tek başıma karar alıp, ben aday oluyorum, ben aday olmuyorum tartışması, o siyasetin, o ideolojinin, benim gibi birinin, yüzlerce cezaevinde, şurada burada zulüm görmüş olan arkadaşlarıma haksızlık olarak görürüm tek başıma karar almayı. Bana nerede görev verilirse, ben orada olurum. Muhtar ol denilirse, muhtar olurum. Ve ben tek bir oy almasam bile, bu bölgede, Elazığ’da, Konya’da, Aksaray’da, nerede olursa olsun ben orada olurum. Benim için verilen görev önemlidir.
-Sizin bireysel görüşünüz nedir?
Buradaki bütün insanların, burada hizmet etmesinin hakkı olduğunu düşünüyorum. Onun için ben bu ülkede iktidara gelsem, bütün bu illerde çalıştığım yoldaşların, herkesin tek başına, tek bir defa başa gelmesini isterim. Niye? Bizim zaten her birimizin ayrı olarak başarılı olduğu alanlar var. Mesela ben sokakta insanlarla ilişki kurmakta iyiyim. Siz benden sonra geldiğinizde, teknik ve bilimsel kısmınızı ortaya koyarsınız, bir başkası enerjisini koyar, bir başkası sempatik yanını koyar. Geliştirebilme ihtimali çok fazla yeter ki program sağlam olsun. Biz programımıza güveniyoruz. Yoldaşlarımız gir dediğinde gireriz, girme dediğinde girmeyiz.
DÜNYA SİYASETİ BURALARI DAHA ÇOK RANT ALANLARI OLARAK KULLANMIŞ
-Belediyenin gelir gider tablosunu makamın dış kapısına asacak kadar şeffafsınız. Ovacık halkı bu şeffaflığı neye borçlu?
Aslında biz ilk astığımızda bütün Ovacıklılar önünde durup yokladılar. Tabi o zaman anlamadılar. Biz onlara dosyaları açarak istedikleri gibi denetleme haklarının olduğunu söyledik. Alışık bir durum değil. Dünya siyaseti, kapitalist, emperyalist siyaset buraları daha çok rant alanları olarak kullanmış.
İlk başta toplumdan aldığımız tepki "ne yapıyor bunlar" oldu. Daha sonra bunun sorgulanması gerektiğini toplum çok doğru buldu. Türkiye kamuoyunda da bu olay, bizim fotoğrafını çekip göndermemiz üzerine değil, toplumun fotoğrafları kendilerinin çekip Tweet’lerinde, Facebook'unda yayınlamalarıyla yer aldı. Ondan sonra Türkiye'deki basın ilgi duymaya başladı.
Ben özellikle şirkette de olsam; ki etik olarak şirketleşmeye karşıyım, kooperatifleşmeyi savunuyorum. Kooperatif de olsam, kamuda bir yerde de olsam, bu halktan toplanan vergilerin nereye kullanıldığını, nasıl kullanıldığını, yine bu halka açıklanması gerektiğini, eleştiri mekanizmasıyla, sorgulanma yapılmasının gerektiğini düşünen biriyim. Siyasetimde ve programım da düşündüğüm bir şey bu. Ben de bunun devamında hareket ediyorum. Yani devletin gönderdiği para, buradaki nüfus başına olan paradır. Ben bunun hesabını vermeyeceğim de ne yapacağım. Aslında tersinden soru sorulmalıdır. Yani sorulması gereken, “benim için gelen parayı sen ne yapıyorsun, niye sen açıklamıyorsun” diye sorulması lazım ama ülkede böyle şeyler yapılmadığı için bu gibi ters sorular soruluyor.
BELEDİYENİN MALINI KİMSE BİREYSEL İŞİ İÇİN KULLANAMAZ
-Yeterli bütçeniz olmamasına rağmen çok başarılı işlere imza atıyorsunuz, bu başarıyı nasıl yakalıyorsunuz?
Şimdi şöyle düşünün; Siz küçük bir ailesiniz. Biriniz çalışıyor ve belirli bir bütçe para alıyor. Siz 4 bin liralık alışveriş yaparsanız batarsınız. 3 bin liralık bütçe alıp, 4 bin liralık harcıyorsanız ilave almak zorundasınız ya da alternatif bir şey yapmak zorundasınız.
Şimdi biz mevcut durumu tespit ettikten sonra bunlara dair nelerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. İhaleleri durdurarak, kendi işlerimizi kendimiz yapmaya başladık. Kendi yaptığımız işlerde karşıdaki ihaleye yüzde 20 kar marjını düşürdük. Hiç kimse belediyenin makamını, aracını, ben de dahil, kendi bireysel çıkarı için kullanamaz. Hastam vardı kendi arabamla hastaneye götürdüm. Bir yere gittiğimde de kendi aracımla gidiyorum. Bütün bunları halkın ortak kullanım bütçesi olarak gördüğümüzden, siz kendinizi dizayn etmek zorunda kalıyorsunuz, dikkat etmek zorunda kalıyorsunuz. Giderleri kesmek zorunda kalıyorsunuz, giderleri kesmek derken keyfi giderleri kesmek zorunda kalıyorsunuz.
BİZ HALKI PARA OLARAK GÖRMÜYORUZ
-Bütçeyi nasıl kullanıyorsunuz?
Bizim bütçe 50/50 gidiyor aslında. Ücretler, maaşlar düzenlendikten sonra aslında bize bir bütçe kalmıyor. Özel, keyfi şeylerin tamamını kaldırdık. Gelir, giderleri düzenlerken bunlara dikkat etmeye çalıştık. Desteklerle faaliyet alanlarımız genişletmeye çalıştık. Dostlarımıza, yoldaşlarımıza projelerimizi sunup onların projelerimize küçücük de olsa üçte beşte olsa desteklerini aldık. Bir buçuk milyar borç, on bin lira parayla bu işe başladık. Şimdi borcumuz 300-500 bin arasında. Biz halkı para olarak görmüyoruz, artı değer olarak görüyoruz. Bunu çok popülist bir şova dönüştürmeden, çok ucube projeler yapmadan, burayı borçlandırmadan yapmaya çalışıyoruz. Küçük ama bizi mutlu eden projeler yapmaya çalışıyoruz.
-TEOG'da birincilik getiren öğretmenleriniz görevden alındı. Bu süreçten sonra 3-4 yıldır gelen birincilikler devam mı edecek yoksa başarıda düşüş mü göreceğiz?
Esas olarak bütün eğitim camiasını, emek camiası olarak görürüz. Varolan ya da sonradan gelen hiç fark etmez. Bütün herkes bizim için eşittir. Kendi görevlerini, vicdani ve bilimsel bir şekilde yaptıkları sürece, gelen bütün dostlarımızın ve yoldaşlarımızın, başımızın üzerinde yeri var. Ama bir program koyup, iki üç yıl burada kalmayı düşünen öğretmenlerin, öğrencilere vermiş olduğu emeği, o emeğin planlaması tabii ki bu da bir başarı getiriyor. Bu başarıda az da olsa bizim desteğimiz olmuştur. Esas emek ise yüzde doksan oranında öğretmen arkadaşlarındır. 15-20 arkadaşımız görevden uzaklaştırıldı. Sonra bir ara sürgün edildi. Valilikten yapılan görüşmeler sonrasında tekrar buraya getirildi. Ama 7 öğretmen arkadaşımız hala görevinden uzak. Onlar kalmış olsaydı daha mı iyi olacaktı. Eminim daha iyi olacaktı. Çünkü onlar 1'nci sınıftan beri çocuklarla iç içeydi. Çocukların psikolojisini, sorunlarını tanıyordu. Aileleri ile iletişimleri vardı. Bunların işlerimizi biraz daha kolaylaştıracağını düşünüyordum. Ama her şeye rağmen, arkadaşlarımız, dostlarımız meyvelerini almaya başladı. Çocuklarımız TEOG birincisi oldu. Yine bütün ilçelerin en gerisindeyken, en önlere geldik. Tabi giden her bir öğretmen, eğitim emekçisi bizden bir şey kopararak gidiyor. Doğru bulmuyoruz bunları tabi.
VATANDAŞI TEDİRGİN EDİYOR
-OHAL kapsamında sanat günlerinize kısmi bir engel koyulmuş, ardından iptal etme kararı almıştınız, OHAL çalışmalarınızı nasıl etkiliyor?
