2012 yılında Hacettepe Üniversitesin’de “Tunceli-Hozat Bölgesinde Sarı Saltık Ocağı ve Bektaşilik (Tarih, İnanç ve Doktrin-Ritüel)” başlıklı bir master tezi hazırladım.
Gerek bölgede gerçekleştirdiğim saha çalışmalarında gerekse bu süreç boyunca yapmış olduğum okumalarda türbe yerine dair müşterek bir anlatının olduğuna tanık oldum ki o da; “Ruslara esir düşen Çemişgezek Beyi Hoşruf’un duaları sonucu, Sarı Saltık’ın keramet göstererek onu bu esaretten kurtarmasıdır. Beyi Rusların elinden kurtaran bu evliyanın, söz konusu yardım karşılığında Hoşruf Bey’den bugün mezar ve türbesinin bulunduğu yeri yapma sözü aldığı anlatılır. Verdiği söz karşılığı mezarı yaparak üstünü örten Hoşruf’un bu davranışı karşısında, Sarı Saltık onun rüyasına girerek üstünü örtmemesini tembihler. Sabah uyandığında mezar üzerindeki toprağın üstünden yanına doğru döküldüğünü gören bey, mezarın üstünü tekrar örtünce, Sarı Saltık tekrar rüyasına girerek bunu yapmamasını tembihler. En nihayetinde de bey, Saltık’ın bu tembihine uyarak mezarın üstünü bir daha örtmez.”
Sarı Saltık’ın mezar ve türbe yerine dair böylesine yaygın bir inanç olmasına rağmen, bugün türbenin üstünün örtülmesini açıkçası büyük bir şaşkınlıkla izlemekteyim. Çalışmalarım boyunca, mezarı ziyarete gelen ziyaretçilerin, türbe alanı içerisinde getirmiş oldukları adakları ve kurbanları hazırladıklarına tanık oldum. Mezar ve türbe yerinin, inancın devamlılığını konsolide eden bir kompleks olmalarına rağmen, türbenin üstünün çatıyla örtülmesinin, devam ede gelen inanç ile uyuşmadığını belirtmek isterim. Şayet niyet, türbe içerisinde gerçekleştirilen adakların hazırlanmasına uygun ortam sağlamaksa, bunun için türbenin değil, türbe ve mezardan bağımsız müstakil bir alanın yapılması daha uygun olur.
Bu nedenle, her ne niyetle hazırlanmış olursa olsun –üstelikte böylesine bir inanç artık ortak bir şekilde kabul edildiğine göre- bir an önce bu hatadan geri dönülmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira türbenin üstünün, bugün eğreti gibi duran bir çatıyla kaplanması sonucu meydana gelen tepkileri görünce, bunun adeta bir zorunluluk olduğunu şimdiden söyleyebilirim.
Yalçın ÇAKMAK
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi