Egzersizin ne anlama gelmediğinden bahsedelim önce;
1. Hava atmak için yapılmaz.
2. Sadece zayıflamak için değildir.
3. Bazı branşlar ‘kadınlar özelinde’ değerlendirilmemelidir.
4. ‘’Bir yap bir bırak’’ çalışma stili egzersiz değil, gönül eğlemektir ve kullanılmayan beden bizden geri alınır.
Her şeyden önce iki kavramı birbirinden ayırmakla başlamayız. Bir hareket profesyoneli olarak hangi branşın spor, hangi branşın egzersiz olduğunu kavramamız gerekiyor.
Spor; müsabakası, lisansı olan ve birilerinin yenildiği birilerinin kazandığı ya da eşit sonuçlar aldığı alandır. Diğer alan ise egzersizdir ve burada kazanan kaybeden yoktur, karşılaşma yoktur ve temel amaç sağlıklı bir bedene sahip olmaktır. Halk ağzında ‘spora gidiyorum’u duydukça sanki doğrusu ve normali oymuş gibi kullanmaya devam ediyoruz. Fakat spor veya egzersiz camiasında bulunup, bu ekolde yaşayan profesyoneller bile iki kavramı nerede nasıl kullanacağını bilmeden kullanmaya devam ediyor.
Ve bu durumda misyonum gereği düzletmeye gitmek mesleğime hizmet olarak gördüğüm bir şey.
Kavramlar, kullandığımız dil bir kültürdür, amaca hizmet ettirir ve hiçbir kelime öylece sıralanıp dilden dökülmemelidir. Ve bu bir bilinçtir.
Şimdi gelelim asıl konumuza;
Neden birilerine hava atma ihtiyacımız vardır, ne elde etmek isteriz ve sonucunda neyi hedefleriz?
Anlatalım; Her birimiz mana peşindeyiz. En güzelimizden en çekimserimize, en başarılımızdan en işe yaramaz olduğunu düşünen herkes.
Hava atmak, ego yapmak, insanlara kendimizi beğendirmek veya kendimizi birilerine ispat etmek için vücudumuz bir araçtır.
Ve en biyopsikososyal araç. Vücut dilini etkin kullanmak, dik durmak, kendinden emin ve sağlıklı bir vücuda sahip olmak, günümüz koşullarında doğal hayattan uzakta yaşayan insanlar için özellikle ‘egzersiz veya spor’ ile mümkün. Dengeli ve sağlıklı yaşamak ile mümkün. Elde etmek istediğimiz şey en temelde kendimizi gerçekleştirmek aslında. Hakikati anlamak, vücudun işleyişi hakkında fikir sahibi olmak ve fonskiyonelliğimizi kullanmaktır. İşin içine bizim her taşın altından çıkan ‘egomuz’ yani hayvani nefsimiz girdiğinde o dönemin normlarına ve moda akımına uygun hallere girer, yeteneklerimiz ve vücudumuzun ölçüleriyle, dikkat çeken taraflarımızla var olmaya çalışırız. Egzersiz veya spor bu değildir. Herkesin her an yapabileceği hareket alanları veya yeterliliği vardır. Örneğin pilatesi veya yogayı yapan insanların vücut ölçülerinin manken ölçüleri olması gerektiği, kilosu yüksek olarak değerlendirilen insanların bu branşları yapamayacağı veya yapsa da işe yaramayacağı fikirleri beyan ediliyor. Yanı sıra bu egzersiz alanlarının erkekler tarafından yapılamayacağı mesela... Hepimizin omurgası var herkes her şeyi yapmakta özgür ve yeterlidir. Hiçbir keşif hiçbir mana arayışı cinsiyetle kısıtlandırılamayacak kadar eşit verilmiştir her bir bireye.
Ve mutlaka belirtmeliyim ki bu tarz düşünceler ve yorumlar çağdışı ve bilimdışı kalmakta. Biz spor eğitmenleri olarak bu konuların tartışmaya kapalı olması gerektiğini düşünüyor ve hiçbir kısıtlamanın hiçbir sınırın olmadığını, bunu kişinin kendisini gözlemleyerek ve kendini ait hissedeceği bir alanı mutlaka bulabilecek tüm donelere sahip olduğunu bilerek yönlendirmeler yapıyoruz.
İnsan biyopsikososyal varlıktır dedik. Egzersiz ve spor bakımında değerlendirilecek olursa durum şudur; psikoloji bedeni, beden sosyalliğimizi etkiler. Kişi egosu veya kibri için birtakım alanlara girip kendini ifade edebilmelidir elbette. Her duygu ve olgu her zaman saygıyı hak etmelidir. Fakat hava atmak için girilen spor salonlarında veya egzersiz alanlarında sadece bu duygunun varlığı sürdürebilirliği azaltır. Eksik kalır ve hitap edeceği duygu ve olgular derinliksizdir. Kişi hareket kabiliyetini arttırdıkça
ve kendiyle meşgul oldukça etrafında olan biten her ama her duruma karşı anında farkındalık özelliğini kullanabilir, özsaygısını korur, kendine ve başkalarına karşı tahammülü artar ve vücudu ve zihniyle ilgili tıkanıklık yaşadığı her noktanın kilidini açmak için uygun bir zemin yaratır.
Egzersiz; yalnızca zayıflamak veya kas yapmak için değildir. Bu vücuda yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
Çünkü vücudumuz hem psikolojik olarak hem de fizyolojik olarak bir dolu bilgi ve mesaj içerir. Dışımız neyse içimiz odur. İçeride ne varsa dışımıza da o yansır. Hava atmak veya sadece estetik kaygılar ile spor salonlarına gitmek, psikolojik olarak başkaları için yaşadığımızın bir ifadesidir. Beğenilmek kaygısı çok değerli bir duygu durumudur fakat çok da yıpratıcıdır. Yargısız, şefkatli ve arkadaşça yaklaştığımız vücudumuz da bize öyle hizmet edecektir. Fakat kilolarımız veya görüntümüz üzerinden manipülasyonlara uğradıkça haliyle toplum olarak ya hava atmak için yazılıyoruz spor kulüplerine ya da bir kaçış olarak. Hem de dünyanın en zor kaçışı… Kendimizden…
‘’Bir yap bir bırak’’ ise tam bir konsantrasyon ve motivasyon eksikliği barındırır içinde. Eğitmenden, işlerimizin yoğunluğundan, çocukken eğitildiğimizde sporun veya egzersizin yeterince iyi ifade edilmeyişinden, lokasyondan veya travmalarımızdan kaynaklanabilir. Kararsızlıktan, kendini bulunduğun duygu durumuna yabancı hissetmekten veya bu çabanın inançsızlığından kaynaklanabilir. Burada kişinin kendiyle ilgili içsel evrimi ve muhasebesi başlamalıdır.
Ve mutlaka bir branşta, bir grubun içinde, bir inanışın içinde bulunmak kişinin kendiyle buluşması için bir araçtır. Bu öğretiye açılmak kişinin kendi kalbinde ve zihninde birçok odanın kapısını aralayacaktır.
Egzersizle ve Sevgiyle…