Metin Kahraman ve Kemal Kahraman, ağabey Metin Kahraman’ın yasaklı olması nedeniyle 22 yıl birlikte Türkiye’de konser verememişlerdi. Aralık 2014’te yeniden birlikte sahneyi paylaşan Metin ve Kemal Kahraman ile 2018 yılında, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde verecekleri yılın ilk konseri öncesinde konuştuk.
Birkaç yıldır ağıtlar üzerine çalışan ikili, “Siyasi tarihi bir kere de sözlü hafızanın kurduğu şekilde okumak istedik. Farklı bir tanıklığın, bizim devlet kaynaklarında gördüğümüzden farklı okumaların olduğunun farkındaydık. Bunu bir sistematik ile dinleyicilerimizle paylaşmak istedik,” diye konuştu.
Uzun süre sonra Türkiye’de dinleyici karşısına çıkıyorsunuz. Bu süreçte neler yaptınız?
6-7 yıldır ağıtlar üzerine çalışıyoruz. Topladığımız eserlere “politik ağıtlar” diyoruz. Dersim’in son yüzyıllık siyasi tarihini ağıtlar üzerinden okuyoruz.
Neden ağıtlar?
Aslında birtakım sorularla işin içine giriyoruz. Bu ağıtlar meselesi de öyle oldu aslında. Ağıtların, özellikle Dersim siyasi tarihindeki sözlü hafızanın yeri, bunların sadece bir ağıt olmaktan öte tarihe kayıt düşmek üzere sözlü kültürün temeli olduğunu fark etmemiz, bunların aslında bize sözlü hafızanın kayda düştüğü, tarihe düştüğü kayıtlar olarak değerlendirme fırsatı sundu.
Siyasi tarihi bir kere de sözlü hafızanın kurduğu şekilde okumak istedik. Farklı bir tanıklığın, bizim devlet kaynaklarında gördüğümüzden farklı okumaların olduğunun farkındaydık. Bunu bir sistematik ile dinleyicilerimizle paylaşmak istedik.
Nelerle karşılaştınız?
20-25 yıldır ağıt kültürü çok zengin olan bir bölgeyi çalışıyoruz. Bu süreçte karşılaşmadığımız çok önemli tanıklıklarla, ağıtlarla karşılaştık. Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren okumaya başladığımızda Çanakkale Cephesi, Yemen Cephesi, Balkanlar, bizzat bizim bölgemizde yürüyen Osmanlı-Rus Harbi, bütün bu cephelere ilişkin karşılamalar, ağıtlar, taşlamalar, tanıklıklar ortaya çıktı. Birinci Dünya Savaşı ve 80’lere kadar gelen tanıklıkları önemsedik. Ermenilere uygulanan katliam, Enver Paşa’nın hataları, günahları, o dönemin aktörlerinin sevapları ve günahlarına ilişkin çok ciddi tanıklıklar ağıt ya da taşlama şeklinde bu günlere geldi. Tüm bu çalışmaları kitap ve CD olarak hazırladık.
Peki, ağıtları kaydederken nelere dikkat ettiniz, neler zorladı sizi?
Dokümantal bir iş olduğu için, kendi adımıza bir sözümüz yok burada. Her türlü müdahaleyi bir kaynağa dayandırarak yaptık. Bunların, aynı zamanda dokümantal tarafına şüphe düşürmeyecek bir çalışma olması lazımdı. Dolayısıyla her şeyin kaynağı belli. Neyin nereden alındığı belli, bunu önemsedik. Bizden evvel yaşanmış tarihsel sürece ait kaynakları sunduğumuzu da söylüyoruz. Ağıtları müzikal boyutuyla yorumladık.
Ağıtları toplarken karşılaştığınız zorluklar neler oldu?
Metin, burada düzenli olarak kayıtlar yapıyordu. Bunların nerede kullanılacağı, ne işe yarayacağı sorusu olmadan yapılan, yapılması gerektiği için yapılan kayıtlardı. Çünkü sonuçta bir sözlü kültür hafızasından söz ediyoruz. Son yüzyılı ne kadar yıkıcı bir şekilde yaşadığımızı bizzat kendi üzerimizden biliyoruz. Kuşaklar arasında dil yok oldu. Metin kaydetme disiplinini çok ciddiye aldı. 3-4 bin saatlik kayıtlar birikti.
