Rocê Xızıri-Hızır Orucu:
Dersim Raa Heq inancında Xızır-Hızır xeleskaro-kurtarıcıdır. Ve her herhangi bir insan donuna girebilir.
Xızır inancı, Anadolu Alevilerinin hepsinde olmakla beraber, Dersim Aleviliği’nde (Raa Heqi) yeri çok daha önemli ve farklıdır. Bu inançta Hızır yazın ve güz mevsiminde en çok dağlarda, bahar mevsiminde de göl ve denizlerde gezer. Çünkü “Raa Heqi” adlı Dersim Aleviliği’nde Xızır (Hızır), doğanın sahibi ve tanrısıdır. Yani doğada dağ, taş, dere, tepe, nehir, göl ve deniz, börtü böcek, yılan kurbağa ne varsa, hepsi Hızır’dan sorulur. Bu sebeple doğada olan afetler; deprem, heyelan, sel, çığ, kasırga gibi olanlar ondan sorulur. İnsanoğlu bu doğal kuvvetler sonucu darlığa düştüğünde, imdadına yetişmesi için, yardım dilenmek için Hızır’a seslenir.
Raa Heqi inancına sahip insanlar, hem doğada hem de sahip oldukları inançları münasebetiyle tarih boyunca hep zorluk ve sıkıntı çekmişlerdir. Dersim coğrafyasında kış her zaman çok zor ve çetin geçmiştir. Gerek yol ve ulaşım yönüyle, gerekse yeme içme tedariği yönüyle olsun bu coğrafya güzel olsa da hep sıkıntılı olmuştur. Bu inanç yönüyle de kendisini çevereleyen öteki inanç guruplarından baskı ve zor görmüştür.
Çünkü inançları çevredeki devlet destekli diğer hakim inançlara göre farklıymış. Farklı olduğu için de Dersim’de bu inanca sahip insanlar, çevresindeki bu inanç guruplarından kötülük de görmüşlerdir. Elbette Dersimliler de inançlarına sahip çıkma ve yaşatma konusunda direngen çıkmışlardır. İstemişler ki Kırmancların bu renkli yurtdunda, inançları da bu farklılık ve zenginlikleriyle ayakta kalsın. Bu temelde en büyük baskı ve zülmü de devleti her daim elinde tutan hakim siyasi sistemden çekmişlerdir.
Tüm bu sebeplerden olsa gerek Dersimliler, Hızır’a çok daha değer verir bir şekilde bu inancına sahip çıkmışlardır. Darlıklarına yetişmesi için onun adına oruçlar tutmuşlardır. Çünkü Raa Heqi inancında Hızır, “Sahip”tir. (Öyle ki Dersim Kırmanclarının Raa Heqi inancında “Hızır”, her şeye hükmeden ve doğanın sahibi olarak gücü-kudreti sonsuz, hikmetinde sual olunmaz “Heq-Hak-Tanrı” mertebesindedir. A. E. Gür)
Hızır, doğaya hükmeden olarak onu düzenleyen ve idare edendir.
Hızır, dara düşene, dara düştüğü saatte çarçabuk yetişendir.
Hızır, kurtaranların kurtarıcısıdır.
Hızır, kainatta hareket eden her şeyin sahibidir.
Hızır, rahmetin sahibi olarak kutsal ve sahip çıkandır.
Hızır, bereketin adı ve sahibidir.
Dersim’de Hızır’a; “Ya Xızır, Xızıro Xeylas, Xızıro Nebi ve Xızıro İylas” diye seslenilir. Eski (Rumi) takvime-hesaba göre, Ocak ayının tam olan ilk haftasında Hızır günleri ve oruçları başlar. Yeni hesaba-Miladi takvime göre bu zaman, Ocak ayının ikinci haftasından Şubat ayının ikinci haftasına kadar olan dört haftalık-bir ay döngüsüdür. Yani 14 Ocak ile 13 Şubat arası bir tarih dilimidir. (Eski Rumi takvim ile yeni-Miladi takvim arasında 13 günlük bir geri kalmışlık farkından ötürü. A. E. Gür.) Dersim’de Rocê Xızıri (Hızır Oruçları) aşiretler sebebiyle bir ay-dört haftaya yayılmıştır. Çünkü bu inançta Hızır, sırasıyla tüm aşiretlere misafir olur. Eski zamanlarda öyle inanılmış ki Hızır, yatır ya da büyük eve misafir olur.