‘Olağanüstü hal’ adı üzerinde. Sistemin bakışı çok önemlidir. Sistem sizin yaptıklarınızın paralelinde mi çalışıyor yoksa tersine bir çalışmamı yürütüyor. Şimdi biz kapitalist, emperyalist sistemin nasıl olursa olsun paralelinde çalışan bütün sistemlerin karşısında muhalif olan alanı örgütlüyoruz ve politika üretmeye çalışıyoruz. Bunun doğruluğuna inanıyoruz en azından. Şimdi bunun dışındaki bütün kurumsal yan sizden gayri çalışmaya başlıyor. Sizden gayri çalışmaya başladığı an sizin önünüz açılmaya başlıyor aslında. Bölgemizde bu çatışmaların olmasından kaynaklı, birçok alanı güvenlik politikaları üzerinden engellemeye ya da izin vermeme çabası içerisindeler. Bu da vatandaşı tedirgin ediyor. Elazığ'da da böyledir, İstanbul'da da. OHAL döneminde bir araya geldiğinizde, polis istediklerini çekip kimliklerine bakabiliyor. Ya da bir yere gittiğinizde, tatile gittiğinizde, yolda istediği zaman yolunuzu kesebiliyor, istediği zaman bırakabiliyor. Bunların tamamı toplumdaki moral motivasyonu azaltıyor, toplumu kaygılandırıyor. "Nereye gidiyoruz, ne oluyoruz" tartışmaları ortaya çıkıyor, bu tartışmalar bizim önümüzde engel. Ama size "bunu yapacaksın, bunu edeceksin dediler mi" diye soracak olursanız demediler açıkçası. Ancak genel hatlarıyla baktığımızda, bütün toplumun önündeki engeller, bizim için de engel. Çünkü biz yaptığımız çalışmaların tamamını tüm halkın ihtiyaçlarını belirleyerek yapıyoruz. Bundan kaynaklı birçok yerde sempati ile karşılanıyoruz.
3 KÜTÜPHANE KURDUK
-Yine bir ilke imza atarak, belediye binasının girişine ve 2'nci katına kütüphane kurmuşsunuz, neden belediye binasına kütüphane kuruldu?
Vatandaşın bir kamu kurumuna girdiğinde gördüğü yüz, o kurumun aynası olarak yansır. Hastaneye giderken hastane girişindeki yoğunluk, nasıl oraya giden bir insanın psikolojisini etkiliyorsa ya da devletin başka bir kurumunda sıcak bir ilişki, sıcak bir karşılama olduğunda daha rahat edebiliyorsa, daha soğuk karşılandığında bir daha gitmemek için çaba harcıyorsa, burası da devletin bir kurumu. Halka hizmet eden bir kurum. Kendisiyle buluşmak isteyen bir kurumun tamamını ya mevcut klasik siyaset sistem içerisinde yürütür ya da tersine kendisine ait olan bir yer olarak görmek ister. Biz ikinci şıkkın daha doğru olduğuna inanıyoruz. Biz gelenlerin şurada beklediğinde, yağmur yağdığında içeriye girmek isteyenlerin, kendisini koruyan bir çatı olarak, bir duvar olarak görmesini istemeyiz. Buraya girdiğinde bir kitapla tanışabilmesinin daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Bir kitabı okuyup, onun yaşam kalitesi niteliğini ya da dünyaya bakış açısını daha da genişlettiğini görmek isteriz. Çünkü kitap okuyan insan, doğa ve dünyaya daha geniş, daha bilgili bakar. Biz 2 tane belediyemizde 1 tane kültür evimizde olmak üzere 3 kütüphane kurduk. Ayrıca okullarda da kitaplıklar kurduk. Çünkü bu bizim için değerli bir şey. Belediyenin girişine kütüphane kurmamız önemliydi. Buraya girenlerin aslında nasıl bir kuruma girdiği bilinici kuşanması adına bu işi yapıyoruz. İyi de oldu gibi. Herkes sempatiyle karşılıyor.
MİLLİ DEĞERLERİMİZİ, ÜLKEMİZİN SERVETİNİ YAKIYORLAR
-Ülkenin dört bir yanında ormanlar yanıyor, bu konuda görüşleriniz nelerdir?
