Tunceli Üniversitesi tarafından Elazığ’ın Palu İlçesi’ne gezi düzenlendi.
Geziye, Rektör Prof. Dr. Durmuş Boztuğ’un yanı sıra akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
Düzenlenen geziye, Tunceli Üniversitesi Web Sitesi’nde şu açıklamaya yer verildi:
Elazığ’ın 60-70 km. batısında şirin bir ilçe olan Palu, Murat Nehrinin kenarında küçük bir düzlük üzerinde kurulmuştur. Elazığ-Bingöl kara yolu kenarında Kovancılar İlçesinin oluşması ile tahtından inen bu ihtiyar kaza, şehirler arası yolun 7-8 km. güneyinde ve dağların arasında kendi kaderi ile baş başadır. Kalesi Urartulardan kalmadır. Palu ile ilgili Ali Cevat’ın şu bilgileri nakledilir: Murat suyu üstünde güzel bir köprüsü, bir kaya üzerine kurulu bir kalesi, bu kalenin çivi yazılı kitabesi ile taşlardan yapılı kilisesi ve bir eski okulu varmış.
Harput ile birlikte Urartu döneminden bu yana kesintisiz yerleşme yeri olan Palu, çeşitli egemenlikler altında kaldıktan sonra bu gün ilçe olarak iskâna devam etmektedir. Ali Cevat’ın verdiği bilgilerden arkaya sadece yarım yamalak bir köprü ile harap bir kale kalmıştır. Bahsi geçen kilise ayakta duran bir heyulâ gibidir. Diğerleri ise insanların ve zamanın tahribatı ile yok olup gitmiştir. Palu Kalesinde bulunan ve Urartu Kralı Menua’ya ait çivi yazılı yazıt dışında çevresinde Selçuklu mimari tarzını andıran Alacalı Mescit ve Eski Murat Köprüsü… Osmanlı mimari tarzıyla yapılan Cimşit Bey Mescidi ve Türbesi, Kapalı Çarşı, Ulu Cami, Meydan Camii, Dükkan önü Camii ve hamam harap olsa da günümüze ulaşan önemli eserlerden birkaçıdır. Palu, Arap istilâları başlayınca Halife Hz. Ömer’in kumandanlarından İyaz Bin Ganem tarafından zapt edilmiş ve uzun zaman Arapların elinde kalmıştır. Bilahare bölge, Selçukluların idaresine girmiştir. Daha sonra Yavuz’un kumandanlarından Korçinoğlu Ahmet Bey burayı Osmanlılara katmıştır.
Ancak Palu’nun alınması savaşla olmamıştır. Yörenin yöneticisi olan Cimşit Beyin isteği ile ilhak olmuştur. Yavuz Sultan Selim de buna karşılık olarak Palu’yu iç işlerinde serbest ve beyliği de babadan oğla geçecek şekilde ferman etmiştir. Palu’nun yaklaşık 30-40 km. güney batısında Bağin adı verilen araziyi de ona has olarak vermiştir. (Karakoçan’daki Bağin Kalesi ile burası farklı yerlerdir.) Evliya Çelebi bu yerle ilgili şöyle der: “Palu’nun batısında; Ergani ile Eğil, birer konaklıktır. Kuzeyinde Harput, bir menzildir. Kıblesinde Diyarbakır, iki menzildir. Kalenin sırtında Bağin denilen bağlık ve İrem gibi bir köy vardır. Gezinti yeri olan bir ormanlıktır. Palu beylerinin hasıdır. Orada kayalar arasında bir nehir akar. Sanki hayat suyu gibidir.”
Palu Kalesi, bu gün tamamen harap durumdadır. Selçuklu ve sonraki dönemlere ait olan sur duvarlarının bazı kalıntıları, günümüze kadar gelebilmiştir. Palu’nun bulunduğu konum, birçok milletin ilgisini çekmiştir. Bilhassa Urartu kralı Menua, bu bölgeyi ülkesine katarak Murat vadisinde hâkimiyetini kurmuştur. Menua’ya ait bölgede bulunan 110 yazıt, bu bölge ile ilgili Urartu politikasını ortaya koyar. Zaten Mazgirt, Pertek, Harput ve Muşar kalelerinin Murat Nehri kenarına yapılması ve Menua’nın Malatya Kralını haraca bağlamaya çalışması, Urartuların bölge ile ilgili düşlerini ortaya koyar. Şebeteria adı verilen eski Palu kalesinde; tünellerin, kaya mezarların, yazıtların, taş merdivenlerin varlığına bakılırsa Urartuların buraya verdikleri önemi anlamak mümkün olur.