Bu zaman diliminin ilk haftasında Hızır, Şêxsenü (Şıh Hesenanlılara) konuktur. İkinci haftası, Demenan, Haydaran, Alan, Areyan, Karsan, Lolan, Bolü aşiretlerine ve bunların yerleşik oldukları mıntıkalara konuktur. Üçüncü hafta Hızır, Kureyşan ve Seydanlı aşiretlerine konuktur. Son dördüncü hafta ise Derviş Cemalan, Ağuçan, Sarısaltık aşiretlerine misafir olur. (6)
Oruç, üç gün olup, haftanın Salı, Çarşamba ve Perçembe günlerinde tutulur. Neden üç gün tutulur? Yazar ve araştırmacı Gürdal Aksoy’a göre; “Raa Heqi’nin sahipleri, Ezidi-Ehli Haqû’de oruç üç gün tututlur. Oruçlar köken olarak farklı bir kaynaktan gelse de bu Zerdüştilikten kalmadır.” (6) Bu son senelerde ekseriyeten Avrupa’da olan kurumlar vasıtasıyla bu günler değiştirilmiştir. Çünkü onlar Hızır oruçlarını yeni takvime göre Şubat ayının 13, 14, 15. günlerine denk gelen günlerde tutmuşlardır. Ancak bu günler hem inanç yönüyle hem de Kırmanciye ülkesinin örfü ve töresi yönüyle doğru değildir. Çünkü memlekette daha hala herkes aile büyüklerinin ve aşiret büyüklerinin dedikleri zamanlarda bu orucu tutmaktadır. Şehirde yaşayanların gözünde bu gerçek gözardı edilmiştir. Çünkü şehirlerde ne aşiret yaşamı ne de Kırmanciye örfü adedi vardır. Ancak insanımız yine de hiç olmazsa bir iki gün bu oruçları tutarak bu örfü ve töresine, bu inancına sahip çıkmaktadır. Hızır orucu diğer oruçlar gibi gece saat 24.00’da başlar. Ancak diğer oruçlara göre daha geç açılır-iftar vakti daha geçtir. Diğer oruçlarda bulunulan yörede güneş dağın en yüksek noktasından battığı zaman oruç açılırken, Hızır orucunda bu vakit biraz daha geç bir vakittir. Çünkü öyle inanılıyor ki Hızır, kendisine engel olan bir zebani sebebiyle gecikmiştir. Çünkü o Hızır’ın yolunu kesmiştir. İstiyor ki onu tahakkümü altın alsın. Hızır bu engelden kurtuluncaya kadar epey bir vakit gerekecektir. Bu sebeple Hızır oruçları biraz geç açılır. Öte taraftan Hızır oruçlarında On İki İmam yas oruçları gibi yasaklar yoktur. Bu oruçta su yasağı yotur, su içilebilir. Bazıları suyla oruç açabilir. Hem de banyo yapılabilir, et-yumurta pişrilebilir, soğan-sarmısak doğranarak yenilebilir. Hızır Oruçları’nda küsler barışır, komşular birbirlerini sormaya gider, hastaların hal hatırı sorulur. Fakir komşular bu oruç günlerinde hali vakti yerinde olanlara misafirliğe giderler. Böyle günlerde kim kime iyilik yaptıysa, Xızır’ın nazarında onun değeri artar, kıymeti yükselir.
Çarşamba akşamı sağdıçlar birbirlerini ziyaret ederler, hal hatırlarını sorarlar. Hızır oruçlarının son Çarşamba günü sabah erken bir saatte de niyaz-göme pişirilir. Bu niyaz-göme için akşam-geceden kocaman bir kütük lozıne-şömineye ateşe konulur. Bu kütüğe, “Qila Xızıri-Hızır’ın Kütüğü” denilir. Bu kütüğün közü ve külü de kutsal olup “Hızır’ın Ateşi-Külü” şeklinde isimlendirilir. Bu közün üzerine bir avuç un serpilir ki kokusu bacadan çıksın. Bazıları da pişirdikleri göme-niyazın yanında buğday kavururur. Bu kavrulan buğdayın ismi “qawute”dir. Qawute, çok hoş kokusu olan ve leziz bir yiyecektir. Öyle inanılır ki bu koku hanenin ölmüş bireylerinin ruhuna kadar gidip kavuşur. Bu günlerde evin hanımı çeşmeden getirdiği taze suyu, eve ve hayvan ağılına rızıkın artması için serper. Bu günde el ayak yıkandıktan sonra bu gülbeng-dualar okunur: “Roce gureto rocê Xizirî Gul û cêmalî bîyê nur Roce gureto rocê Xizirî Cem bîyê taliv û pîrî Cevlan bide Astoro Qirî Carê ma de êndi bê mekuye dûrî.” [Çime: Pirdosûr-Gavrağ ra Elîf Doğan, Qiymet Doğan] Ya Xizirê sata tenge! To ra keme riza û minete Hometa ho tenge de meverde Hetê jû de kî ma û azê ma…. [8] Ya Xizir! Çimê ma û azê uzê ma Rawû û olaxû ra meverde! Risko xêr ma de Ma û azê ma motacê mixanetî meke! [Çime: Pirdosûr-Gavrağ ra; Elîf Doğan (mawa mi)] (Oruç tutulmuş, Hızır Orucu/Gül cemaller aydınlanmış/Oruç tutulmuş, Hızır Orucu/Pir ve talipler Cem bağlamış Kır ata elini ver/Yanımızda ol, uzakta kalma./Ey dar saatin Hızır’ı/Senden isteriz/Halkını darda koymayasın/Bir taraftan da bizi gör. Ya Hızır!