Herhangi bir toprak parçası üzerindeki canlıya yönelik saldırı, nerede olursa olsun kötüdür. Benim memleketimde de kötüdür, Türkiye'nin başka bir dağında, ormanında da kötüdür. Bu ülkenin coğrafyasındaki bütün canlıların yaşam hakkı vardır ve bütün canlıların yaşam hakkı bizim için kutsaldır. Toplumdaki bazı çelişkilerden dolayı bazı sıkıntılar olabiliyor. Ama şunu bilmek lazım: İnsanların akciğerleri, soluk boruları; bu derelerdir, ormanlardır. Bizim yaşamımızı nitelikli, sağlıklı hale getirecek şeyler bu ormanlardır. Ve bu ormanlar sadece bireyin değil, bir devletin servetidir. Ben ilkokulda okuduğumda, "milli servetlerimize" dereler, doğal göller, dağlar, ormanlar deniliyordu. Şimdi biz milli servetlerimizi yakıyoruz. Biz gelecekte bu ülkede yaşanabilirlik oranını yükseltecek alanları talan ediyoruz, yakıyoruz ve yaşanmaz hale getiriyoruz. Böyle bakmak lazım. Benim ormanım, senin ormanın gözüyle değil. Muğla'da bir orman yangını olduğunu televizyonda gördüğüm zaman, inanın içimden bir şey kopuyor. Karadeniz'de yandığında içimden bir şey kopuyor. Burada yandığında da içimde çok fazla şey kopuyor. Çünkü benim buradaki ormanlarda küçükken beraber gezdiğim, hayvanları götürdüğüm arkadaşlarım vardı. Aşık olduğum biriyle gizli görüştüğüm yerlerdi. Aslında baktığımızda, kucağını bize açmış, bizi koruyan, aşık olduğumuzu koruyan, ağacın altında oturup sevdiğimiz insanla ya da sevgilimizle dertleştiğimiz yerlerdi. Anısı vardı. Şimdi anılarımızı yakıyorlar. Bu durum bizi sosyolojik tramvaya yönelten bir durum aslında. Şimdi 1'ncisi hayallerimizi, 2'ncisi anılarımızı, 3'ncüsü ülkenin servetini yakıyorlar. Bu üçü, bütün canlılar için önemlidir.
YUKARDA YAĞAN BOMBALAR OLDUĞU SÜRECE…
-Bu sene Tunceli’de orman yangınları ile karşı karşıya kaldı…
Yanan ormanlara müdahale ettim. 3 gün önce de vadideki yangına müdahale ettim. Karşıda yanan ormanlara da müdahale ettim. Dersim merkezdeki yangınlara da müdahale ettim. Ama nereye kadar? Yukarda yağan bombalar olduğu sürece, ya da bilinçsiz insanlar olduğu sürece sadece bir şey yapamayız. Sadece müdahale edebiliriz, koruyamayız. Dünyanın bütün medeni toplumları, müdahaleden önce koruma yapar. Biz burada müdahale ediyoruz, korumuyoruz. Sorun burada. Zihniyet sorunu var bizde.
YARATILAN TRAVMA HEPİMİZİ GERİYE GÖTÜRÜYOR
-Gittiğiniz orman yangınlarında nelerle karşılaştınız?
Biz bir yangına gittik, yangından kaçarak yola çıkmış bir karınca gördük. Bir sağa gidiyor, bir sola gidiyor. Karıncalar ağacın en üstüne çıkmış, kaplumbağa kendini toprağın içine koymaya çalışmış, bizi görünce ayaklandı geldi. Normalde kaplumbağa canlıyı görünce durur, kendini kapatır. Aslında yaratılan travma, yaratılan korku hepimizi gerçekten çok geriye götürüyor.
HALK İÇERİSİNDE HALK GİBİ YAŞIYORSANIZ MAKAMIN CANI CEHENNEME
-Bu sıcak ortamı nasıl yakaladınız?
