Son bir ayda Türkiye gündemini belirleyen bir kısmı “önemli” bir kısmı ise “önemsiz” sayılabilecek “yüksek siyaset” namına çok şey oldu. Önemli sayılabilecek gündem maddelerinden biri hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin toplumsal barışını inşa edeceği bir adım olarak ön-görülen ve basına “İmralı görüşmeleri” olarak yansıyan sürecin başla(tıl)masıydı. Bu süreç şu sıralarda işliyor izlenimi vermekte…
Yüksek siyaset namına gündemimize düşen diğer bir “gelişme” ise (önemsiz olanı söylüyorum) CHP milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Kürtçe savunma serbestisi” tanıyan yasa tasarısının meclis genel kurulunda görüşülmesi sırasında aldığı söz sırasında söyledikleriydi. Bu sözler kamuoyunun malumu olduğundan burada tekrarlamaya gerek görmüyorum.
İlk olayın önemini uzun uzun tartışmaya gerek var mı bilmiyorum; ama artık neredeyse klişeleşmiş söylemle “kanayan yara”nın iyileştirilmesi umudunu yayması bakımından farklı çevrelerin beklentisine karşılık gelmesi ve bu bakımından reel politik yansımaları olması dolayısıyla bu ilk gelişmeyi önemsemek gerekebilir.
Türkiye gündemini neredeyse on gündür meşgul eden “Güler olayı”nın reel politik bir izdüşümü var mıdır? Yok. Güler olayını kamuoyunda “barış süreci” olarak tartışılan yukarıdaki ilk gelişmeye bağlı “duygusal bir tepki” olarak değerlendirilebilseydik; Güler’in “kışkırtıcı” malum cümlesinden fırtına kopmayacak ve o fırtınanın koptuğu günlerde “iş kazası” olarak ifade edilen sosyal cinayetleri de konuşabilecektik. Ne yazık ki yüksek siyasetin büyük harfli yüksek perdeden bağırtıları arasında son bir ayda maden ocağında, tersanelerde ve çeşitli fabrikalarda iş cinayetleri işlendi ve onlarca işçi hayatını kaybetti. Tüm bu ölümler “satır arası haberlerin” konusu olurken; hep beraber “sayın seyirciler” olarak yüksek siyaseti izlemekle meşgul olduk.
Güler’in “kuyuya attığı taşla” ya da benzer gündemlerle geçtiğimiz Ocak ayında gözümüzden kaçan neler mi olmuştu?
• Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı Zonguldak/Kozlu’da bulunan bir kömür işletmesinde 7 Ocak’ta bir patlama meydana gelmiş, 8 işçi hayatını kaybetmiş ve bir işçi de ağır yaralanmıştı.
• 14 Ocak’ta Tuzla’da bir işçi gemi iskeletinden düşerek hayatını kaybetmişti.
• 25 Ocak’ta Bolu'da, döküm fabrikasında çalışan 30 yaşındaki bir işçi, kum döküm kazanının içine düşerek; İstanbul Bağcılar'a bağlı Güneşli’de bir taşeron firmasında dış cephe kaplama işçisi olarak çalışan bir başka işçi iskeleden düşerek yaşamını yitirmişti.
• Son olarak, 30 Ocak’ta Gaziantep 4. Organize Sanayi’nde bir fabrikada meydana gelen patlamada 7 işçi hayatını kaybetmiş ve 3’ü ağır olmak üzere toplam 15 işçi yaralanmıştı.
Sayılar çoğaldıkça ne yazık ki ölümler istatistiğe dönüşüyor, istatistiğe dönüştükçe trajedisini yitiriyor, trajedisini yitirdikçe kanıksanmaya başlıyor ve nihayet ölümler hayatın olağan akışının olağan bir unsuruna dönüşüyor. (Belki de!) işçi ölümlerinin artık sıradanlaşmasından dolayı neredeyse on gündür daha çok “kuyuya atılan taşı” çıkarmaya çalışıyoruz.
Oysa birkaç ay önce yürürlüğe giren “Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası”na rağmen iş cinayetlerinin neden hala tüm hızıyla devam ettiğini, önceki paragrafta sıraladığımız iş cinayetlerinin nedenlerini-sorumlularını ve bugünden sonra tekrar benzer ölümlerin olmaması için nelerin yapılması gerektiğini konuşamadık. Konuşamadık çünkü maalesef yüksek siyaset konuşmaktan vakit bulamadık. Vakit bulup da konuşabilseydik eğer, işçi ölümlerinin yaşandığı iş yerlerindeki işçilerin neredeyse tamamının taşerona bağlı olarak çalıştıklarını, en basit gerekli önlemlerin dahi alınmadığını, gerekli kontrollerin yaptırılmadığını kısacası iş cinayetlerinin ihmallere bağlı olarak gerçekleştiğini konuşabilecektik.
Olur da bir gün iş cinayetlerini konuşmaya başlarsak ve nedenleriyle yüzleşirsek çözüm için ilk adımı da atmış olacağız. Tabii yüksek siyaset konuşmaktan fırsat bulabilirsek…
Servet GÜN