Ağıtlarda neler dikkatinizi çekti?
38’le birlikte Dersim’in bütün sözlü kültür hafızası ağıtlarla kaplandı. Doksanlarda yaşlılarımıza gittiğimizde ağıtlar söyleniyordu. Çok ciddi şeyler çıktı. Örneğin bir Enver Paşa taşlamamız var.
Günümüzde yaşayan ağıtçılar var mı?
Tabii ki var. Son 20-25 yıldaki ilgiyle gittikçe arttı. Bu işi bırakmış bazı yaşlılarımız yeniden döndüler. Tekrar tamburu alıp eline söyleyenler oldu. Devam ettirenler daha bir hevesle kayıtlar verdiler.
Sizin kuşağınız için ağıtlar ne ifade ediyor?
Bizim kuşağımız için müzik ve söz, kendi varlığını, var oluşunu, hakikatini deklare etmenin, ona bir yer açmanın bir aracı… Bir hafızayı taşıdığımızı söylemek istiyoruz.
Çünkü biz de Dersim’e, Zazalığa, Aleviliğe ilişkin her şeyi, bu sözlü hafızadan öğrendik.
Kültür yalnızca sözle mi aktarılıyor?
Alevilik gibi önemli inanç kaynakları yazı gibi önemli bir medeniyet aracından habersizdir. Alevilerin yazmaması bir tercihtir. Yazı denilen enstrümanın politik enstrüman olmasının farkındalığıyla bir tercihtir. Çünkü yazı bir kanundur. Yazdığınız anda artık ona bir varoluş kazandırmış olursunuz . Hakk’ı, hakikati yazmak çok büyük bir cürrettir. Kısacası, Sokrates neden yazmadıysa, yazıyı hakikatin söylenebilmesinin önünde engel gördüyse, Sokrates neden bir okul kurmadıysa ve hep öğrencileriyle bir derviş gibi gezerek ve konuşarak hakikatten söz ettiyse Aleviler de o sebepten yazmamıştır.
Şu an yaptığınız çalışmada sözlü geleneği yazıya aktarıyorsunuz. Bu ne kadar doğru?
Yazı artık herkesin…
Yazıyı reddeden bir gelenekten gelirken kayıtlar yapıyorsunuz…
Yazı artık herkesin elinde bir enstrüman. Kayıt da aynı şekilde. Bugünün şöyle bir avantajı var; en azından on farklı kişiden kayıtlar var. Yazının tekleştirme, bir versiyona indirme ve mutlaklaştırma gücü artık kalmadı. Yazı da kayıt da artık herkesin oldu. Aynı ağıtın onlarca kişi tarafından söylenmiş farklı versiyonlarını kayıt altında ve yazılı olarak görebiliyoruz. Bunlar yazıyı geçmişin bir hegemonya enstrümanı olmaktan çıkarttı… Yani dönem değişti. Enstrümanlar artık bizim oldu. Yazı da kayıt da güç enstrümanı olmaktan çıktı.
Hazır hafızaya girmişken, Munzur Gözeleri yapılaşmaya açıldı bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Orada bir kültür tahribatı söz konusu mu?
Munzur Gözeleri, Munzur ziyaretinin görece diğer ziyaretlerden daha çok tanınması vesilesiyle bugün gündem oldu. Aslında yıllardır bu tahribat sürüyor.
Aleviliğin mabed anlayışında kutsal alan dokunulmazdır. Oraya hiçbir taş koyamazsınız oradan bir taş alamazsınız. Orası o haliyle bir mabed, ibadet yeridir. Ve ibadet yeri olduğu için dokunulmazdır. Oradaki en küçük yapı aslında sizin kendi ihtiyacınızı karşılamak için yaptığınız bir şeydir.
Yeni çalışmalarınız neler olacak?
Aslında birikmiş şarkılarımız var. Hem Türkçe hem Zazaca… Bunları hemen dinleyicilerimizle paylaşmak istiyoruz. Çok da gecikmek istemiyoruz.
Anıl Mert Özsoy [email protected]