Murat Nehrinin; güney ve güney batısını yarım daire biçiminde çevrelediği kayalık sivri bir tepe üzerinde kurulan “Karalar Kalesi’nin” doğusu ve kuzeyi uçurumdur. Eski Palu, bu günkü ilçenin 1-1,5 km. doğusunda bulunan ve kalenin batısı ile güney eteklerinde kurulmuştur. Kale, savunma amaçlı askerî bir mimarî olduğuna göre Urartuların bu kadar kale yapmaları, komşularına bilhassa Asurlulara karşı endişeli oldukları şeklinde yorumlanabilir. Ancak Menua’nın kitabesine bakılırsa bu ihtimal zayıftır. Dolaysıyla Urartular, bu bölgenin düşmanlarının çok olduğunu bildikleri için her hangi bir inkıraz halinde yörenin elden çıkabileceğini düşünmüş olabilirler. Onun için de Yukarı Fırat havzasını kaybetmemek için böyle bir tedbiri ön görmüşlerdir.
Palu Kalesinin yapımında Urartuların dinî inançlarının etkisi yaygın bir şekilde görülür, Kayalara tanrısal güç olarak bakan Urartular, onunla uğraşmayı hem yaşantı açısından, hem de inanç açısından değerli bulmuşlardır. Oralardan gök tanrıya daha yakın olacağı düşüncesi ile bu dağlı kavim, hep sivri tepeleri yaşama yeri olarak seçmiştir. Tâbi Urartuların, taş işçiliğini iyi bilen ve madenci bir millet oldukları da bu işte etkilidir. Taşı yontmak için, ihtiyaç duyulan demir ve diğer madenlerin işlenmesi gerekir. Onlar da bu işi, atadan kalma bir geçinme mesleği olarak devam ettirmişlerdir. Kayaları oydukları gibi nehirden su almak için de kalenin güney batısında basamaklı yeraltı ve yer üstü yollar açmışlardır. Sulh zamanlarında dıştan, harp zamanında ise içten Murat’a inen ayakcaklar vasıtası ile hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
PALU KALESİNİN BU GÜNKÜ DURUMU
Zeve üzerinden kötü bir yolla kaleye yaklaşılırken kaya kütlesinin 15-20 m. yüksekliğindeki bir delik hemen göze çarpar. Kayaya yaklaşınca bu deliğin bir ucunun da kuzeye açıldığı görülür. 8-10 m. yükseklikte ve çıkışı çok zor olan tünele, Palu tarafındaki ağızdan girmek mümkündür. İki tarafı açık tünelin, kuzey giriş kısmına yakın bir yerden kalenin dibine doğru taş merdivenlerle inilir. 15-20 metreden sonrası zifiri karanlık olan dehlizin ne maksatla yapıldığı belirlenememiştir. Çünkü tünelin nereye vardığının tespiti mümkün olmamıştır. Buranın su deposu veya erzak saklamak için mahzen olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Bu tünelin batı ucunda (Palu tarafında) ne maksatla kullanıldığı bilinmeyen iki sıra halinde yirmi adet küçük kuyucuk vardır. Kalenin kuzey yanında sunak taşı olarak kullanılan büyük bir kayanın üzeri, düzeltilerek yuvarlak şekilde bir kanal açılmıştır. Urartuların tanrılarına kurban kestikleri bu yapı, ziyaretçilerine bilgi verecek şekilde sağlamdır.
Kaleye batı taraftaki yokuştan tırmanarak çıkılır. Surlar belli olmadığı için buranın kale girişi olduğu sanılır. Çok nadir olarak karşılaşılan duvarların önemli bir kısmı, batı tarafta bulunur. Buradaki sur duvarlarının içine kapı korumasında kullanılan kalas deliği görülür. Yaklaşık 15x20 cm. ebadında olan deliği, sur içinde görmek mümkündür. Kalenin güney tarafında, savunma amaçlı dar ve dikdörtgen biçiminde bir burçla karşılaşılır. Buranın kuzey yanında 200-300 m2’lik bir konut alanı vardır. Yıkılmış olan binaların temellerini görmek mümkündür.
