Bir süredir meclis gündeminde bulunan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı bu sabaha karşı meclis genel kurulunda görüşüldü ve kabul edildi. Bir aksilik olmazsa, birkaç gün sonra cumhurbaşkanın onayıyla da yürürlüğe girecek.
Mevcut 4857 Sayılı İş Kanununun 73 ila 82 maddelerini içeren “Beşinci Bölüm” “İş Sağlığı ve Güvenliği” başlığıyla düzenlenmiş durumda. O halde dün sabaha karşı (20 Haziran) meclisten geçirilen düzenleme mevcut İş Kanununun ilgili maddelerini değiştiriyor. Değişiklik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından ilgili kanunun kabulünden sonra milletvekillerine yapılan teşekkür konuşmasında “gelişmiş ülkelerin böyle bir düzenlemeyi 1970’li yıllarda yürürlüğe koyduğu” ve bu bağlamda “geç kalınmış” bir düzenleme olduğu gerekçesine dayandırıldı.
4857 Sayılı İş Kanunun ilgili maddelerinde yer alan düzenlemelerle örtüşen kısımlarına girmeden, iş sağlığı ve güvenliği açısından “yeni” düzenlemelerin neler getirdiğine bakalım:
1. İşveren, çalışanların iş sağlığı ve güvenliği eğitimi almasını sağlayacak. Verilen eğitimin maliyeti çalışanlara yansıtılmayacak. Eğitimden geçen süre çalışma süresinden sayılacak.
2. Ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışanlar, İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu’na ( bu kurul mevcut düzenlemelerde de var) veya işverene başvurarak gerekli tedbirlerin alınmasını talep edebilecek. Talep yönünde değişiklik(ler) gerçekleştirilinceye kadar çalışanlar çalışmaktan kaçınabilecek. İş sözleşmesiyle çalışanlar, talep etmelerine rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığı durumda iş sözleşmelerini feshedebilecekler.
3. TRT ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon ve radyolar ayda en az 60 dakika gün içinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili eğitici ve uyarıcı yayın yapacaklar. Yayınların kopyası her ay düzenli olarak RTÜK’e teslim edilecek.
4. Yükümlülüklerini yerine getirmeyen işverene her bir yükümlülük için ayrı ayrı 2 bin TL ceza uygulanacak vs.
Yukarıda vurguladığımız gibi iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yeni yasanın diğer getirdikleri -örneğin; bazı işyerlerinde İş Sağlığı Güvenliği Kurulu’nun oluşturulması, kanun hükümlerinin uygulanmasının bakanlık müfettişlerince yapılması ve denetlenmesi, 16-18 yaş arası gençlerin çalışabileceği işlerin Bakanlıkça belirlenmesi vs.- mevcut düzenlemelerle aşağı yukarı örtüşüyor. Dolayısıyla eski düzenlemelerin bir kısmını da içeren yeni düzenlemelerle birlikte (en azından) iş sağlığı ve güvenliği alanında “gelişmiş ülkeleri” yakalamış durumda olmamız beklenmelidir.
Öyle mi gerçekten? Hukuki düzenlemelerle bunu başarabilir miyiz? Gelişmiş ülkeleri yakalayıp yakalayamayacağımızı önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Türkiye gelişmiş ülkeler içerisinde işçi ölümleri sıralamasında 1. sırada yer alıyor. Aslında, üzerine konuştuğumuz “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası” da bu birinciliğin dayatmasıyla ortaya çıkmış bir yasadır. O halde, “yeni yasa”, bir bakıma Türkiye’yi işçi ölümleri sıralamasında çağdaş ülkeler seviyesine çıkaracak bir umudun ürünüdür dersek abartmış olmayız.
Bu umudu insan olan herkes taşır; ancak sosyal cinayetlerin (yaygın adıyla “iş kazası”) ortadan kalkması ya da en azından makul seviyelere çekilmesi ne beklentilerle, ne umutla ne de hukuki düzenlemelerle mümkündür. Kısacası sosyal cinayetlerin sona ermesi sorunu ne teknik yapıntıların (hukuk) ne de duygusal beklentilerin (umut) çözebileceği bir sorundur. Türkiye’de 1946’dan 2010 yılına kadar “iş kazası” sonucu kayıt altına alınan ölen işçi sayısı 59.300’e ulaşmıştır. Bir başka deyişle, ortalama her yıl 1072 işçi “iş kazalarında” ölmüştür. On binlerce işçinin ölümü ilk bakışta teknik bir sorun ve hukuki düzenlemelerle giderilebilir gibi gözükse de; sorunun, ekonomik ve sınıfsal bir sorun olduğu ortadadır.
Rekabet gücümüzü arttıracağı ve Türkiye’yi dünyanın ilk 20 ekonomi içerisine sokacağı gerekçesiyle bir taraftan çalışma ilişkileri alanında güvencesiz ve kuralsız çalışma biçimleri yaygınlaştırılıp iş cinayetlerine zemin hazırlanırken; diğer taraftan da iş sağlığı ve güvenliği alanında hukuksal palanda yapılan düzenlemelerle “çağdaş ülkeler seviyesini yakalamaya” ve sosyal cinayetler meselesini çözmeye çalışıyoruz.
Çelişkili gibi gözüken bu sürecin aslında çelişkili olmadığını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Türkiye’de emek süreci -yeni düzenlemeye rağmen- maalesef “emekçilerin daha vakti gelmeden mezara doğru koşturuldukları” bir süreç olmaya devam edecek gibi gözükmektedir…
Yrd. Doç. Dr. Servet GÜN
Tunceli Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi
Çalışma Ekonomisi Bölüm Başkanı