Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Cem Demir ve Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Çobanoğlu, Tunceli dışından gelen ve Tuncelili olmayan 175 kişi üzerinde gerçekleştirdikleri araştırmanın sonunda, Tunceli ve insanlarına yönelik ön yargı taşıyan kişilerin kenti ve insanlarını tanımasıyla beraber, zamanla ön yargıyı yıktıkları ortaya çıktı.
Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalışan Doç. Dr. Murat Cem Demir ve Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Çobanoğlu, Tunceli/Dersim’e dışarıdan gelip, geçici ikamet etme durumunda olan kişilerin (doktor, akademisyen, öğretmen, memur, güvenlik görevlisi, öğrenci vb.) Tunceli’deki günlük yaşamlarını, günlük yaşamda maruz kaldıkları “olumlu” ve “olumsuz” deneyimleri ile Tunceli’ye ve Tuncelilere yönelik düşüncelerini konu alan sosyolojik bir alan araştırması gerçekleştirdiler.
Bu araştırmada, Tunceli’deki mevcut kimliklerin (Alevilik, Kürtlük, Zazalık, Solculuk vd.) aksine, mülakata ve ankete katılan kişiler daha çok İslam’ın Sünnî yorumunu kendine dinsel referans edinmiş, politik eğilim olarak “sağ muhafazakâr” bir eksene dayanan ve etnik aidiyet olarak “Türklük” üzerinden kendini tanımlayan kesimlerden oluşmuş. Bundan dolayı araştırmacılar bu kesimi, “ötekinin ötekisi” olarak adlandırmayı daha doğru bulmuşlar.
Anket ve mülakat sonucu elde edilen bilgileri kısaca özetlediğimizde şunları görmekteyiz:
Katılımcıların çoğu Tunceli’ye gelmeden önce genellikle olumsuz bir önyargıya sahiptir. Bu önyargıların en önemli nedenlerin başında ise güvenlik kaygısı ve bölgede yaşanan terör olayları gelmektedir. Bir memurun söylediği şu ifade bu anlamda oldukça manidardır.
“Tunceli’ye tayinim çıktığını ilk duyduğumda eşim ve çocuklarımı götürüp götürmemekte tereddüt yaşadım, hatta eşime dedim ki taşındığımızda lojmandan dışarıya fazla çıkmamaya özen göster.”
Tunceli’ye dışarıdan gelen kesimlerin bir kısmında Alevilere yönelik de bazı olumsuz düşüncelerin varlığına tanık olmaktayız. Bu düşünceler genellikle Aleviliği, Sünni İslam geleneğinin içine yerleştirememekten kaynaklı olarak ortaya çıkıyor. Buna göre şekillenen önyargıların bazıları, Alevilerin “Müslüman olmadığı”, “camiye gitmedikleri” gibi önyargılarla dolu olduğu gibi, bu önyargıların Tunceli’de kasaplardan “et almama” vb. gibi eylemsel pratiklerle de kendini gösterdiğine şahit olunmuş.
Yapılan araştırma, insanların kentte geldikten ve belli bir süre yaşadıktan sonra, Tunceli ve Tuncelilere dair sahip oldukları bu “olumsuz” önyargıların çoğunu değiştirdiklerine de ulaşmış. Tunceli ve Tuncelilere dair “olumlu” düşünceler Tunceli’de yaşadıkça ve Tuncelilerle temas ettikçe, insanların zihinlerinde oluşmaya başlamış, bu negatif önyargılar dönüşmüş. Katılımcıların çoğu Alevileri, hümanist, dürüst, açık görüşlü, kul hakkı yemeyen, misafirperver insanlar olarak tanımlıyor. Kentte kadınlara, yaşlılara ve yönelik sergilenen pozitif tutum ve davranışların da takdir topladığı görülüyor. Çoğu kadın, Tunceli’de kadınların “kimse tarafından rahatsız edilmeden 24 saat serbestçe dolaşabildiğini”, “kimsenin kendi giyim kuşamına karışmadığını” dile getirmiş. Ayrıca Tuncelilerin “yeniliğe açık olmaları,” eğitime verdikleri aşırı önem de takdir ediliyor. İnsanların düğün, sünnet ve özellikle cenaze gibi bazı önemli günlerde sergiledikleri duyarlılık ve birbirleri ile dayanışma hali ise gıpta ile karşılanmakta, hayvan severliliklerine ve sokak hayvanlarına olan düşkünlüklerine hayran kalmaktalar. Katılımcılar; Tunceli’ye dair “olumlu” anlamda “söyleyebileceğiniz en önemli 3 şey nedir?” diye sorduğumuzda ise ilk akla gelen şeyler, “Doğasının mükemmelliği,” “hırsızlık, gasp, adam öldürme ve yaralama gibi suçların azlığı” yani “güvenli” bir şehir oluşu ile “özgür ve çağdaş bir il” oluşu olarak beyan edilmiş.
Ancak bütün bu olumlu özelliklere rağmen kentin bazı dezavantajlara sahip olduğu da araştırmada pek çok kişi tarafından dile getirilmiş. Bunların başında, kentin görece olarak “pahalı bir kent olması”, “sosyal, kültürel ve sportif olanakların yetersizliği” ( çoğu kişi için Tunceli’deki en önemli sosyal aktivite “pikniktir”), “kentin diğer kentlerle ulaşımında yaşanılan sıkıntılar” ( havaalanının olmaması, Elazığ havaalanına giderken yaşanılan sıkıntılar, kentin izole bir coğrafî konuma sahip olması) ile “sağlık imkânların yetersizliği” şeklinde sıralanıyor. Yine de katılımcılar en büyük problemin sağlık olduğunu, bazı polikliniklerde uzman doktor sayılarındaki azlık, “çocuk acil” ve “çocuk yoğun” bakımın olmaması, doğum ve acil müdahalelerde Elazığ’ın daha çok kullanılması çoğu kişi için risk olarak algılanıyor.
Buna rağmen Valiliğin ve Belediye’nin son yıllarda bu eksikliklerin gidermeye yönelik sergiledikleri politikalar kentin sıkıcı doğasını biraz yumuşattığını da araştırmanın bir başka bulgusu olarak ortaya çıkmış. Ancak buna rağmen burada “geçici ikamet” edenlere “Tunceli’ye yerleşmeyi düşünür müsünüz?” diye sorduğumuzda genellikle “hayır” cevabını almaktayız. Büyükşehirlere yerleşmek birçok açıdan daha avantajlı bir duruma işaret ettiği için, bir tercih sebebi olarak beliriyor. Ancak “buraya tayin ve başka nedenler (okul vb.) bir tanıdığınız gelecek olsa ve sizden bilgi almak istese, ona söyleyeceğiniz ilk şey ne olur?” sorusuna ankete katılanların verdiği cevap hem ilginç hem de bizim açımızdan oldukça önemlidir. Katılımcıların çoğu “Tunceli’nin hiç düşünüldüğü gibi bir şehir olmadığı”, “mutlaka tercih etmeleri ve Tunceli’ye gitmeleri gerektiğini”, “harika bir doğa güzelliğine ve insan ilişkilerine sahip olduğuna” dair görüşleri dile getirmişler.