Zirveye doğru tırmanırken tekrar bir yerleşim yerine gelinir. Düz yeri az olan kalenin en üst noktasına yakın kısmında bulunan ve saray olduğu anlaşılan yapı, bütün ihtişamı ile ayaktadır. Damın bir iki yerinde açılan deliğin dışında; fazla bir tahribata uğramayan beşik tonozlu bu bina, vadiye paralel olarak yapıldığı için Murat’ın geliş istikametini bütün görkemiyle gözler önüne serer. İki odası görülen sarayın tavanı, taştan beşik tonozlu olarak yapılmıştır. Sıvası döküldüğü için duvar içindeki moloz taşlar açığa çıkmıştır. Bu binanın hemen altında sadece temelleri gözüken bir yapı kalıntısı daha vardır. Saraya yakın olması nedeniyle cephanelik olabileceği muhtemeldir. Sarayın biraz daha aşağısında tek gözlü beşik tonozlu bir zindan bulunur. Kalelerde mahpusların hem cezalandırılması, hem de saklanması mühim bir meseledir. Onun için kale hapishaneleri önemli bir birimdir. Tam tepede ise tören alanı olduğu anlaşılan yerin, tahribatlar dolaysıyla hiçbir özelliği kalmamıştır. Sadece taşlar üzerinde oturma yerlerine benzeyen oyuklar görülür.
Zirvede, bu günkü bayrak direğinin 3-5 m. batısında olan yüksekçe bir taş kütlesinin üzeri düzeltilerek düz bir alan meydana getirilmiştir. Tören alanına yakın olması sebebiyle buranın ibadet esnasında ölülerin konduğu yer olabileceğini akla getirir. Bugün İslâm inancına göre camilerde cenaze namazı kılmak için ölünün musalla taşına konduğu gibi Urartular da buna benzer bir şekilde cenaze törenleri yaptıkları düşünülebilir. Kalenin uçurum olan kuzey tarafında sediri andıran ve üç kişinin oturabileceği büyüklükte birbirine yakın taş oyukları vardır. Buranın hem tören alanına yakın olması, hem de kalenin zirvesinde olması, Urartu inançlarından bir motif olarak düşünülebilir. Kurumezre Köyü istikametindeki bu basamaklar, el’an aşınmış ve yosun tutmuş olması nedeniyle yanına gidilmediği veya dikkatle bakılmadığı takdirde görülmez.
Zirvenin batı tarafında, kaçak kazılarla tavanda açılan bir delikle inilen üstü beşik tonozlu büyük bir sarnıç vardır. İki odası birbirine, kapıdan büyük bir kemerle bağlanmıştır. Bu odaların batı tarafı dıştan harçla ve şekilsiz taşla örülmüş, diğer kısımları ise tamamen kayaların oyulması ile oluşturulmuştur. Tahminen 15x8x8 m. ebadında olan bu odalar, bu gün için görülebilir.
Biraz aşağıda ve kalenin kuzey batısına düşen çivi yazılı kitabe, gelen misafirleri büyüleyecek niteliktedir. 15-20 cm. derinliğinde ve yaklaşık 3x1 m. ebadında düz bir taş zemin üzerine kazınan 35 satırlık kitabe, yazıldığı gündeki gibi sağlamdır. Kenarlardaki çıkıntılar vasıtası ile yağmur-yaşar değmeyen yazılar, bu gün rahatlıkla okunabilir. Özet olarak bu yazıtlarda Kral Menua’nın yöredeki fetihleri, Malatya kralı ile yaptığı anlaşma ve kurulan bir tapınaktan bahsedilir. Ayrıca bu yazıtlara zarar verenlere de “Hava, güneş ve diğer tanrıların lâneti istenir.” Hemen kitabenin yanı başında bir başka seyyar kitabe veya heykel yeri mevcuttur. Bu yapının benzeri, Pertek Kalesinde de vardır. Karakuş heykelinin yeri olduğu söylenen bu kısmın bir benzeri de Harput Kalesinin güney tarafındaki tören alanının üst tarafında vardır. Anlaşılan o ki, aynı mimari özelliği taşıyan kalelerde aynı üslûbu görmek mümkündür.
Şu kadar var ki dünyanın bu derece ihtişamlı olan bu kitabesinin sağ üst kısmından başlayan bir yarık, ilerisi için tehlike arz eder. Bu çatlağın zamanla büyümesi kitabenin ikiye ayrılması demektir. Etrafı kaçak kazılarla açıldığına göre ayrılan kısmın uçurumdan aşağıya uçacağı muhakkaktır. Yazıtın arkasında dolu olan ve gene define arayıcıları tarafından kazılan tandır şeklinde bir yapı vardır. Bunun ana kaya açılan su sarnıcı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü aynı yapı gerek Bağin ve gerekse Pertek Kalelerinde de vardır.
