Heinrich Bööll'ün "Üzgün yüzüm" adlı hikayesi, totaliter bir rejimin hüküm sürdüğü bir ülkede herkesin mutlu görünmesini öngören kanuna uymadığı için tutuklanan bir adamı anlatır.
Hapisten çıktığı gün limanda martıları seyrederken "Üzgün Yüzü" nedeni ile tutuklanan bu "sade vatandaş" iyice hırpalandıktan sonra sorguya alınır.
Sorgu esnasında ortaya çıkar ki zaten hapisten daha yeni çıkmıştır. Neden hüküm giydiği sorulduğunda, Gülümsediği için tutuklandığını söyler polislere. Büyük şefin ölüm yıldönümünde "Gülen Yüzü" bir polisin dikkatini çekmiştir. Genel yas nedeniyle herkesin üzgün görünmesini öngören bir kanunu ihlal ettiği için tutuklanıp beş seneye mahkum edilmiştir. Sonunda onu bir kez daha dövüp hücreye tıkarlar. Bu sefer de on seneye hüküm giymiştir. Böyle mükemmel bir rejimde üzgün görünmek kimin haddinedir. Öykü adı gibi hüzünlü bir şekilde biter.
Jajk London'nun Demir Ökçe isimli eserinde düzenin kendisine muhalefet eden herkesi o dönemde nasıl vahşi bir acımasızlıkla ezdiğini anlatıyor. Düzenin kendisine karşı çıkan hiç kimseye tahammülü yoktu. Düzen Demir Ökçe gibi kendisini eleştiren herkesi çiğneyerek yürüyordu. Eleştiriler ne kadar akıllı ve haklı olursa olsun düzen bunları dinlemiyor eleştiriyi dile getireni yok ediyor.
Vahşet o boyuttaydı ki düzenin en sağlam temsilcileri bir gün eleştirme yanılgısına düşerlerse savundukları düzen tarafından yokluğa fırlatılıyorlardı. Hele anlattığı gibi bir pskopos vardı ki yıllarca ülkesindeki yapıyı savunmuştu. Sonra bir gün bunun aksayan hatalı yanlarını görmüş bunları söylemiş daha sonra kilisesinden evinden kovulmuş, beş kuruşsuz bir berduş olarak sokaklarda sürünmeye bırakılmıştır. İnsanlara o korkunç günleri, o rezillikleri işleten, onları işsiz, parasız bırakan düzen bekçileri ıslak kâğıt hamuru gibi eriyip gittiler. Ama Jajk London hala anılıyor.
Bir insanın ölmeden önce okuması gereken yirmi kitaptan anılan ilk iki kitabın olmasını öneririm.
Av. Kemal AKBAYIR