Stratejik esneklik kavramını en basit şekilde dinamik koşullara hızlı cevap verebilme becerisi olarak tanımlayabiliriz. Aslında stratejik esneklik kavramının temelleri seneler önce Charles Darwin’in meşhur 'Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan... Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan!' söylemiyle piyasalara sunulmuştur. Darwin’in bu söylemi yanar döner janjanlı meyve tabağı ile servis edildiğinde stratejik esneklik (flexibility) ya da çeviklik (agility) ifadeleri ile karşımıza çıkmış ve terminolojide hak ettiği yeri almıştır.
Stratejik esneklik genelde organizasyonların rekabet avantajı sağlamada kullandıkları bir beceri olarak kabul edilse de, insanların da hayatlarında sıklıkla ihtiyaç duydukları bir yetenek olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar ile ilgili olan kısmı şimdilik bir başka yazıya bırakalım. Organizasyonel anlamda stratejik esnekliğe sahip işletmeleri incelediğimizde bu işletmelerin çoğunlukla hiyerarşiden uzak, hızlı karar alabilen, sahip olduğu kaynakları ihtiyaca göre farklı projelere kaydırabilen, sert rutinlere sahip olmayan ve tüm bu özellikleri destekleyen açık bir örgüt kültürü ile hareket eden yapılar olduğunu görüyoruz. Bu tür işletmelerin gelişmiş ülkelerden ziyade büyük oranda Türkiye, Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelere ait işletmeler olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Bunun temel nedenlerini ise gelişmekte olan ülkelerin özgün kültürel ve fiziksel faktörleri oluşturuyor.
Nasıl mı? Şöyle anlatayım: Almanya’da doğup büyümüş ve orada araba kullanmayı öğrenen bir kişi düşünün. Bu kişi muhtemelen hayatı boyunca hep belirli düzen ve kurallar içerisinde yaşamış, yol denilen altyapının sağlamlığı ve düzgünlüğünü görmüş, yaya geçidi denen yerden insanlar geçerken araçların durması gerektiğini görerek büyümüş ve trafik ışıklarının bozulması ya da arızalanması gibi bir durum ile karşılaşmamıştır. Bozuk ve ıssız yolda araba arızalanırsa nasıl tamir edileceği, araba çalışmadığında birilerinin itmesi ile nasıl vurdurulacağı, elektrikler gider ya da arıza olursa trafik ışıksız kavşakta ne yapacağı (ki muhtemelen bu durumda kan gövdeyi götürecektir) gibi durumlar hakkında beceri ve bilgi birikimi yoktur. Çünkü bu tür beceriler geliştirmeye yaşadığı ülke şartlarına bağlı olarak gereksinim duymamıştır.
Ancak gelişmekte olan ülkelere baktığımızda ki buna kendi ülkemizden de örnek verebiliriz. Mesela, yolun ortasında babasının tarlasında gezdiği günleri hatırlayan ya da yola ördek gibi atlayan bir vatandaşı, sarı ışıkta frene basmak yerine kırmızıya yakalanmadan geçebilmek için gazı kökleyen bir apaçiyi ya da yolda devamlı bahçe makası atan bir zupaçiyi görmeye alışığızdır. Bu tehditlere karşı da devamlı tetikte gezeriz, kavşakta bize yeşil ışık yansa dahi yan tarafta kırmızı ışık yanan yolu kontrol ederiz çünkü her an bir araç durmayıp bodoslama göbekten bize saplanabilir. Bu nedenle aynı anda her tarafı görebilme gibi bir beceri ediniriz. Elektrikler kesildiği ya da trafik ışıkları çalışmadığında, döner kavşakların 8 bağlantısından birden çıkan arabalar ile çarpışmamak için ekstra el ve ayak koordinasyonu oluştururuz. Hatta bununla da yetinmeyip aynı anda senin ana.. ….. diye ağız ve dil pratiği bile yapabiliriz. Hiçbir gelişmiş ülke vatandaşında olmayan koordinasyon becerileri bizlerde vardır.
İş dünyası ve ekonomi açısından baktığımızda işletmelerimiz öyle beklenmedik ve tuhaf olaylara hazırlıklıdır ki…
Mesela bir gelişmiş ülkede cumhurbaşkanının başbakana anayasa kitapçığı fırlattığı ve başbakanın toplantı sonrası çıkıp bana cumhurbaşkanı kitap attı, ülkemiz eşi benzeri görülmemiş bir siyasi kriz eşiğindedir dediğini duyamazsınız. Bir gecede normal bir ülkede yüzde yüz devalüasyon olmaz. Siyasiler akrabalarını hazinenin başına getirip ülkenin dolarlarını dansöze para basar gibi cayır cayır yakmaz, bakan sosyal medya üzerinden istifa etmez, basın tembihlenip üç maymunu oynamaz zaten oralarda sistem buna izin de vermez.
Demek istediğim o ki, gelişmekte olan ülkelerin son derece dinamik, değişken ve beklenmeyeni ortaya çıkartan bağlamları nedeniyle bu ülkenin işletmeleri ayakta kalabilmek için özgün yetenekler geliştirir, esnek yapılanmalara giderler, çünkü buna mecburdurlar. Lojistik hizmetlerin olmadığı bölgelerde üretim şirketleri entegre lojistik hizmetleri sunabilirken, elektrik olmayan yerlerde güç jeneratörleri ile alt-üst yapı inşa edebilirler, görülmemiş beklenmeyen durumlar karşısında yaratıcı çözümler üretmek zorundadırlar. Gelişmiş ülke işletmeleri kendi ülkelerinde tuhaf ve kaotik olayları pek sık yaşamadıkları için onlarda bu tür esnekliği çok sık göremeyebiliyoruz, çünkü onlar bir gecede yüzde yüz devalüasyonun nasıl olabileceğini anlamazlar, ülkelerinde böyle bir şey olmayacağı için senaryo planları böyle şıklar içermez. Bu yüzden rutinler ve aile boyu istihdamı benimsemiş yılların Sony’si Güney Koreli rakiplerine yenik düşerken, Getir isimli bir Türk şirketi bir anda tüm Avrupa’yı kasıp kavurabilir. Lenovo, Asus gibi Uzak Doğulular bütün elektronikçilerin başına bela kesilebilirler.
Kaotik ve dinamik ortamlarda iş yapmaya alışık olan şirketlerimizin geliştirdiği yetenekler ile krizlere dayanıklılıklarını arttırdığı ve stratejik esnekliğe sahip olduklarını söyleyebiliriz. Ama bu krizlere dayanıklılık “biz Türk’üz bize bir şey olmaz” söylemi gibi algılanmasın gözünüzü seveyim. Bahsettiğim dayanıklılık Çernobil radyasyonlu çayını içip dört kolluya binmekten farklı bir şey!
Haydi, o zaman esnekliğimizi arttırmak için hep beraber stretching hareketleri ile antrenmana başlayalım.
Sevgi ve sağlıkla kalın…