Belki de bu kalenin en ilginç tarafı çivi yazılı kitabenin ön ve arka taraflarından inilen üç kaya mezarıdır. Kalenin güney tarafında burç kalıntısına benzer bir yapı bulunur. Biraz ileride de yukarılardan buraya düşmüş büyük bir kaya parçasında açılmış bir oyuğun yarısı görülür. Burası, kalenin güney eteğindeki cami ve kilisenin üst kısmına düşer. Harput Kalesinden kopup güney taraftaki dereye düşen büyük bir kaya kütlesinde de aynı oyuk vardı. Ayrıca Pertek Kalesinin giriş kapısının üst tarafında aynı biçimde ve büyüklükte, yerli kaya üzerinde bir oyuk bulunur.
Kalenin köprülere bakan güney tarafında, yamacın ortalarında tek gözlü bir zindan daha vardır. Bu yapı zirvedeki sarayın epey aşağısındadır. Yaklaşık 15x5x8 m. ebadında ve üstü silindir biçiminde beşik tonozla kapatılmıştır. Damında bir havalandırma deliği bulunur. Batı duvarının tavana kavuştuğu yer yıkıldığı için içeriye ancak buradan girilebilir. Yapının doğu tarafında, sonradan örülmüş bir pencere vardır. Odanın iç tavanı çamurla sıvanmıştır. Bu hal, tonozu oluşturan tuğla gibi kesilmiş sal taşların arasında görülebilir. Tavan ise, harç ve moloz taşlarla kapatılmış kalın bir damdır. Zindan olabileceğini tahmin ettiğimiz bu binanın 100 m. kadar yukarısında bir kaya ambarı bulunur. Yaklaşık 25x30 m2’lik bu oyuk, tabiî bir mağaradır. Kalenin güney tarafında, mevcut uç kayaların üzeri düzeltilerek yan yana kare veya dörtgen şeklinde çukurlar açılmıştır. Hangi amaçla açıldığı belli olmayan bu çukurların, yağmur suları almak için yapıldığı sanılır. Çünkü kalenin suya olan yüksekliği böyle bir tedbiri aldırmış olabilir. Ayrıca gök tanrıya inanan Urartular nezdinde, yağmurun kutsal olabileceği de düşünülebilir.
Burada dikkat çeken önemli bir yan da yer yer define avcılarınca açılan derin çukurların varlığıdır. Kalenin güney tarafındaki yerleşim yerine ancak Palu’nun içindeki beton köprüden geçilerek gidilebilir. Zeve’den, Darağacı denilen kayanın altından buraya açılmış bir yol vardır. Suya inen tünellerin üstünden geçen bu ham yol, çok kötü durumdadır. Onun için kalenin güney tarafına buradan arabayla geçmek zordur. Ancak yürüyerek güney taraftaki yeraltı basamaklı tünellere ulaşmak mümkündür. Yukarıdan gelen toprak ve bakımsızlıktan kaynaklanan ihmalle bu tünelleri tam olarak incelemek mümkün olmamıştır. Sadece dıştan, sulh zamanlarında Murat’a inen ayakçaklar görülebilir.
YUKARI FIRATTA TARİHİ ESERLER Lütfi PARLAK
[1] İshak Sunguroğlu-Harput Yollarında
[2] Yurt Ansiklopedisi
[3] 1993 Büyük Turizm Envanteri
[4] M. Beşir Aşan-Elazığ Tunceli ve Bingöl İllerinde Türk İskânı
[5] Nevzat Çelik-Batı Urartuda Bir Kent ve Kaya Anıtlar
[6] Nevzat Çelik – Batı Urartu’da Bir Kent ve Kaya Anıtları: “O, Haldi’nin arabasını kullandı. O, Şebeteria (Palu) kentini aradı. Huzana (Sophone) kentini zorladı. Şupa’yı (Muhtemelen Muş) zorladı. Haldi’nin korku salan ışıklı arabasıyla Haldi’nin korku alan parlaklığı ile Haldi’nin gücüyle Menua’da İşpuini’de gitti. O Şebeteria Kentine yetürü, Huzana Kentine yetürü, Şüpa Kentine yetürü. Hate ülkesi sınırlarında sefer sona erdi. O Şebeteria kentindeki bu taşı Haldi’ye adadı. O Halai tapınağını kurdurdu. Şebeteria Kentinde, Militene (Malatya) Kenti kralı Suliehauali’ye haraç ödemeyi önerdi. En büyük Haldi’nin Menua, İşpuini’de güçlü kral, büyük kral, Biai ülkeleri kralı, Tuşpa Kentinin sahibi. Menua konuşuyor: Kim bu yazıtı kırarsa, kim sökerse, kim buranın yanında diğerlerini görürse Haldi, hava tanrısı, güneş tanrısı ve diğer tanrılar onu mahvetsin. Güneşin ışıkları da götürsün. Arhi ve İniani ve yaşamına son verecek ve yok olup gidecektir.