İçinde kalıcı eserler, hatta “eserler” olmayan bir müzeye gittim bu hafta. Michalangelo’nun Kıyamet Günü tablosundaki, İsa’nın kendileri ile ilgili vereceği kararı bekleyen, ruhların gözlerinin içindeki korkuyu gördüm; Pieta’ya yaklaşıp Meryem’in elbisesinin kıvrımlarına “dokundum”. Mona Lisa'nın ve Kakımlı Kadın’ın yüzlerindeki belli belirsiz gülümsemeyi yaratan fırça darbelerini en ince detayına kadar inceledim. Da Vinci’nin eskizleri çıkıverdi sonra karşıma.
Görebilmek için uçağa binip İtalya’ya, Polonya’ya gittiğim, metrelerce uzaktan bakabilmek için saatlerce beklediğim, heyecanlanıp izin verilenden biraz fazla yaklaşınca müze görevlileri tarafından uyarıldığım bu büyüleyici eserlerin içindeydim. Onlarla dev bir havuzun içine batmıştım sanki, yanımda, etrafımda yüzüyorlardı ve bizi sarmalayan müziğin de etkisiyle birlikte dans ediyorduk.
Bu benzersiz sanat deneyimi, evimden yalnızca 12 kilometre uzakta, Ataşehir’de yaşadım. Arada köprü olmasa kolaylıkla koşarak gidebileceğim, 1970’lerin sonunda ortaya çıkan Yeni Müzecilik anlayışını bambaşka bir noktaya taşımış X Media Art Museum’da.
O yıllarda “yeni” objelerden, koleksiyonlardan, görkemli binalardan daha çok ziyaretçi odaklı, kapsayıcı, erişilebilir anlamında kullanılıyordu. Ziyaretçi odaklılık ile birlikte deneyim kavramı da müzecilikle birlikte sıkça kullanılmaya başlandı sonrasında. Artık müzeler yalnızca himayelerinde olan eserleri sergilemiyordu, ziyaretçiler için farklı deneyimler tasarlıyordu. Ses, doku, koku gibi farklı duyulara aynı anda hitap eden eserler vardı artık bazı müzelerde. Bazılarının içine girebiliyorduk, bazılarının yaratım süreci bizim çizimlerimizde, beraberimizde getirdiğimiz objelerle birlikte şekilleniyordu.
Tematik müzelerle daha sık karşılaşmaya başladık sonrasında. Beatles Müzesi’nde ABD’ye uçtukları PanAm uçağının koltuklarına, Lennon’ın beyaz piyanosuna, Sarı Denizaltı’ya kadar efsane gruba ait, onları cağrıştıran, onlardan ilham alan objeler çıkıyordu karşımıza; Havana’nadaki Rom Müzesi’nde romun şeker kamuşı ile başlayan yolculuğu, New Orleans’daki Voodoo Müzesi’nde büyü ritüelleri…
Tamamını, başınız dönmeden, ayaklarınız ağrımaya başlamadan tek bir ziyarette gezmenizin neredeyse imkansız olduğu Louvre Müzesi ile iki küçük odadan ibaret, dükkanında “aşk iksirleri” satılan Voodoo Müzesi’ni ziyaretçilere bambaşka deneyimler sunuyor belki ama halen ortak bir paydada buluşuyordu: koleksiyonlar, objeler.
X Media Art Museum’da bir koleksiyon yok; alıştığımız anlamda objeler de yok ama Ludovico Einaudi ve Mercan Dede’nin enfes müzikleri, yapay zeka algoritmaları kullanılarak yaratılmış, yeniden yaratılmış imajlar, tablolar, heykeller; şaşırtan, sarmalayan bir sanat deneyimi, bir estetik deneyim var. Uzun, emek yoğun, farklı yetenekleri, yetkinlikleri biraraya getiren kolektif bir yaratıcı süreç ve kürasyon süreci var.
İşte tam da bu nedenle X Media Art Museum müze ve ötesi..