Günlük yaşantımızda karşılaştığımız olayların ve insanların yarattığı duyguları yoğun bir şekilde yaşayabiliyoruz. Bunun üstüne fazla düşünerek, vereceğimiz tepkiyi olumlu yönde kontrol edememek de duygusal açıdan yıkıcı sonuçlar yaratabiliyor.
Yıkıcı sonuçlar ile karşılaştığımız zaman, kendi duygularımızın nasıl işlediğini anlamaya çalışmak kendi sürecimizi daha fazla rahatlatmakla birlikte, çevremize karşı daha da olumlu duygular beslememize yardımcı olacaktır.
Şunu da unutmamak gerekir; her insan belirli duygulara karşı aynı tepkileri veremeyebiliyor. Kimi endişe içeren bir durumda fazla stres hissederken, kimisi bu durumu daha soğukkanlı karşılayabiliyor veya kimisi bir olaya sinirlendiğinde bu öfkeyi abartırken, bir başkası daha sakin tepkiler verebiliyor. Düşünün, sizin de bir olaya gereğinden fazla sinirlendiğiniz, üzüldüğünüz ya da endişenizi abarttığınız bir durum olmadı mı? Eğer olduysa, bu duyguları neden büyük tepkilerle karşıladığınızı, sizi etkileyen düşünceleri anlamaya çalışmalısınız. Hadi gelin şimdi hep beraber bireyin karşı tarafla kurduğu ilişki türü olan açık iletişimden bahsedelim.
Bu noktada, karşı taraf ile kurduğunuz ‘Açık İletişim’ mottosundan bahsetmek istiyorum: Açık iletişim, duygu ve düşüncelerimizi uygun ifade ile direkt söylemektir.
Art niyet, yanlış anlama, niyet okuma, ağızdan çıkan söze mahkûm etme, yargılama, kin gütme, alışkanlıklar vb. filtreler açık iletişimin önündeki en büyük engellerdir. O an ne hissettiğinizi, ne düşündüğünüzü ya da nasıl davranmanız gerektiğini düşünürken bu noktaları açık bir dil ile karşı tarafa veya çevrenize yansıtmayı ihmal etmemek kendi içsel yaşamımız için daha yararlı bir nokta olabilir.
Hayatını ve hayatındaki her şeyi kontrol etmek isteyen bireyler, hayatlarının bir dönemlerinde negatif düşüncelerini pozitif düşüncelere çevirmek konusunda sıkıntı yaşayabilmekle beraber bu durumu kontrol etme istekleri daha da ağır basabilmektedir.
Kontrol etme isteği ağır basan bir birey, hayatının tükenmekte olduğunu hissettiğinde kendisine küçük bir molayı dahi çok görebilmektedir ama bu noktada birey, tükendiğini hissettiğinde kendi özel alanına dair küçük bir mola vermeyi de ihmal etmemelidir. Yaşantımız boyunca hayatımızın farklı yerlerinde, belki de yoğunluklarımızdan kaynaklı olarak, kontrol elimizden gittiği için daha gergin bir yaşam sürdürmeye devam edebiliriz. Tabii ki bu durum doğal olarak günlük yaşantımıza yansır ve çevremizde farklı tepkiler almaya başlayabiliriz. Kontrolün kontrolsüzce sürdürülmeye çalışıldığı tipik bir senaryoya da narsistik kişilik yapılanmaları ile de karşılaşabiliyoruz.
Biraz da konumuz ile ilişkili olarak narsist bireyler ve kontrolcü bireyler arasındaki ilişkiden söz etmek isterim; Narsist bir eşiniz ya da sevgiliniz varsa ilişkiyi sürdürmek epey zordur.
Bunun için özel yöntemler gerekir. Bir kere, narsist bir kişinin her söylediğine ‘evet’ derseniz onun kölesi olmuş olursunuz. Narsist kişi, köle-efendi ilişkisi ister. Yani eşit şartlarda, yatay bir ilişki istemez. Hep kendisine itaat edilmesini ister. Bu da güç elindeyse köleleştirerek, gerekirse insanları esir alarak yaparlar. Aralarında kazanan-kaybeden ilişkisi vardır. O halde, narsist biriyle birlikteyseniz nazik olmak şartıyla bütün yanlışlarına ’hayır’ diyebilmeyi öğrenmeniz gerekebilir. Diğer bir yandan baktığımızda bu zorluklar ilişki açısından bir adım daha kolaylaştırıcı bir konumda olabilmektedirler.
