1985’te ayrıldığım vatanıma 20 yıl sonra (2005), bu sorunumuzu çözmek üzere döndüm. Öyle bir üniversitenin maaşı ve kariyeri (Doç. Prof. vesaire) için dönmedim. Zira Öcalan’ın İmralı Savunmaları ile meseleyi çözmek “bir haftalık iş” idi. Ve döner-dönmez iki Nokta’ya ulaşma maratonuma başladım:
Devlet ve Öcalan maratonu...
Ne kadar ulaştım-ulaşmadım ayrı mesele ama bu “maraton” ile ilk hamlem diyebileceğim ilk çağrımı, o zamanın Demokratik Toplum Hareketi (sonra DTP oldu) girişimcilerinin Taksim Hill Otel’i toplantısındaki konuşmamda yaptım: “Türkiye’nin ‘Kürt Sorunu’ndan önce bir Öcalan sorunu vardır.” Toplantıyı, o dönem hapisten yeni çıkan HEP milletvekilleriyle birlikte “devlet komiseri” de izliyordu.
Özetle şöyle açıkladım Öcalan sorununu:
“1999 Şubat’ında onu Türkiye’ye verenler, Öcalan’ın deyimiyle, kendisini ‘Ateş Topu’ Türkiye’yi de ‘Odunluk’ olarak projelemişlerdi. (Onun için, İmralı’ya alırken heyecandan kendisiyle birlikte sesi de titreyen merhum Ecevit sonra: ‘Bu adamı bize niye verdiler, anlamadım?’ deyiverdi... Anlayamadan da bu dünyamızdan göçtü.) ‘Odunluk’ dedikleri Türkiye devleti adına Öcalan’ı İmralı’da karşılayan bir askeri yetkili, ‘Abdullah Öcalan, ülkemize hoş geldin!’ dedikten sonra: ‘Bu işi aramızda çözelim’ der. Öcalan da: ‘Ben buna varım ve hazırım, siz de hazır mısınız?’ diye cevaplar...
Bunları Öcalan’ın İmralı’dan çıkan Savunmalar’ından öğreniyoruz. İsteyen herkes yeniden okuyabilir. Ama benim 30 yıldır asıl çalıştığım mesele; Öcalan’ın Türk ve Kürt kitlelerindeki sosyolojik karşılığıdır: Türkiye’ye teslim edildiğinde ‘Önderliksiz yaşamı bize dayatanları kendimizle birlikte yakarız!’ diye onbinlerce Kürt genci kendini ve sağı-solu yakıyorlardı (Bunların listesini Dr. tezimde verdim). Karşı taraftan yüzbinlerce Türk genci de, Öcalan İtalya’dayken ‘Verin bize böbreklerini pişirip yiyelim!’ demeye vardıracak düzeyde meydanlarda domates-salça ve makarna eziyorlardı... İşte bu onbinler ve yüzbinler aynı vatanın evlatları, aynı devletin vatandaşlarıdırlar. Yani Öcalan’ı bir ‘dinamit’ veya ‘ateş topu’ olarak tutup bundan ‘ekmek’ –hem de bol vitaminlisinden yağlı ekmek– yemek isteyenler var!”
Bu “sermaye” üzerinden tepinmeye devam eden faşist DAMARLAR vardır: Kemalist faşistler, “Maxist” faşistler ve “Kürtçü” faşistler... Bizim, bu “ateş topu” ya da “dinamit” güzergahına döşenmiş fitili yerinden çıkarmamız gerekir.
Benim 17 yıldır “Kürt sorunundan önceki Öcalan sorunu” dediğim budur.
Geçenlerde bir gazeteci sorusuna cevaben, bu yan-yana dizili üç faşist damarı sıraladım... Türkiye’nin asıl faşistleri ülkücüler değil bunlardır. O zaman Erdoğan’ı ve partisinin; Öcalan’ı merkezine koyarak başlattığı barışma/helalleşeme sürecini Facia Süreci’ne çevirip feci-sona götüren bu faşist koalisyonun sözcülüğünü de Demirtaş’a verdiler... Bunları konuşacağız.
Vatan da millet de tehlikededir. Yani tehlikede olan Anadolu Türklüğü ve bir-bütün Kürtlerdir. Herkesi ciddi olmaya, suhulet içinde konuşmaya çağırdığım “Yer” burasıdır.
Bu Demirtaş, 9 Mart 2021’de t24 sitesine gönderdiği makalesinde “Bu siyaseti sevmiyorum. Yine de içindeyim siyasetin... Madem içindeyim, size içeriden kesin bilgi vereyim. Tanıdığınız siyasetçilerin tamamına yakını sürekli fırıldaklık yapar. BELKİ ben de öyle davranmışımdır BAZEN” cümlelerini dizdi.
Erdoğan’ın İmralı-Edirne açıklaması vesilesiyle beni arayan gazetecilere, Demirtaş’ın bu satırlarına atıfla: “Selahattin Bey fırıldak siyaseti bıraksın! Onu bu fırıldak siyasetten çekip hayata döndürecek olan sadece Öcalan’dır” dediğim için bu üç faşist damar hep-bir-ağızdan, kabuk bağlamış yarasına basılmış gibi: “Haa huu, bak Demirtaş’ı Öcalan’la tehdit ediyor!” diye velvele ettiler… Müteakip sorulara cevaplarımda ise mealen:
“Tehditten nefret ettiğim kadar bu faşistlerden bile nefret etmiyorum. Ben Selahattin’e tehdit değil, hayatî bir uyarı yaptım: Kendisini ‘bazen’ ve ‘belki’ de olsa bu fırıldak hayattan MERT hayata dönmeye çağırdım. ‘Fırıldak” seçim hesaplarının hergele pazarına kendini malzeme ederek ‘Başkan Apo’suna rest çekiyor’ zırvalarına değirmen suyu olma!” dedim. Çağırmaya devam ediyorum:
Çıkıp Kızıltepe’de “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz!” deyip ortak vatanımızın kuzey, orta ve güney Anadolu vatandaşlarını kışkırtacağına, kışkırtıp Öcalan’ın Türkiye’ye anlatılmasının önüne hafriyat yığacağına, gel bu iki halk arasına bir dinamit fitili olarak döşenmiş Türkiye’nin Öcalan sorunu üzerindeki pis-örtüyü kaldıralım! Yani bu dinamite giden bu fitili yerinden çıkarma mücadelesinde elini taşın altına koy! Seni türlü boya-cila ile Öcalan’ın karşısına koyup kullanmak isteyen bu üç faşist damara “İstemem ama arka cebime koyun” dercesine üç-maymunu oynama!
- Gel heykelini değil İmralı’daki CANLISI’nın Türkiye için, bin yıllık Türk-Kürt ilişkileri için sosyolojik, tarihî ve felsefî anlamını konuşalım!
- Ortak vatanımızın “Eşler Tiyatrosu” türü senaryolara değil BUNA ihtiyacı var!
- “Fırıldaklığı bırak” derken BUNU diyorum!
Ali Kemal Özcan
26 Mart 2022
Dersim
"Yazının sorumluluğu yazarlarına aittir."