Munzur’dan bir ağaç şöyle dedi; Dumandan, boğulmak üzereyim. Hem benim dallarımı-gövdemi kesip hem gölgemden istifade edip hem de beni boğuyorsunuz.
Munzur’dan bir balık şöyle dedi; Yine mi tiri-viri, ne zaman avlanma yasaklarına uyacaksınız? Suyun içinde bulaşık yıkayıp, kirli atıkları benim yaşam alanıma salıyorsunuz. Bira şişesini kafama atıyorsunuz. Dışarı başımı çıkaracak olsam hunharca bana saldırıp, beni yemek için hücuma kalkıyorsunuz. Kılçıkları mı pulları mı da kızartma yağınızla birlikte suya döküyorsunuz.
Munzur’dan bir kuş; Nefes alamıyorum. Piknik değil sanki Piknikçi yangını. Dumanda uçamıyorum. Yuvamı her gün gündüz terk edip, gece dönüyorum.
Munzur’dan bir temmuz böceği; Kendi sesimi şu gürültü kirliliğinden duyamaz oldum.
Munzur’dan bir toprak parçası; Yine mi beton, yine mi kazma , yine mi iş makinası? Her gün bir yerden alınıp, bir yere savruluyorum. Üzerime beton dikmek için heveslenen üzerimden para kazanmak için uğraşan ne çok Adem oğlu var.
Munzur’dan bir damla su; Hürriyetimden oldum yine, beni gözemden alıp, kanserojen plastik şişelere koyup, güneşin önünde sıcakta plastikte bekletip, tüm pozitif kimyamı negatife çevirip, sonra soğutup-içip, şifaa bulduğunu zannedenler ne komik? Ama ben özgür akmak istiyorum. Bir pet şişeye girip, insanlara şifaa yerine hastalık vermek istemiyorum.
Munzur’da bir tavşan; Şu araçların sesinden çok korkuyorum. Bir kaç sene evvel bu kadar fazla araç bu yollardan geçmiyordu. Çıkardıkları egzoz dumanı, vadimin havasını kirletiyor. Gece far ışıklarından kaçamıyorum.
Munzur’da bir ayı; Tavşan kardeşe hak veriyorum. Şu araç yoğunluğundan su kıyısına inip yavrularımla su içemiyorum.Şu uzun tırlar benim korkulu rüyam. Bir yavruma bu tırlardan biri çarptı ve öldü. Vadide ki araç trafiğini kontrol eden bir Adem oğlu yok mu?
Munzur’da bir vaşak; İnsanlar köylerine yerleşmek yerine, eskiden yerleşik köylülerin aksine macera tutkusu ile benim bölgelerimde geziyorlar. Eskiden el değmemiş bakir ne yer varsa şimdi hepsi instegram fenomenlerinin sonu gelmez gezi güzergahında. Foto kapanı ayrı dert, kaçak avcısı ayrı dert. Su kenarlarına da inemiyorum.Sanırım göç edeceğim.
Munzur’da bir ziyaret taşı ; Şu ziyaretime gelip niyaz edip murat dileyen ne çok Adem oğlu oldu. Eskiden fabrikasyon mumlar yakılmazdı, üzerimde. O eski insanlar nereye gitti. Onların doğal yollardan yaptıkları çılalar yandı mı, ben hiç rahatsız olmazdım. O eski insanların dua lisanları da bir başkaydı. Bana dokunup, ağlayıp, derdini bana anlatan o kadim Dersim lisanı Dersimce’nin yerinde şimdi yeller esiyor. Nene, torunu için Dersimce dua ediyor, torunu Türkçe dua ediyor. İkisi birbirini anlamıyor. Şu doğa ile dost eski insanların yerini şimdi onların soyundan olan ama ne huyu ne suyu ne de lisanı benzemeyen insanlar aldı, ya. Ama geçen bir çocuk geldi. Alnını, taşımın Çıla yanmış karasına sürdü ve Dersimce dua etti. Ben ne çok sevindim, buna şahit olan yakında ki bir başka ziyaret ağaç ne çok sevindi anlatamam. Bazen de üzülüyorum. Ziyaretimin yanı başında mangal yapıp, atıklarını benim etrafıma savuranlar da var. Beni yok sayan beni batıl gören Adem oğlu da var.
Munzur’da bir keçi; Gözlerim kapandığına göre az sonra bir dilek için canımdan olacağımı biliyorum. Dağ keçisi olsaydım belki başka bir türlü yaşamım son bulurdu ama ben bu sona alışığım. Alışık olmadığım şey ise beni kurban edip, organlarımı Munzur’a atıp Munzur’u kirletenler. Benim kurban edilişim sonrası su kenarlarında öyle mide kaldırıcı iğrenç kokular oluyor ki, Adem oğlu bu kokuyu nasıl içselleştiriyor anlamıyorum.
Munzur’da bir kaplumbağa; Su içmek eziyet oldu bana. Ormandan su kenarına indiğimde her yerde Adem oğlunun olduğunu görüyor ve kabuğumun içine gizleniyorum. Kimden utanıyorum kimden korkuyorum ben? Burası benim yuvam değil mi?