Narsist birey, karşı tarafa her zaman açıkça hükmetmez, bunu genelde manipülasyon yoluyla yapar ve karşı tarafı suçlar. Bu ilişkilerde birey haksız da olsa karşı tarafa bunu yansıtır. Genellikle kişide özgüven eksikliğine ve kişinin kendini yetersiz hissetmesine bağlı olarak ortaya çıkan bu kişilik bozukluğu, kişide kendini aşırı beğenmek, kibirli olmak, insanları küçük görmek gibi belirtiler ile görülebilmektedir. Kendilerince daha zeki, daha güzel, daha başarılı insanlardırlar. Narsist bireyler, hayatlarını daha kontrolcü bir şekilde sürdürmeye çalışırlar ve bu noktada daha yorucu bir hayata sahip olabilmektedirler. Kontrolün ellerinden gittiğini anlayan bu bireyler, kendi özgüvenlerinin zedelendiğini fark edip karşı tarafa kendilerince cephe alabilmektedirler. Aynı zamanda narsist bireyler karşı tarafı manipüle edip kendinin haklı çıktığını fark ettiğinde bu durumdan yorulmaz, aksine beslendiğini ve zevk aldığını hisseder.
Bahsedebileceğim bir diğer nokta; bireyin ve karşı tarafın duygularını kontrol edebilmekten beslendiği bir durum olan narsisizm ile ilgili duygu kontrolüdür.
Duygu kontrolü, bir öz yönetimdir ve duygusal zekâ yetkinliklerinden bir tanesidir. Duygu kontrolü farkındalıkla başlar, kendinin ve başkasının farkında olan kişi ihtiyaçları ve buna bağlı çözümleri görebilmektedir. Öz yönetim ise, kişinin benliği ile iç içe kalma durumudur. Birey kendi yönetimini kurmaya çalışırken bir yandan da içten içe kendi benliğinin kontrolünü de ele almaktadır. İnsanın hedeflerine ulaşabilmesi için düşünce, duygu ve davranışlarını kontrol edebilmesi çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki, duygularımız düşüncelerimize, düşüncelerimiz ise davranışlarımıza dönüşür. Ne hissedersek öyle davranmak ya da öyle davranmak durumunda kalabilmek kontrolü elinde tutmaya çalışan bireyler için bazı durumlarda zorlayıcı olabilmektedir. ‘Öz düzenleme becerisi’ olarak tanımlanan bu durumu, bireyin kendisini, duygu ve düşüncelerini kontrol etmesi olarak tanımlayabiliriz. Ayrıca bireyin bir hedef belirlemesi ve bu hedef doğrultusunda harekete geçebilmesini de ifade etmektedir. Aynı zamanda kişinin benliği üzerinde benlik tarafından kontrol edilme çabası olarak da tanımlayabiliriz.
Araştırmacılar, öz düzenlemeyi bir yaşam becerisi olarak tanımlayarak, erken yaşta edinilmesinin önemine işaret etmekte ve “Onlara sabretmeyi, istedikleri şeyler için sıra beklemeleri gerektiğini öğretin. İstedikleri her şeyi hemen yerine getirmeyin” önerisi ile bizlere yol gösterici bir çerçeve sunmaya çalışmaktadırlar. Çoğu noktada olduğu gibi ‘Kontrol etmeyi de kontrol etmek istiyorum’ diyen bireylerin de bu doğrultuda çocukluk yaşantılarıyla yakından bir ilişki içerisinde olduğundan bahsedebiliriz. Bireyin çocukluk yaşantıları sonucu, kontrolsüz bakım verenlerinin aksine, yetişkinlik döneminde bu durumu telafi edebilmek için aşırı kontrolcü bir birey haline gelmesini bu durumla açıklayabiliriz. En nihayetinde kontrolsüzlüğün yarattığı aşırı kontrol hissini kontrol etmeye çalışırken kendi iç dünyamızın kontrolünü kaygılara bırakarak hareket edersek, daha da yorulabilir ve kendimizi başladığımız noktanın daha da gerisinde bulabiliriz.