/Soyumuz ve sopumuzun gözünü/Yol yolakta koymayasın/Hayırlı rızık ver bize/Soyumuzu sopumuzu bedbahta muhtaç bırakma! Elif Doğan-annem) Perşembe günü ölüler için hayır yemeği verilir. “Kutsal yer gök; siz şahitsiniz ki bu yemek ölülerimiz içindir; ... içindir. (Kimin adına veriliyorsa bu cümlenin arkasından onun adı zikredilir.) Bu ölü yemeği yerden üç kere kaldırılıp yere indirilir. Sonra, “Axuyê serê rawu, ti xo het sane, bêre destû bırasne.” (Yolların üstündeki zehir, sen kendini kenarda tut-kolla. Getirn ellerine-ruhlarına yetiştirin.) denilir. Hayır yemeğinin verildiği hane veya komşuların bu yemeği gidip indirilen eşikten yerden almaları gerekir. Hali vakti yerinde olanlar da bu günlerde kurban keserler. Bu kurbanın adı, “Qırvanê Xızıri-Hızır’ın Kurbanı”dır. Bu kurban besili hayvanların içerisinden ta yazdan isim konularak ayrılır ve özel bir ilgiyle beslenmeye-bakıma tabi tutulur. Yapabilenler bu Perşembe akşamı (Sewa Yeniye-Cuma gecesi) Cemê Xızıri bağlarlar. Bazı yerlerde de ateş külü evin etarındaki karlara serpilir. Öyle ki Hızır’ın veya kır atının ayak izinin gelip gelmediği beklenir.
Qawute-kavrulmuş buğday: Qawute adlı bu kutsal yiyecek, evlerdeki bereketin sembolüdür. Qawute pişirmek, Xızır’ın adına bereket için adanmış bir adak yapmak ve Hızır’a bir çağrıdır. İnançta Hızır’ın bu yiyeceğin yapıldığı haneye-eve göz kulak olduğuna, koruyup kolladığına inanılır. Bu qawute yemeği için evvela buğday ayıklanır. Sonra bu buğday perşembe günü kızgın bir sacın üzerinde kavrulur. Elbette bu bir tencere içerisinde de yapılabilir. Bu pişen buğdayları “Bıjerik” adını alır. Bu yiyeceğin kokusu o kadar güzel ki ölmüşerin ve iyilik melakelerinin ruhuna kavuştuğuna inanılır. Sonra bu kavrulmuş buğday taneleri bir el değirmeninde (Dıstari) öğütülür. Elbette bir mikser vasıtasıyla da bu yapılabilir. Bazıları bu buğday taneleri yerine, güzünden kurutulmuş armut kurusuyla da bu yiyeceği yaparlar. Bu kavrulmuş ve el değirmeninden çekilmiş yarı mamül un haline dönüşmüş buğday taneleri bir tencereye alınır. Üzerine kaynamış su ve biraz da tuz eklenir. Bu şekilde hazırlanmış yiyecekten herkes yiyeceği kadar tabağına alır. Tabağın içinde içi çukur olacak bir şekilde şekil verilir. Evvela biraz şekerli su-şerbet (bal) bu çukura dökülür, üstüne de eritilmiş tereyağı dökülürek yenilir. Qawutun bir kısmı da bir tepsiye konulur, üstü elle düzeltilerek düz bir şekil verilir. O şekilde evin damına bırakılır. Sabah erken kalkıp bakılır. Hızır’ın gelip bu qawuta bir işaret bırakıp bırakmadığı gözlenir. Bu işaret, Hızır’ın evi ziyaret ettiği ve birlikte bereket getirdiğine dair yorumlanır ve sevinilir. Bu unun birazı da ağıllara, taralalara serpiştirlir ki bereket versin. Qawutun kalan kısmı da güz vaktindeki harman zamanına kadar saklanır. Harman vakti bereket vermesi için buğday ve saman yığınının üstüne serpiştirilir. Öyle ki samanla buğday birbirinden rahat ayrılsın ve bereketli olsun. Bazı yerlerde bu qawut yiyeceğiyle yenilen tahta kaşıklar ateşe atılır. Hangi kaşık ateşte yanmıyorsa, bunun Hızır’ın kaşığı olduğuna inanılır. Bu kaşık, “Bımbarêk-kutsal” addedilir. Bununla süt mayalanır, yağ ve kavurma çıkartılır. (Seyfettin Elaldı.)