Ne olursanız olun, bu halk içerisinde geçmişteki yaşamınızın üzerine çıkmadığınız sürece, halkın yaşamının üzerine çıkmadığınız sürece bu ortamı, bu sıcaklığı yakalarsınız. Ben fırından ekmek alır, yiye yiye eve giderdim bu nasıl başkan derlerdi. Bir lokantaya gidip 5-10 kişiye yemek yedirmiyorum. Bir lokantada bir kaç duble rakı içsinler, yemek yesinler senle diyorlardı hayır diyordum. Ben içki içmek istediğim zaman, nasıl cumartesi - pazar ya da 10 günde 20 günde bir normal memurken arkadaşlarımla gidip bir piknik yapıyorsam, şimdi de öyle yapıyorum. Komin bir şekilde bu durumu yaparız. Hayatımı değiştirmedim. Birçok kez hayatımı değiştirecek teklifler geldi bana, ama ben hayatımı değiştirmedim. Değiştirmeyi de düşünmüyorum. Yaşamım içerisinde eşimle kavga mı ediyorum, yine ediyorum. Millete bağırıyor muyum, yine bağırıyorum. Yani belediye başkanı olduktan sonra, aman dikkat edeyim de laf gelmesin, adım çıkmasın korkum yok. Adım çıkabilir. Benim yaşamım içerisinde, belediye başkanı olmadan önce, adımın çıkabileceği bir vaka olabilirse, belediye başkanı olduktan sonrada olabilir hiç sorun yok. Biriyle kavga mı ediyorum? Vallahi ediyorum, bağırıp, çağırıp, küfür ediyorum. Yani hayatınızı değiştirmediğinizde, ilk başta garipsenir. Ya başkana bak falan işte konuşmaları olur. Ya işte şunla geziyor, bunlar geziyor, engelli biriyle geziyor denilir, gezerim. Bunun için kim bana laf söylerse söylesin, hiç umurumda değil. Korkmuyorum. Adım çıktığında da evet yaptım bu hatayı, insanım yaparım diyorum. Bu benim belediye başkanlığıma engel mi? Olsun. Canı cehenneme belediye başkanlığının. Ya da bir makamın. Bu halk içerisinde, halk gibi yaşıyorsanız, makamın canı cehenneme. Burada hiç 'makam' olarak gördüğünüz bir oda oldu mu? İstediğiniz gibi girebiliyor musunuz? Rahat edebiliyor musunuz? Olay budur. Adam yazmış bana, "başkanım belediyeye geldik makamınızda değildin." Cumartesi günü. Bende altına yazdım, "Eğer makam olarak görüyorsanız, cumartesi pazarın tatil olduğunu da görmeniz lazım. Eğer orada bir hizmetin olması gerektiğini, bir vatandaş olarak seninle diyalog kurmak istiyorum derseniz, ben eşimi aldım yangına gittim, keşke arkamdan yangına gelseydiniz." Benim makamımda görüşmek isteyenler varsa, göremezler beni. Benim makamım yok. Burası herkesin ortak kullandığı alandır.
VİCDANLILAR BİZİ ÇOK SEVİYOR, POLİTİK KURNAZLAR BENDEN NEFRET EDİYOR
Burada geçerken hiç kimse hazır ola geçmez, personel benle konuşurken çok rahat. Güvenlik yok, korumam yok, şoförüm yok. Bu nasıl makamdır. Adını vermek istemiyorum İstanbul'da bir ilçe belediyesine görüşmeye gittim, içeriye girerken sekreterinden yazı işlerine kadar herkes kapıda karşıladı. Bir orduyla içeriye koydular beni. Başkan aradan geçti gitti, “sonra başkan ya kusura bakmayın görmedim” dedi, "senin beni görme ihtimalin yok, sen beni göremezsin, sen bu kadar insanla gelirsen halkı da göremezsin" dedim. Ondan sonra kazanmaya yönelik kavga ediyorsunuz, o zaman kaybetmeyi de göze alacaksınız. Ben buraya geldiğimde makam yok diyorum, buna rağmen yüzde 50 değil yüzde 100 kaybetmeyi de göze alıyorum. Kaybedeceğiz de. Önemli olan o değil, önemli olan kaybettiğinizde 3 ay 5 ay sonra tüh yanlış yaptık dedirtiyorsanız halka başarılısınızdır. Önemli olan yaptığınız programların, diğer programlardan farklılığını hissettirmenizdir. Bundan sonra benim yerime kim gelirse gelsin, arabayı paralı yapamaz, yaparsa bu halk onları yer. Su fiyatlarını yükseltemez. Geçmiş olsun. Tarlayla uğraşmak zorunda. Yoksa halk şamar atar. Vicdanlılar bizi çok seviyor, politik kurnazlar nefret ediyor benden. Durum bu.