Eski arkadaşımdır. Birbirinden pek uzak olmayan mahallelerde oturuyoruz. Ama epeyden beri beraber olamamıştık. İkimiz de 65’in ötesindeyiz…
Geçenlerde; “sivil itaatsizlik” mi deniyor, ne deniyor onu yaptım ve evine gittim.
Birbirimizi sarsa sarsa kucaklaştık… Karşılıklı oturduk. O, “gününü kurtardığımı” söyledi. Ben de nasıl geldiğimi anlattım…
Gülçin Hanım; kekli, börekli çaylarımız getirdi. Keyifle yedik, içtik…
Sonra, konuşmamızı yaygınlaştırdık.
Ağrılardan söz ettik… Uykusuzluktan yakındık… Kar yağmıştı; uzun süren bir kuraklığın yarattığı korkuyu paylaştık… Tanıdık arkadaşlarımızı sorduk birbirimize…
Sıra bir çeşit “dışlanmışlığa” gelmişti. Sehpada bir gazete vardı. Daha internette dolaşmamıştım.
“Yeni bir haber var mı?” dedim. Başını çevirdi sağa sola ve “ne zaman bitecek bu çile bilmiyorum” dedi…
“Çilemizin bitmesi için bizim de bir çağrımız olmalı” dedim…
Geçmişte tanık olduğumuz bir çağrıyı hatırlattım: Rahmetli Süleyman Demirel, siyaset yasaklısı olarak, galiba daha çok Tuzla’daki evinde oturuyordu. Gazeteciler tarafından “Bir Bilen” olarak adlandırılmıştı… Milli Birlik Komitesi eleştirileri “yüreklere su serpiyordu…”
Günün birinde memleketi Isparta’ya gitmek üzere yola çıkmıştı. Durumdan haberdar olan insanlar, yola çıkıp: “KURTAR BİZİ BABA!” çağrılarında bulunmuşlardı…
Biz de: “KURTAR BİZİ EY ADALET çağrısında bulunalım” dedim…
Vakit epey geçmişti. Ben de günü hemen hemen tüketmiştim. Kalktım; günün moda ifadesiyle: “Kendine iyi bak” dedim…
“Fiyatlar ateş pahası olmuş nasıl bakayım ki” dedi…
RIZA CAN