Su Orucu-Sevgililer Günü:
Hızır oruçlarında Perşembe günü evin bekar kız ve erkek çocukları o gün tuzlu yiyeycekler yerler ve su içmezler. Su içmemelerinin sebebi, susadıkları için rüyalarında su görmek istemeleridir. Bu güne su orucu günü denilir. Gençler rüyalarında kimde-hangi hanede su içerlerse veya kimin elinden su içerlerse nasip ve kısmetleri oradan diye inanılır. Bu gün, hemen hemen dünyada kutlanan “14 Şubat, Sevgililer Günü”ne denk gelir. Kim bilir belki de bu günün, bu günde kutlanmasında Dersim’deki ritüel ve kutlamaların etkisi olmuştur. Bu günün anısına eskiden bazı günler bayram olarak kutlanırmış. Ehlî Hak topluluklarında “Ali Bayramı” veya “Roşanê Axa” şeklinde isimlendirilmiştir. Ermeniler de bu günü bayram olarak “Mehr-Mihr” olarak isimlendirir ve kutlarlar. (9) Ben öyle inanıyorum ki bu bayram günlerinin Hızır oruçları zamanıyla alakası vardır. Bu gelenek ve görenekler tarihte kaybolup gitse de, yaşlı ve kamil kuşağın hala hafızasındadır. Elbet Hızır orucu günleri ve töresi her yerde aynı değildir. Yer yer, yöre yöre değişiklik gösterebilmektedir. Benim beklentim ve umudum, bu geleneklerimizi her ne kadar yerine getiremesek de bunların toplumumuzca yeterince bilinmesidir. Olur ki bu bilgiler göçtüğümüz şehirlerde uygulama imkanı olmadığından unutulmaya yüz tuttmuştur. Ancak yine de bilinmesinde yarar vardır. Bu oruçlardan başka tutulan oruçlar da vardır. Ancak bunlar farklı zamanlarda ve farklı biçim ve ritüellerle tutulur. Niyet orucu, murad orucu, minnet ve Sewa Yeniye-Cuma gecesi (perşembe akşamı) orucu gibi. Kırmancki kaleme alan: Daimi Doğan;
www.dersimgazetesi.net Türkçe çeviri: Asmên Ercan Gür; ([email protected]) "Daha bir gün önce şöyle seslenmiştim halka; 'Her kim senin çocuğun gibi kokuyorsa, gülümsüyorsa, hangi dili konuşursa konuşsun; sesindeki tını aynıysa, toprağa, güneşe, aya, suya niyaz ediyorsa, senin gibi bakıyorsa evrene sevdayla, senin gibi gülüyorsa, geyiklere Xızır ın Çocukları diyorsa, sevgiyle dokunuyorsa uzaktan onlara, ateşe tükürmekten korktuğu için ağzını bembeyaz bir çitik ile kapatıyorsa, korkma sarıl ona, o senin atandır, o sensin… Korkma sarıl o kadim ruha, o senin ruhundur… Doksanlık kadim ağaç, dört yaşındaki çiçek gibi kokuyordu, aynı gülümseme vardı iki gözde, bir puslu diğeri güneş gibi… Pus ağladı, güneş ağladı, ben ağladım… 3 bin kilometre öteye sürülmüş bir kadim ağaç gördüm, toprağından sökülmüş…
Khal Gağan’ı yaşarken, ağlayan bir kadim ağaç…" Remzi Aydın; dewrê tu dayim vo-devrin dayim olsun, ruhun ışıklarda olsun!
Kaynaklar: [1] Erdal Gezik-Hüseyin Çakmak, Raa Haqî-Rîya Haqî, Kalan Yay., Ank.2010, s.163 [2] Erdal Gezik-Hüseyin Çakmak, age, s.165-166 [3] Erdal Gezik-Hüseyin Çakmak, age, s.84 [4] Munzur Çem, Dersim Merkezli Kürt Aleviliği, Vate Yay., s.57 [5] Hüseyin Çakmak, Dersim Aleviliği: Raa Haqi, Ank.2013, s.120-121 [6] Gürdal Aksoy, Dersim Alevi Kürt Mitolojîsi, Komel Yayınevi, İst.2006, s.287 [7] Hüseyin Çakmak, age, s.125 [8] Hüseyin Çakmak, age, s.130 [9] Gürdal Aksoy, Dersim Alevi Kürt Mitolojîsi, Komel Yayınevi, İst.2002, s.108