8 Ağustos 1938 yılında Erzincan’ın Surbahan ve çevresindeki köylerinden devrilen bir kamyonu kurtarma bahanesiyle toplanan ve götürüldükleri Munzur Dağları’ndaki bir çukurda kurşuna dizilen 100’e yakın yurttaş anıldı.
‘Zini Katliamını Unutmadık’, ‘Zini Gediği’nde katledilen canlarımızı anıyoruz’ pankartları asıldı. Zini Katliamı’nın 80. yılında Erzincan’da yapılan anma törenine HDP İstanbul Milletvekili Zeynel Özen ve Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Erdal Kılıçkaya’nın yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
HDP İstanbul Milletvekili Zeynel Özen kısa bir konuşma yaptı. Özen, Zini Gediği Katliamı’nı kınadığını belirterek, “Dersim soykırımından sonra olan büyük bir travma. Unutmak çözüm değil, onların anılarını yaşatmak gerekir” dedi.
“ZOR ZAMANLARDAN GEÇİYORUZ”
Zor zamanlardan geçtiklerini söyleyen Özen, “Toplumları var eden, toplumlara kişilik veren üç öğe vardır; Ulusal kimliği, inanç kimliği ve kültürel kimliğidir. Bunlardan biri eksik olursa olmaz. Biz Alevilerde birçok yerde hem ulusal kimliğimizi hem inanç kimliğimizi ihmal ettik. Bu da asimilasyonu olabildiğince hızlandırdı. Osmanlıdan beri tarihimiz katliamlarla dolu ama günümüzde en tehlikeli olan, katliamlardan ziyade Aleviliğin katledilmesidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimden önce cemevlerine hukuki statü vereceğini söyledi. Bu Aleviliğin, kültürümüzün yok olmasıdır. ‘İrfan evlerine ve cemevlerine yasal statü tanıyacak.’ Tanıyacağı statü şu; Cemevlerine kültür evleri diyecek, tarikat ve irfan evlerine de statü verecek.”
Anma programının ardından deyişler söylendi.
38’de Zini’de ne olmuştu ?
8 Ağustos 1938’de, 97 masum-u pak Erzincan merkeze bağlı Kılıçkaya (Sürbahan) mevkiinde kurulan kampa götürülmüşlerdi. Kampa götürülenlerin yaşları 17-80 arasındaydı. Bunlar arasında en ilginç olanlardan biri de askerlik iznini kullanmak için gelen bir askerdi. Önce üç gün ahırlarda aç ve susuz bırakılmış, sonra katliam bölgesine götürülmüşlerdi. Fakat arazi koşulları uygun olmayınca, tutsaklara kendi infazlarına götürecek taş yol yaptırılmıştı. Üstelik bunu, ‘dağın öte yakasında bir araba devrilmiş, onu kurtarmaya gidiyoruz’ diyerek, masum insanları vicdanları ile vurmuşlardı.
Gediğe getirilen 97 kişiden 95’i ilk ateşle öldürülmüşlerdi. Cesetlerin altında sağ kalan iki kişi fark edildiklerinde, kafaları taşla ezilerek vahşice katledilmişlerdi. Sürbahan, Mağaçur, Kismikör, Balıbey, Kiştim ve şehir merkezinden toplanan pek çok Aleviye, toplu bir mezar dahi layık görülmemiş ve cesetleri oracıkta kuşa kurda yem olsun diye bırakılmıştı.
Katliamdan geriye kalanlar ise batı illerine sürgüne gönderilmişlerdi. Gittikleri yerlerde, insan yiyen canavarlar olarak aşağılanmaları, sağ kalanlara ölümden de beter ızdıraplar yaşatmıştı. Katliamın üzerinden yıllar geçtikten sonra mağdurların yakınlarından ilki, 1950 yılında, katledilen yakınların için dilekçe ile başvurmuş, fakat dikkate alınmamıştı. Daha sonra 1960 da yine bir mağdur yakını, babası ve dedesinin mezarını ve onurunu isteyerek dilekçe vermiş, yine sonuç alamamıştı.
Mağdur yakınları son olarak, 2011’in Temmuz ayında avukatları ile birlikte, Erzincan Cumhuriyet Savcılığına dilekçe ile başvurmuş ve 73 yıl sonra 2011’in Türkiye’sinde bazı vicdanların sızlayabileceğini düşünmüşlerdi. Cumhuriyet savcılığı 18 gün sonra , «1938 yılındaki olayların asayiş sorununa ilişkin olduğunu, üçüncü kuşağın anlatımı kapsamında kalan soyut beyanlar olduğunu, dönemin yasalarında soykırım suçu bulunmadığını, zaten bir kasıttan bahsedilemeyeceğini, bahsedilse bile zamanaşımının söz konusu olmadığı» belirtildi.
İtirazdan da sonuç alınmaması nedeniyle dava 2011 yılında AİHM’e götürüldü. AİHM ön inceleme de davayı kabul etti ve esastan incelemesini devam ettirmekte.